Ana içeriğe atla

MEHMET ŞİMŞEK İLE HASBİHAL

 



Sayın Şimşek sözlerimiz size, tekil olarak şahsınıza.

Geleceğinizi duyduğumuzda tüm ümit kırıklıklarımıza, tüm birikmiş öfkelerimize rağmen nasıl da umutlanmıştık. İşinin ehli, rasyonel politikalara yol verecek, gelirken kimbilir ne pazarlıklar etmiş, birilerine rağmen göğsünü entrikalara siper etmiş, mevcut sistemin tüm olumsuzluklarının sürdüğünü bildiğimiz halde, doğru bildiklerinden asla taviz vermeyecek idolümüz olmaya adaydınız! Yalnızca biraz zamana ihtiyacınız vardı ki ondan da bizde bolca vardı. Son yedi yılı yara berelerle atlatmış gaziler olarak, ümitlerimizin kırıntılarını tane tane toplayıp soframıza koyacağınızı dört gözle beklemekteydik!

Bizi seraptan uyandıran şey Meclis konuşmanız oldu. Tüm “acabalar”a rağmen artırmaya çalıştığımız umutların bir kez daha törpülenmesine sebebiyet verdi. Onca yaşadığımız kabustan sonra zihinlerde “Rasyonel politikalar gütmeye çalışan bir teknokrat” olarak kalmanız iyi olurdu. Selefleriniz kötü yönetime beceriksiz siyasetlerini ve siyasi retoriklerini katmışlardı ki öfke ile umutsuzluğu birarada yaşatmaktaydılar. Siz ise öfkeleri bir parça dindirmiş, umutları görece artırmış, kalıbının adamı imajına halel gelmemesi için ardından niyazlara durulmuş bir kişiliktiniz. Kimbilir belki de zorluklar yaşıyor ama doğru bildiğinizden taviz vermemeye çalışıyordunuz. Zihniyetleri malum olan, geçmişi kara kabusa çevirmiş liyakatsiz muhteris kadrolarla kimbilir ne çatışmaların içerisindeydiniz! Bilmesek de boşlukları hayallerimiz, umutlarımız, yıllara sari tecrübelerimiz doldurmaktaydı. Lakin önce Gaye hanımın amatörlere rahmet okutturacak çıkışlarına şahit olduk, ardından da sizin Meclisteki performansınıza. Eyvah eyvah! Gerek var mıydı bu siyasi atraksiyonlara! Hem de “Vatandaşı enflasyona ezdirmedik” polemikleri eşliğinde. Bu sözler siyaseten mi söyleniyordu yoksa bir teknokrat olarak mı? Hangi vasıfla söylenirse söylensin kulakları tırmalayan, dejavulere iten “eyvah ki ne eyvah” dedirten türdendi. Ülkenin yarısı uydurma enflasyon rakamlarının zamlarıyla asgari ücrete mahkum edilmiş, aynı uydurma rakamlar emeklileri darboğaza itmiş, ülkede sosyal yardım alan hane dört yılda dört kat artmış, asgari ücret yoksulluk sınırının dörtte birine düşmüş, milyonlarca emekli açlık sınırının yarısında geçinmeye zorlanmış, ülkenin yüzde yetmişi yoksullukta eşitlenmiş bir halde iken ve buradan çıkış için umutvar özeleştiriler, gerçekçi söylemler, ileriye dönük sahici tabloların çizilmesini beklerken, birden karşımızda çakmak çakmak gözlerle (selefiniz hiç olmazsa ağlayan milleti ışıltılı gözlere bakmaya davet ederek güldürmeyi beceriyordu) “vatandaşı enflasyona ezdirmedik” diyen bir bakan vardı. Ne gerek vardı hayallerimizi, ümitlerimizi, tutunduğumuz dalı bir fiskede dümura uğratmaya.

Olmadı!

Ardından gelen ve hiç yeri olmadığı halde zorla cümleler arasına tıkıştırılan cumhurbaşkanını taltif ifadeleri, dejavu sahnelerini film şeridi gibi geçirdi gözlerimizin önünden. Hem de içinde hiçbir yaratıcı tuluatın olmadığı, doğaçlama becerisinin de yerlerde süründüğü retorikler eşliğinde. Bu performans, piyasaları bilmeyiz ama bizim gibi hayallerini ümitlerinin peşine takmış; olanı değil olması gerekeni o zihin dünyasının zirvesine koymuş duygusal insanlar için hiç iyi olmadı.

“Neden mi bu uzun giriş?” Zira, siz yokken biz neler yaşadık ah bi bilseniz! Siz gelir gelmez sadece “finansal rasyonalite”ye vurgu yapmıştınız ama biz adalet, hukuk, yargı, siyaset, kutuplaştırma,..velhasıl her alandaki irrasyonaliteye mahkum şekilde yedi yıldır bu havayı teneffüs etmekteydik. Sizin reçetenize sarılmaktaki gayemiz, bizlerin zaten yıllardır ifade ettiği gerçekleri bir de devletin en tepesinden duymuş olmanın verdiği mutluluktu. Bizim gibi düşünen, meselelere gerçekçi, akli, vicdani açıdan bakmaya çalışan, etrafı kurtlarla çevrilmiş olsa da, tecrübelerini sahaya aktarmaktan taviz vermeyecek, geçmişte yaşadıklarından da gerekli dersleri çıkartmış olan bir şahsiyete tekrar kavuşmuş olmanın umuduyla. İçinde hamasetin varolduğu eleştirilerini göğüsleyerek, pembe tablomuzu birkaç dakikalık performans ile yerle yeksan eden size aşk olsun!

Hatta o performanstan, sitayişle bahsettiğiniz, tarafınca desteklendiğinizi iddia ettiğiniz şahsiyetlerin bile memnun olmadıklarını tahmin ettiğimizi söyleyebiliriz. Size seleflerinizin yarattığı son yılların panaromasını hatırlatmak isteriz. Nitekim “ezdirmedik” sözlerinizin neden inandırıcı olmadığını sadece iktisadi rakamlar söylemiyor, ülkenin yedi yıllık ve günden güne her alanda daha beter hale gelen karnesi, bahsini ettiğiniz alanın çok çok fevkinde nice “ezdirmeler”e sahnelik etti.

DEMANS BİLE O 7 YILIN PANAROMASINI UNUTTURAMAZ  

12.Bütçe ve Kalkınma Planı üzerine tartıştığımız bugünlerde sizi biraz eskiye götüreceğiz. Yok, öyle nostalji yolculuğu falan yaptırmayacağız; eski dediysek birkaç ay hadi bilemediniz 2 yıl evveline. 

Önce bir bakın bakalım; “Büyük Türkiye”, “Güçlü Türkiye”, “Uçacağız, kimse bizi tutamayacak” mottolarıyla topluma lanse edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçtiğimizden bu yana, yani 11. Kalkınma Planındaki hangi hedefler tutturulmuş! Ekibinize o enkazın maliyet çalışmasını bir yaptırın öncelikle.

Ama sadece finansal boyut değil, sadece para ve maliye politikaları değil; sizin hedeflerinizi de yakından ilgilendiren, başta hukuk ve adalet olmak üzere tüm alanlara ilişkin karnelerimize, uluslararası kuruluşların notlandırmalarına, o sıralamalarda neden geriye düştüğümüze bir bakın ki o yanlışlardan nasıl çıkacağımızın çarelerini ortak akılla bulabilelim! Böyle yaparsanız, yıllardır bu meselelerde dil döken, dirsek çürüten muhalefetle de didişmeye, “bizim paraya ihtiyacımız yok ki” gibi sözde gerekçelerle acemice ikna etmeye çalışmazsınız. Polemik yapmak beceri ister, ustalık ister ama öncelikle o alandaki ahlaki meşruiyeti ve gerçekçiliği kuşanmışlık ister. Keşke meselemiz sadece yanlış hesaplar, sadece muhasebe işleri, sadece matematik olsaydı. Öyle olmadığını, sistemik yanlışların içine metazori şekilde battığımızı herkes iyi bilmekte.

Sayın bakan! Bu toplum, damat bakanın 28 ay boyunca içinde olduğu son 5 yıllık süreçte ne sözler işitti, neler gördü geçirdi bir bilseniz. “YEM, TEM, Çin Modeli” derken model üstüne modelden söz edildi ki aynı anda ülke yolsuzluk endekslerinde de hak ihlalleri konularında da rekor üstüne rekor kırmaktaydı. Yalnızca AİHM’in önüne yığılan binlerce vatandaşımız sizi iknaya yeterli olur mu acaba? Bir yandan insanların sofrasını dağıtır, cebindeki parayı tırtıklar, sırtındaki küfenin yükünü artırmaya ahdederken, diğer yandan siyasi kriterlerle yüzbinlerce, aileleriyle birlikte milyonlarca insan mağdur edildi, ülkenin sinerjisi tüketildi.

Acaba siz “ezdirmediğinizi” söyleseniz de, insanlar için umutvar olacağını düşündüğümüz hesaplar yaparken, kaç kişi bu ülkede kötü muameleye maruz kaldı; kaç milyon kişi terörle iltisaklılık soruşturmalarından geçti; kaç hasta ve yaşlı mahkum mağduriyetler yaşadı; kaç kalantor ihale rantlarıyla zengin edildi; hazine garantili işlerle, faiz politikalarıyla hangi kaynaklar ne kadar kurutuldu? Sizlerin olduğu yıllarda yılda 50 milyar faiz öderken, bu rakam nasıl olup da 500 milyarlara geldi? KKM eliyle, FETÖ Borsaları marifetiyle kimlere servet transferleri yapıldı ve yozlaşma iklimine ne türden bir gelir adaletsizliği eşlik etti! “Ezdirmedik” sözünü duyan kulakların aklına sadece matematik, sadece uydurma TÜİK rakamları falan gelmiyor bilesiniz, bunların tümü tıpkı torba yasalarda olduğu gibi topyekün, bir hamlede o trajedi çuvalının içinden çıkıveriyor.

O MASALLARI SÜRDÜREREK VARILACAK BİR MENZİL KALDI MI?

Şu an birlikte olduklarınız ise bu millete masallar anlattılar. Yaşanılan tüm sorunları, beka problemlerine, pandemiye, dış dünyaya hamlettiler. Rakamlara takla attırarak, dünyada da ekonominin ne kadar kötü olduğunu millete pazarladılar. İşte siz o sözleri söylerken, sizden umut eden insanların aklına, o eski kadroların karabasan misali milletin üzerine çöreklenen söylem ve icraatları geldi.

Eminiz ki siz de burada olsaydınız ve olanlara şahitlik etseydiniz, uzatılan mikrofonlara konuşsaydınız, sizin de kulaklarınız “mandacı”, “gayrı milli” ithamlarıyla tırmalanacaktı. Sahi siz buradan “faiz lobilerinin adamı” denerek uğurlanmamış mıydınız! Belki o günlerde siz de burada olsanız tıpkı bizler gibi “adalet, hukuk, demokrasi, şeffaflık, denetim, ehliyet-liyakat, öngörülebilirlik, rasyonalite” diye haykırmak zorunda kalacaktınız.

“Faiz sebep enflasyon sonuç”, “nas var” gibi sözleri hatırlatarak tereciye tere satmayalım; lafı da fazla uzatmayalım ama danışmanlarınıza söyleyin de size millete “dejavu” yaptıracak söylemlerden uzak durmanızı sürekli hatırlatsınlar. Siz “paraya da ihtiyacımız yok” dediğinizde belki dış aktörlere bazı mesajlar vermek istemiş olabilirsiniz ama milletin aklına 3Y’nin ve dahi kuruyan kaynaklarımızın geldiğini sizlere hatırlatmak isteriz. Piyasaları ve toplum psikolojisini üzmeme çabanız varsa, herkesin bildiği sırlara vakıf değilmiş ya da o alanların insanların hayatı üzerinden etkisi yokmuş gibi konuşmayı terketmeniz herkesin hayrına olacaktır.

SELEFLERİNİZDEN NE ÇEKTİK AH BİR BİLSENİZ

Senaryosu, yapımcılığı, yönetmenliği üçüncü sınıf olan bir filmi bütün bir topluma döne döne izlettiler. TÜİK gibi kurumlara yalanlar söyletip; patates, soğan depoları basıp; marketçiyi, depocuyu suçlayıp ellerindeki devasa medya aracılığıyla bu illüzyonu millete izlettiler.

Bildiğimiz kadarıyla siz inançlı bir insansınız! Bu adamlar kötü yönetime ve kötü giden ekonomiye kılıf ararken “din dili”ni bu işlere alet ettiler. İçlerinde yoksula garibana “ısraf etmeyin, az yiyin peygamber de öyle yapardı” diyenler bile çıktı. Biz de ne yaptık biliyor musunuz? Madem ki dini, sireti, İslam tarihini katakulli işlerine alet ediyorlardı, madem ki gençleri dinden soğutup deizmin pençelerine atıyorlardı biz de onların önüne sizin de hikayesini iyi bildiğinizi düşündüğümüz Abdullah bin Erkam gibilerin örnekliğini koyduk.

Hatırlayacağınız üzere Hz. Osman’ın “beytülmal görevlisi”, yani devlet hazinesinin başındaki yetkilisi, yani dönemin Hazine-Maliye Bakanı Abdullah bin Erkam isimli bir sahabeydi.

Rivayetlere göre Osman, devlet hazinesinden çeşitli kişilere yüksek miktarda ödemeler yapmasını emrettiğinde Abdullah bunu reddetmişti. Ona göre, devlet parası kişilere bu şekilde ‘ihsan’ edilemezdi.

Hz. Osman, Abdullah’ı azarlamıştı:

“Sen benim emrettiklerimi yapan hazine görevlimsin.” demişti.

Abdullah’ın cevabı şu olmuştu:

“Ben Müslümanların beytülmalinin gözeticisiyim, senin akrabalarının değil!”

Ardından Abdullah istifa etmiş, hazinenin anahtarlarını da mescide asmıştı!

“Nass” konusunda çok hassas olduklarını iddia eden bizler, acaba içimizden bir tane Abdullah b.Erkam çıkarabilecek miyiz, çok merak ediyoruz.

Dikkat ederseniz bu rivayette bizler için bir kıssa daha var. O da, Abdullah b.Erkam’ın Allah korkusu ve halka karşı sorumluluk hissiyle başvurduğu “istifa” müessesesi. Bizler bu ülkede 21.yüzyılın başında onu işletmekten aciz hale geldik.

İleride insanlığın zamanda yolculuk yapacağı günler de gelecek belki de kimbilir. Ama bizim yöneticilerimize hiç tavsiye etmiyoruz, zira insanı utandırmaktan başka ne işe yarayacak ki bu iş!

Öyle ya! 14 asır önce “sorumluluk ve eleştiri kültürü”; 21. yüzyılda “itaat ve sadakat kültürü”

Sizce de bu işte bir terslik yok mu sayın Şimşek?

Oysa def’i mefsedete, yani kötülükleri defetmeye gücün yetmiyorsa, bulunduğun makamı terkedersin, değil mi? Yani “hicret” edersin. Hicret; elbette sadece bulunduğun makamı, yeri, beldeyi terketmek değildir. Hicret, önce kalpte/yürekte, zihniyette başlar. Aslolan öncelikle örgütlü/organize kötülüklerin yayıldığı, yetim hakkının yendiği, hukukun ayakları altına alındığı, emanete hıyanet edilip halkın malının ganimet bellendiği zihniyeti terketmek, kalbinden söküp atmaktır. Kalbinden söküp atan, zaten o makamlarda bir saniye durmaz; nefsini hesaba çeker; din gününü düşünür; Rabbinin karşısından vereceği hesabı düşünür!

SİZ DE ABDULLAH BİN ERKAMLARI ÖRNEK ALIN

İşte biz de onlara bunları hatırlattık; size de şimdi hatırlatmış olalım:

Dikkat ederseniz Abdullah bin Erkam “liderimizin tensipleriyle sizlere bu hibeleri bahşediyorum” falan demiyor; gücü oranında bizzat halifeye karşı çıkıyor. İşte aşağı yukarı yedi yıldır yaşadığımız hikayenin sizleri/bizleri getirdiği nokta bu! Sistem bu şekilde işledikçe hiçbirimiz ahlaklı kalamayız! Duyduklarımızı, bildiklerimizi, şahit olduklarımızı gizlemekten kurtulamayız! Cürümlere de ortak olmuş oluruz! Şimdi yastığa başınızı koyduğunuzda Abdullah b.Erkam’ın neden istifa ettiğini, neden halifenin yüzüne hakkı haykırdığını bir daha düşünün! İçinden Abdullah’lar çıkarmak ve onların Abdullah olarak kalmalarını sağlayacak bir sistem inşa edemezsek halimiz nice olur bir düşünün. Zaten o hal içinde olup olmadığımızı bir kez daha tefekkür edin.

Bakın sadece tarihteki mümtaz şahsiyetleri, İslam alimlerini değil; fikirleri ve itikadı yüzünden kafası koparılan Thomas More’a dönüp bakın; devletin nasıl bozulduğunu Koçi Bey’in sizlere hatırlatmasına izin verin.

Sonra dönün ve son 4-5 yılda yüzmilyarlarca liralık ihalenin dörtte üçünün neden davet usulü yapıldığını, neden ihale kanununda yaklaşık 200 kez değişiklik yapıldığını düşünün. Bu bilgilerle birlikte Abdullah b.Erkam’ı evinizde çocuklarınıza, torunlarınıza nasıl anlatacağınızı bir kez daha düşünün!

Basit bir bürokratın 180 milyon dolar servet yapabildiği bir ülkenin evlatlarına umut aşılayan bir gelecek vadetmesi mümkün müdür? Ki maalesef bunun da bilgisini denetim kurumları, yargı mekanizması ya da güvenlik birimlerinden değil, daha önce muhalefeti “kan banyosu” yaptırmakla tehdit eden bir suç örgütü liderinden öğrenmiştik. Ne çabuk unutuyoruz değil mi? Yalanlamaktan korkulan ülke gerçeklerini, yargıya asla intikal ettirilemeyecek vakaları ama düzenin ne hale sokulduğunu Sayıştay raporlarından, denetim kurumlarının araştırmalarından, ülkenin savcılarının harekete geçip hazırladıkları dosyalardan değil de, organize işlerin yaralı memurlarından öğreniyoruz!

Borç faizlerinin ana parayı kat be kat geçtiği, borçların katlanarak arttığı, çalışan nüfusun neredeyse yüzde 80’inin yoksulluk sınırı altına itildiği, yüzde 70’inin açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edildiği ama ısrafın, şatafatın kibirle taçlandırıldığı bir ülkede yaşamaya mahkum edildiğimiz gerçeğini unutturmak mümkün mü?

Bakanlığına dezenfektan satanların yargının önüne çıkarılmaktansa, minnet ve şükranla yolcu edildiği bir iktidarın mezkur zihniyetinin değiştiğini şimdi bize kim ispat edebilir?

Bir banka müdiresinin dolandırdığı, dolandırılanların da finansal suç işledikleri gerçeğinin orta yerde durduğu bir ülkede, onlara arka çıkan bir devlet başkanının olması acaba sadece bizleri mi şaşırtmıyor? Şaşırmamak hayra alamet mi? Bunları vakayı adiyeden görmek Abdullah b.Erkam’ların kemiklerini sızlatmaz mı?

E hani rasyonaliteye geçmiştik !? Bu işte bir terslik yok mu?

Yok mu bu işte bir inandırıcılık sorunu?

Yok mu bu işte güven zedeleyen, inşa edilmesi planlandığı söylenen anayasal, hukuki ve iktisadi süreçlere karşı güvensizlik ve ümitsizlik oluşturan bir tablo?

Değişmiş miyiz gerçekten seçimlerden bu yana? “Ezdirmemiş” miyiz gerçekten hiç kimseyi bu sisteme?

Ponzi sistemleri, kara para aklama operasyonları sadece magazinin konusu mu yoksa bu düzenin temelinde yer alan acı gerçeğimiz mi?

Sanki bir asır geçmiş muamelesi yapmaktayız düne.

Mesela sizin “yapısal reform” diye nitelediğiniz torba yasa konusu.

Siz “yapısal reform” dediniz ama dünden bugüne devam eden mezkur zihniyetten farkının ne olduğunu doğrusu bizler merak ettik!

TORBA YASA İÇİN “YAPISAL REFORM” ŞAKASI YAPMAK!

Şehir üniversitesinin neden kapatıldığını hatırlıyor musunuz?

Ödemeyi taahhüt ettiği meblağ, banka müdiresinin döndürdüğü fırıldaklarla karşılaştırıldığında devede kulak kalmaz mı? Bu küçük meblağı ileri sürerek bir üniversiteyi kapatıyorsunuz, üstüne muhataplarına “dolandırıcı” diye hakaret ve iftirada bulunuyorsunuz ama hem birbirlerini hem de devleti dolandıranların arkasında durup özel bir bankaya talimat verme cüretini sergiliyorsunuz. Varın şimdi zararlarını açıklayabilmek için kırk takla atan devlet bankalarının halini düşünün.

Şimdi bu zihniyet devam ediyorken, doğrusu sizin “yapısal reform” sözleriniz inanın bizleri sadece güldürdü. Tabii ki ağlanacak halimize!..

Sayın bakan; bu torba yasanın neresi “yapısal reform”du Allah aşkına sorarız sizlere!

80 küsur madde arasına “rantiyeyi vergilendirme” maddesi koydunuz da bizim mi haberimiz olmadı?

Ücretlilerin asgari ücret düzenlemesini yılda bire indirecek; bir yıl boyunca vatandaşı %60 enflasyona mahkum edeceksiniz ama KÖİ’lere, şunlara bunlara özel şartlar getireceksiniz ve bunun adı da “reform” mu olacak?

Bazı kesimlere devlet kasasından kayırmalarda bulunacaksınız;

KÖİ müteahhitlerine KDV istisnasını 31 Aralık 2028’e, yani bir seçim dönemi boyunca uzatacaksınız;

Dövizi yurt dışından getirenlere vergi istisnalarını %50’lerden %80’lere çıkaracaksınız; üstüne cumhurbaşkanına %100’e çıkarma yetkisi bahşedeceksiniz;

Büyük bir tefecilik operasyonu olan KKM’nin kurumlar vergisi istisnasını 6 ay daha uzatıp, cumhurbaşkanına da 6 ay daha uzatma hakkı vereceksiniz ve bu icraatlarınızı da millete “reform” diye pazarlamaya kalkışacaksınız!

Korkarız ki bunlar sizi de kendilerine benzetmişler sayın bakan!

Şaka değilse eğer bunlara “reform” demek en hafif tabirle “ayıp” değil mi?

Vatandaşa aynı torbada %58 gecikme zammı uygulayan sizler, finansal bakımdan batık duruma düşmüş şirketlerin borç yapılandırılmasını 2 yıla çıkarıyorsunuz. Neden battıkları açıklanmıyor ama kıyaklar çekilmeye devam ediliyor. Ne reform ama!

TCDD gibi, maliyet sapmaları 270 milyarları geçen, yani kamu zararı olan kurumların zararlarını tasfiye ediyorsunuz; “Mali Disiplin” adı altında güya kemer sıkma politikalarını madde madde açıklıyorsunuz ama ‘Kamu Tasarrufları’nı yine ara ki bulasın. Bu mu reform?!

Ücretliden kesinti yapacaksınız, vatandaşa cezai müeyyide limitlerini getireceksiniz ama birilerine de yine istisna, yine kıyak! Adı da reform!

Kusura bakmayın ama dünün “İnsan Hakları” reformlarına, “adalet ve yargı reformlarına” benzemiş bu da.

Allah aşkına, millete kemer sıktırıp seçkin gruplara servet dağıtmak değil de nedir bu torba yasa?

Sayın Şimşek siz bu maddeleri ekibinizle birlikte kendiniz mi yazdınız, yoksa siz yazdıktan sonra birileri eklemeler falan mı yaptılar? Hani “Yapısal reform” lakırdıları falan size yakışmıyor da ondan soruyoruz.

Buna “Yapısal Reform” değil ancak “Kıyaksal Rutin” denir. Paralel evrende yaşayanlar için ‘Harikalar Diyarı’ devam ediyor ama vatandaşın ateşi harlanıyor, neyin reformu Allah aşkına!

Mülakat sistemleriyle hak edeni bypass eden, akrabayı taallukatını başlarında bulundukları kurumlara yerleştiren haramzadeler halen sistemin içindeler. Ama mülakatzedeler sabırla seçimler öncesi kendilerine verilen sözlerin yerine getirilmesini beklemekteler. Sahi bu ve benzeri verilen o sözlere ne oldu?

Ya KHK’lılar! Ya haksız siyasi kriterlerle mahkumiyetlere düçar olan onbinler!

12 Eylüllerde bile dört yıl içinde biten cendere halinin kaç yıl daha süreceğini bilen var mı ekibinizin içinizde acaba? Ya da merak eden? Peki o halde neyimiz değişti?

Arkanızda durduğunu ifade ettiğiniz cumhurbaşkanının en yakınlarında görev alan, zaman zaman ombudsman misali fikirlerini (daha doğrusu uyarılarını) toplumla paylaşan Cemil Çiçek’in sözlerini hatırlıyor musunuz?

Bir ülkedeki “İstikrarın 5 ayağı”nı şöyle formüle etmişti:

·      Siyasi İstikrar

·      Hukuki İstikrar

·      Ekonomik İstikrar

·      Bürokratik İstikrar

·      Ahlaki İstikrar

Bu formülasyon aynı zamanda bir itiraf hükmündeydi değil mi? Halimizi resmeden, sistemde olmayan, sistemin deformasyona uğrattığı ve reformasyonuna da hiçbir vakit tevessül etmediği unsurlar. Peki bu istikrar abidelerini inşa etmek için dünden bugüne ne yaptık? Ne yaptık da hem yeni bütçemiz inandırıcı olacak, işe yarayacak, geleceğe dair umut verecek ve dahi “ezdirmeyip ezdirmeyecek”?

SİYASİ İSTİKRARIN 5 AYAĞI ÜZERİNE ARANIZDA HİÇ İSTİŞARE ETTİNİZ Mİ?

Soru şu; bunların temelinde yer alan hukukun üstünlüğünü sağlayabildik mi?

İçinde güçler ayrılığı, şeffaflık ve çoğulcu katılımın olduğu siyasi istikrarı yakalayabildik mi? Bürokrasi ne hallerde? Peki bütün bunlar yoksa ahlaki istikrar olur mu? Bütün bunlar sağlanamazsa ekonomik programlar dört başı mamur uygulanabilir mi? Uygulanamadığını geçmiş yakın vade yeter derecede öğretmedi mi?

Bakın size o günleri hatırlatalım. Seleflerinizin sözlerini acemice tekrar edip milletin sinir katsayısını artırıp imajınızı yerle yeksan etmeden önce bu arişivi önünüze koyalım.

Sistem başta olmak üzere, hukuk ve yargıda adalet içler acısıydı ama ekonomide hayali hedefler gırla gitmekteydi:

Faizler düşürelecekti, yatırımlar artacaktı, istihdam artışı olacaktı. Faiz düşüşüyle birlikte kur bir miktar artsa bile rekabetçi kura erişecektik. Böylece ihracat artacak, ithalat düşecek, cari fazla verecek, döviz ihtiyacını karşılayacak, kuru ve enflasyonu düşürecektik, falan filan. Harika bir döngü ama önce dağa kaçtı, sonra yandı bindi kül oldu! Buna benzer ne sözde model safsataları dinledik, dinlemekle kalmadık, uygulamalarını izledik.

Makroekonomik hiçbir varsayım gerçekçi ve güvenilir olmadı. Faiz dışı harcamaların seyri hiçbir zaman inandırıcı değildi rakamlarla ortaya çıktı. Ödenek üstü harcamalar devasa boyutta oldu. Faiz harcamalarının yükü rekor boyutlara erişti. Faiz harcamalarının vergi gelirlerine oranı sürekli arttı. Daha birkaç yıl önce her 100 liralık verginin yaklaşık 10 lirası faize giderken, ateşi sürekli yükseldi, had safhalara çıktı. Vergi gelirleri performansı düştükçe düştü. Vergiyi tabana yayan, kayıtdışılıkla mücade eden kapsamlı bir vergi reformu talebi sürekli dillendirildi ama ne gam! Bütçe dengesi altüst oldu. Bütçenin yarısı kadar bir ek bütçeyi ilk 6 ay içinde çıkarmak zorunda kaldık. KÖİ’ler belimizi 2044’lere kadar bükmeye devam edecek. Yolcu garantileri, hastane kiraları gibi yükler bütçe açısından ciddi mali yükler olmaya devam ediyor. Bunların sözleşmelerinin toplumdan ve vekillerinden gizlenmesi de cabası. Bütçeden kopuk Varlık Fonu garabeti sürdürülmeye devam ediyor. Kamu Maliyesi duruşu, devletin bilançosu çerçevesinde kağıt üzerinde sürdürülebilir görüntüler verse de; para politikasını ve finansal kesimi desteklemediği gibi sağlam bir makro ekonomik varsayımlar ve politikalar çerçevesinde hazırlanmadığı için hiçbir zaman güvenilir olmadı, ispatını geçtiğimiz dönem yaşayarak gördük.

Sizin de sözlerinize bakılınca görünen o ki geldiğimiz noktada sadece rakamlar değişti, zihniyet değil! Aşağıdaki tablo ortadayken siz o gün Meclisteki o cümleleri nasıl kurabildiniz hala şaşkınlık içindeyiz!

Bakın sizin o konuşmayı yaptığınız günlerde yoksulluk sınırı 45 bin liraya, açlık sınırı 15 bin liralara dayanmışken emekliye layık gördüğümüz standart 7 bin 500 lira idi ve bu akıbet de dünün sırtımıza bıraktığı mirastan ötürüydü. Şimdilerde “Şubat mı Mart mı?” denerek alınacak zamların hangi aydan itibaren eriyeceğinin hesapları yapılıyor. Böyle devam ederse emeklinin de çalışanın Çin’deki gibi koğuş sistemine geçmelerine az kaldı. İstanbul’da memurların ailelerini memleketlerine gönderip, ortak bir ev kiralayıp, kendilerine yeni ve katlanılır yaşam alanları oluşturduklarını biliyor muydunuz? Bu da dünün değil, geldiğimiz noktada bugünün gerçeklerinden.

Dün milyonlarca çiftçiye 50 milyar hibe verirken bunun 5-6 katını KKM’ye aktardığımızdan, aynı çiftçinin bankasından TV kanalı alsın diye hibe gibi krediler dağıtan bir sisteme razı geldiğimizden ötürü oldu ne olduysa. O çiftçiye kur garantili hibeleri çok gördük. Daha doğrusu tohum, mazot, girdi korumalı hibeleri! Bugün ise, yeni rant alanları haline getirilen köy arazilerinden arsalarını, bahçelerini satıp gitmesi, çiftçilikten çıkması için elimizden geleni ardına koymuyoruz farkında mısınız? Bu da dün olmayıp, dünün bakiyesinin bugüne faizi olsa gerek.

Az evvel “rakamlar değişmedi” demiştik ya hani! Oranlar da değişmedi. Dün, açlık sınırı 6400 lira iken emekliye 3500 lira maaş veriyorduk ve bu maaş yoksulluk sınırının yedide biri idi, bugün altıda biri. KKM’ye, ihalelere, KÖİ firmalarına, yollara, havalimanlarına, şehir hastanelerine gelince bonkörlükte yarışa girdik. Emeklinin boğazından, öğrencinin geçiminden, bütün bir milletin mahkum edildiği asgari ücretinden yapılan tahsilatlar bunların eline tıkır tıkır sayılmakta. Birkaç yüzbin kişinin içinde olduğu KKM’ye 129 milyar verildiği dönemde, milyonlarca çiftçiye sadece 29 milyar verilmişti. Bugün o KKM 800 milyarı aştı ve bakın bakalım çiftçiye ne kadar destek sunulabilmiş? Biri emeğiyle hayati, stratejik hatta jeopolitik üretim yapan bir kesim, diğeri ise zaten varolan mevduatına oturduğu yerden faiz alan. Normal şartlarda bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa. Turgut Özal ve Adnan Kahveci’nin KKM konusundaki “gelecek nesiller bu kötülüğe bir daha asla bulaşmamalı” mealindeki vasiyetini burada hatırlatmadan geçemeyeceğiz. Zira o konunun maliyetinin ne olduğu doğru düzgün ve şeffaf bir şekilde hala kamuoyuyla paylaşılmıyor.

Uzun süre “128 milyar dolar” namıyla anılan arka kapı operasyonlarının seçim dönemine dek ülkedeki kötü gidişatı gizlemenin aparatı olarak kullanıldığını, bunun için yıllık 30 milyar dolar kur bozdurma planı yapıldığını ama pandeminin bütün hesapları bozup bir yıl içinde belli ellere 90 milyar dolar civarı kurun pompalanmasına sebebiyet verdiğini bilmem hatırlatmamıza gerek var mı? Yurt dışında olsanız da eminiz, danışmanlık yaptığınız çevrelere doğru bilgiler sunmak için bu vahim ve kaotik süreci takip etmişsinizdir. Bu cendereden çıkma adına ne absürtlüklere, ne piyasa müdahalelerine girişildiğinin detayları da sizde fazlasıyla mevcuttur. İşte ne olduysa o günlerden itibaren oldu. İlk temel o günlerde atıldı. “Yerli-milli” denerek yutturulmaya çalışılan irrasyonel denemeler bize bugünleri hediye etti.

Milletin payına da vaazcılar düştü. “Az et ye, domatesi turfanda ye” diyen aklı evvellerin türediği bir düzeneğe, bir sosyo-politik kültüre mahkum edildik. Yani akıl tutulmaları sadece devletlu zevatı sarıp sarmalamadı; siyasilerin ve medyatörlerin propagandalarıyla topluma da sirayet ettirilmeye çalışılan yalan rüzgarlarına, algı operasyonlarına hep birlikte maruz kaldık ve mecburen katlandık! Velhasıl bugünlere öyle kolay erişmedik ve o günlerden çıktığımıza dair emareler hüsnü zannımızın içinde saklı. Henüz düzlüğe çıkacağımıza dair bizlere sunulan somut bir reçete yok! Kadrolar değişti ama sistem aynı sistem, başkan aynı başkan, bürokrasinin önemli bir kısmı aynı bürokrasi ve yeni gelen sizlerin ayaklarının kayması, politikalarının başarısız olması için pusuya yatmış muhterisler aynı. Dolayısıyla sizlerin de onların ellerini güçlendirecek adımlar atmaktan çekinmenizde fayda var. Zira o sitayiş cümlelerinden ötürü sizi pişmanlığa sürükleyecek günleri inşallah yaşamazsınız. Bir sabah kalktığımızda, boşalan koltuklar, “yaptığı hizmetlerden ötürü kendilerine müteşekkir olunan”, istifa müessesesi kalmadığı için azledilen şahsiyetlerin ardından yeniden yas tutmak zorunda kalmayız inşallah! “İnşallah” diyoruz ama, mevcut sistem sürdüğü müddetçe o gelişmelerin kapımıza dayanmayacağına dair hiçbir garantimiz/garantiniz yok!

SELEFLERİNİZ ÖYLE CÜMLELER PEK KURMAZ, “İTİRAF”I PROPAGANDAYA ÇEVİRİRLERDİ

Hepimiz biliyoruz ki enflasyon hırsızlıktır. Cebimizdeki paranın iznimiz olmadan tırtıklanmasıdır. Ne olmuştu biliyor musunuz sayın Şimşek; siz geldiğinizde “oh” çeken selefiniz bu tırtıklamanın itirafında bulunmuştu!

“Bu işten zarar ettiğini” itiraf ettiği milyonlarla bir ara dertleşmişti. Bilahare Milletten tırtıklanan para pul olmuş ama 6 ay sonra manşet enflasyona göre yapılmıştı! E bu millet daha ne istiyordu ki!

Yani bu sözlerin birkaç gün evvelinde resmen şunu söylemişti:

“Zengini daha zengin etmeye mecburduk ve maalesef dar gelirli zarar gördü.”

Nasıl ama? Diyor ki özetle mealen; “bakın sizinle dürüstçe dertleşiyorum, gerçekleri açıkça paylaşıyorum; bundan sonraki sözlerime de bu güvenle bakmanızı rica ediyorum” (en azından seçimlere kadar)

Sizin yaptığınızdan daha akıllıca ve üstelik -maalesef- daha doğru olduğu kesin! Meselemiz nostalji yapmak değil elbette. O gün ona söylediklerimizi sizlere de hatırlatmak istiyoruz. Halimiz ortadayken, bu gerçekliğin resmini milletin (ya da yabancı yatırımcı vb’lerinin) gözünden kaçırmanın alemi yok!

Bakın bizler o zaman nasıl itiraz etmiş, ne söylemişiz sayın Nebati’ye:

“Neyi aktardınız sayın bakan? 14 yıl boyunca yılda ortalama 50 milyar fazi ödüyorduk, 330 milyara çıkarttınız. 170 milyar da KKM etti mi size 500 milyar? Düşünün bakalım bu 500 milyar ile neler yapılabilirdi? Eğer sizin irrasyonel inadınız yüzünden bu hale gelmeseydik, 450 milyar cebimizde kalacaktı? Düşünün ki bu parayla neler yapılmazdı? Kaç tane Çanakkale köprüsü, yol, hastane yapar da çocuklarımızı elin taahhüt firmalarına borçlu kılmazdık. Onların yurt dışından yüksek faizle aldıkları döviz borçlarının ödemelerini evlatlarımıza yüklemezdik. Öğrenci burslarını artırır, sağlıklı yemeklerin sunulduğu bedava yurt imkanları oluştururduk. Sanayiye, teknolojiye, Ar-Ge’ye ayrılır, yeni üretim ve istihdam alanları oluşurdu. Start-Up’lar daha fazla beslenirdi. Hiçbir şey yapılmasa, ücretli çalışanlar işverene hiç yük olmadan ihya edilir, çiftçiye 4-5 misli hibede bulunur, eğitimi bedava yapar, gençlerin inovasyon çalışmalarına milyarlar akıtırdık da geriye dönüp bakmazdık bile.

Zira ısrafa değil geçime, eğitime, hayata, umuda, yani insanımızın mululuğuna yatırım yapmış olurduk. Böylece bit pazarına nur yağdırır gibi toprak altından şunu bulduk, denizden bunu çıkardık diye umut tacirliği yapmak zorunda kalınmazdı. Yepyeni bir tarım politikasını örgütlemenin startı verilebilirdi. Akaryakıt dünyada artsa bile, mazotu, gübreyi, ilacı korumalı bir sistemle çiftçi ihya edilirdi; onların ürettikleri de halk pazarlarını şenlendirirdi.

Halkımız pazarın kapanma saatini beklemek zorunda kalmazdı. Domatese, ete, peynire, zeytinyağına karşıdan bakmak zorunda kalmazdı. Çocuğuna ne kadar harçlık vereceğini düşünüp hesaplamak zorunda kalmazdı. Hastanelerimizin randevu sistemleri tıkanmaz, ilaçların birkaç milyarlık bedellerini dahi ödeyemez, o ilaçları bulamaz hale gelmezdik.

O faizlere milyarlar ödemek zorunda kalırken, bankaların kârını yüzde 400 artırırken, KÖİ’lere 150-160 milyarlık ödemeleri garanti ederken içleri rahat! Bütün bu maliyetin adını da ‘hizmet’ koymuşlar. Yahu yılda 50 milyar öderken hizmet yok muydu bu memlekette!? Bu yalanlara yaslanırken vicdanları hiç titremiyor! Neymiş ?! Yılın ilk beş ayında meskenlerin kullandığı doğalgazı yüzde 81 sübvanse etmişler! Oysa kuru fırlatmasalardı bütçeden bunun yarısı bile çıkmayacaktı. Yanlışın bedelini hepbirlikte ödedik ama bununla gurur duymamızı istiyorlar.

Bakın şimdi asgari ücretli sayısı da 10 milyondan 12 milyona çıktı. Acaba ardından işsizlik mi gelir, istihdam düşer mi soruları geliyor. Bir de bu işin iş veren boyutu var. Bunlar ülkeyi öyle bir sarmala soktular ki balon gibi, buradan sıksan diğer taraftan şişiyor!”

İşte o günlerden geldik bugünlere. Şimdi bütün bu yaşadığımız kara komediyi bize süslü sözlerle nasıl unutturabileceksiniz? Bunların hesabı verildi, özeleştirisi yapıldı mı ki, yepyeni bir sürece adım attığımıza inansın bu millet!

“Yapısal reformların”, “kamuda tasarrufun” adını ağzına almaktan korkan, “tasarruf” deyince çıtayı kırtasiye giderlerinden öteye taşıyamayan bir ürkekliğe millet nasıl güvensin!

“Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” sözü seçim meydanlarının aldatmaca sloganı olarak kaldı. Şimdi o cümleyi kurabilecek bir babayiğit görebilir miyiz acaba? “Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” dese, “hangi geçmişte yaptıkların?” diye sormazlar mı? Göğüslerini gere gere “son 6-7 yıldır yaptıklarımız” diyecek, diyene inanacak birine o sözleri sarfettiğiniz Meclis koridorlarında ya da sokakta rastlamak artık mümkün müdür acaba?

“Reform” diye “mış gibi” bağırıp durdular 5-6 yıl boyunca ama yaptıkları ortada. Avrupalı parlementerlerin önünde İnsan Hakları Stratejik Eylem Planını anlatırken, ortakların “AYM Kapatılmalı” diye ünlediği bir vasatta gerçekten reform yapılacağına kimi inandırabilirdiniz ki? Nitekim öyle de oldu. Ne Yargı, ne İnsan Hakları, ne de başka bir alanda reformun “R” sini göremedik! Adını çok duyduk ama hayata geçirecek iradeden eser yoktu. Daha doğrusu niyet yoktu. Hiçbir zaman da olmadı.

İronik ama siz ne idüğü ortada olan bir torba yasaya “yapısal reform” derken, bunlar daha önce “KİT’lerde reform yapacağız” diyorlardı. Sahi o konuda sizin bir bilginiz var mı acaba? “Bütçe açığı şu şu rakamları geçmeyecek” diyorlardı; kamuda israfı büyüttükçe büyüttüler. Dün; “Rekabeti düzenlemek”ten bahsediyordu birileri ama kamuda yandaş kayırmacılığı katlanarak devam etti. Dün; sözde “Piyasaları düzenleyeceklerdi” ama piyasalara nasıl müdahale ettiklerini hepimiz müşahade ettik. Hazine’nin normal şartlarda yapması gereken işleri dahi “reform” diye pazarladılar ama onu da beceremediler. Bütün vaatlerini alt alta sıralasak; bütün müjdelerini üstüste koysak; son 5-6 yılın vahim tablosu buradan Şangay’a yol olur. 6-7 yıl önce bizi uçuracak bir ekonomiden ve herkes için adalet reformundan bahsediyorlardı; tarumar olmuş bir hukuk düzeni, iflas etmiş para ve maliye politikalarıyla, gemiyi seçimlere kadar karaya oturtmamanın derdine düştüler. “Bağımsız yargı” hayalleri pazarlarken; gerçekler yargıya sınırsız müdahale oldu. Mızrak çuvalı öylesine deldi ki, “Rüşvet” yozlaşması yargının üst kademelerinin birbirlerini ithamlarıyla alenileşip topluma mal oldu. Çoğu alanda “suç”un kendisi değil, itiraflarında bulunanlar yargının konusu olabildi.

Her ağızlarını açtıklarında aş, iş, istihdam ve özgürlükten bahsediyorlardı, işsizlik rakamları, genç ve kadın işsizliği ortada; özgürlükler deseniz halini arz etmekten korkan bir toplum yarattılar. Yetmedi dezenformasyon yasalarını getirdiler. Sözde, kurumlar demokratikleşecekti; ortalık sivil muhtıralardan geçilmez oldu. “Nankör” ve “hain” olmak istemeyenlerin lal kesildiği bir toplum yapısını dayattılar. Anayasa Mahkemesi başta, tehdit edilmedik kurum, kuruluş, dernek, oda, vakıf kalmadı. “Kamuda tasarruf” adı altında hamasi sloganlar atarken dahi, kamuya milyonluk yeni araç alım ihaleleri yapanlar yine kendileriydi.

Dün “yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” demekten ar etmiyorlardı; Millete “Merak etmeyin yine biz çözeriz” propagandası yapıyorlardı; bizler de “E buyur çöz o zaman neyi bekliyorsun, güç senin elinde” dedik. Dön baba dönelim misali, “geçmişte yaptım zaten, bak oraya görürsün” dediler. Geçmişi geleceğe kefil kıldılar. Kıldılar da ne oldu? Bırakın 20 yıl önceyi; 40 yıl öncesini aratır hale geldiler. Dünya ekonomisindeki payımız, yüzde 1.23’ten 2021’de % 0.86’ya indi! Ne zamanın seviyesiydi bu biliyor musunuz? Tam 42 yıl öncesinin! 1980 yılının! İşte rakamlar sayın bakan:

1980 yılında dünya ekonomisi 11.2 trilyon dolarken, 2020 yılında 84.5 trilyon dolara çıkmıştı! Bizim payımız ise 1980’deki seviyemize inmişti. Politikaları dolarizasyon iken dilleri hep liralaşma oldu. Dün gaza gelip 3 liradan dolar bozduran vatandaş da bugün 30 liradan dolar almakta.

Milletin aklıyla alay ettiler adeta! Siz çok iyi hatırlarsınız. Halktan epistemolojik bir kopuş yaşamış bakan, bir dönem İngiltere’ye gidip “heterodoks” politikaları anlatıp bunlardan sermaye bekliyordu. Nasıl bir kara mizahtır ki; işte o İngiltere’nin Muhafazakar Başbakanı Liz Truss ‘heterodoks’ politikalar uygulamaya kalktı, İngiliz parasını dolar karşısında ezdirdi, Nebati’nin dil döktüğü iş dünyasına, vergileri düşürerek 45 milyar sterlin -tabiri caizse- rüşvet bile verdi. Ama hem o iş dünyasından hem de kendi partisinden gelen tepkilerle istifa etmek zorunda kaldı. Adamlar baktılar ki, bu politikaların sonucu astarı yüzünden pahalıya gelecek, mevcut kazançlarından vazgeçtiler. “Orta sınıf ezilirse, elindekileri de kaybederse, ülke batarsa hepimiz kaybederiz” diye bu işe bir son verdiler.

Peki bizde ne olmuştu hatırlıyor musunuz? Bir ülkeyi batağa, başbakanı istifaya sürükleyen sürecin kat be kat fazlası bizde yaşandı ama kimsenin kılı kıpırdamadı; yüzü kızarmadı! Utanmayı bırakın, yanlışlarını gösterenlere hakaret ettiler, ihanetle suçladılar, davalar açtılar! Ne istifa müessesesi işledi ne bedel ödeyen çıktı! Adamlar “böyle giderse hepbirlikte kaybeceğiz” diye baktı; bizimkiler “evet, yukarıyı besledik, aşağıdakiler ezildi ama sabretmeliyiz” diye itiraf edip vaaz verdiler! Elin İngilizi de hata yapmıyor mu? Yapıyor! Ama hatadan döndüren bir parlementer sistemleri var! “Hatanın neresinden dönsek kardır” diye bakan siyasi elitleri, iş dünyası, tepki vermesinden korkulan toplumsal tabakaları, ve hepsiyle birlikte işleyen bir hukuk ve demokrasi kültürleri var! Peki bizimkilerde ne vardı? “Yanlıştan dönelim” desen, denetleyip yaptırımı mümkün kılacak bir sistem yoktu; ki hala yok! Bedelini de bütün bir toplum olarak hepbirlikte ödüyoruz. O bedel kar topu gibi büyüdü ve sizin ve ekibinizin önüne de devasa bir yük bıraktı. Şimdi bütün bu yükü elinizde sihirli değnek olmadığına göre bir kısmının altını çizdiğimiz çözüm önerileriyle tedaviye girişmek gerekmez mi? Bütün bunları konuşmadan, “ülkenin de paraya ihtiyacı olmadığı” ilginç savını da peşine takarak, “milletin 6 ay gibi kısa bir sürede ve -rakamların aksine- enflasyona ezidirilmediğini iddia etmek gerçeklerle yüzleşmeye, tedaviye tanı koyup yol almaya yardımcı olur mu?

Rakamlar hala ortada. Bizler siz yokken, dört yılda halkın borcunu dörde katlayıp, enflasyonu o kıskandığımız ülkelerin sekiz-on katına çıkaranlara tahammül ettik. Bunları da adına bazen “pandemi”, bazen “savaş lobisi”, “faiz lobisi”, “iç mihraklar” denen “kader”e bağladılar; sürekli o kadere isyan ettiler. Toplumun da akidesini bozdular. Sorsanız aileyi koruyacaklar ama ekip biçtikleri yozlaşma ortamı yüzünden aile bütünlüğü gittikçe bozuluyor, aileler parçalanıyor, boşanma oranları artıyor, evlenme oranları azalıyor. Peşi sıra işçi, öğrenci, KHK’lı intiharları birbirini izledi. Şiddetin her türü çoğalıyor. Bunlar; itibardan tasarruf etmeyen, burnunun dikine kibir abideleri olarak yaşayacak diye halkın yüzde 80’i yoksulluk sınırının altına itiliyor. Fakirlik yaygınlaşıyor. Ama “dış güçler-iç mihraklar” ezberini bu milletin kafasına çivi gibi çakmaktan, milleti kaos ve beka korkusuyla travmalara, sendromlara sarıp sarmalamaktan vazgeçmediler.

OLAN BİTENİN SORUMLUSU HANGİ ALANDA DIŞ GÜÇLER VE İÇ MİHRAKLARDI?

Başkanlık rejimine geçmemizden bu yana paramızın yüzde 800’lerde değer kaybetmesinin suçlusu ekonomi uzmanlarının onca uyarısına rağmen inatla uygulanan akıldışı politikalar değil de dış güçler miydi?

128 milyar dolar rezervin satışında ve yalnızca bunun yurt içinde satılan kısmından iki sene içinde meçhul birilerinin en az yüzmilyarlarca lira kazanmasının ve bu arada milletin yoksullaşmasının sorumlusu dış güçler miydi?

Yandaş Holding gazete sahibi olsun diye milletin parasını bu işe yatırıp alacağının üstüne soğuk su içmek zorunda kalan kamu bankalarının buna benzer görev zararlarının sorumlusu dış güçler miydi?

Önceki dönemlerde kâr eden Çaykur, THY, BOTAŞ, PTT, TCDD, Türkiye Denizcilik İşletmeleri, TPAO, Borsa İstanbul, TÜRKSAT, Eti Maden ve Kayseri Şeker’in de aralarında bulunduğu devlete ait şirketlerin çoğunun Varlık Fonu’na devredilip tek elden yönetilmeye başladıktan sonra zarar eder hale gelmelerinin sorumlusu dış güçler miydi!

Çoğu Türkiye’nin kendi kaynaklarını kullanarak “üretim” yapması fikrine dayalı “eski bir ekonomi modelinin” ürünleri olan bu şirketlerin varlıklarını güvence olarak gösterip dışarıdan yüksek faizli kredi toplama fikri de dış güçlerin miydi!

Devlette kurumsal geleneklerin, tecrübenin, istişarenin, liyakatin bir yana bırakılıp kişiye bağlı yönetim anlayışını salık verenler dış güçler miydi!

Her kurumun merkezdeki dar bir çevrenin kontrolüne alınarak işlevsizleştirilmesinin sorumlusu dış güçler miydi!

Şahsi ve siyasi çıkarların milli çıkarların önüne geçirilmesinin, dış politikanın iç politikaya meze yapılmasının, kuvvetler ayrılığının sona erdirilmesinin, devlette denge-denetleme mekanizmalarının ve hukukun ortadan kaldırılmasının, oy tabanının konsolide edilmesi uğruna toplumdaki kutuplaşmanın körüklenmesinin sorumlusu da dış güçler miydi!

Bütün bunların doğal sonucu olarak devletin yönetilmez hale gelmesinin, ekonominin yeniden krize girmesinin, işsizliğin, yüksek enflasyonun ve nihayet devalüasyonun sorumlusu da hep dış güçler miydi!

Yani sayın bakan; Erdoğan’ın “verin yetkiyi bu kardeşinize” dediği günden bu yana ülkenin iki yakası bir araya gelmedi. Bir devlet başkanı bir kez, iki kez yanıldı, öngörüsü doğru çıkmadı diyelim. 6-7 yıl boyunca yanılır mı? Çelişkiye düşer mi? Aldatılır mı? 6-7 yıl boyunca ne dediyse tam tersi çıkar mı? Burada bir terslik, bir sakatlık yok mu? Ülkenin ekonomisini uçuracak vaadiyle getirdiği hükümet sistemi ülkenin felaketi oldu. “İstikrar sağlanacak” dendiği halde Türkiye’de istikrar diye bir şey kalmadı. Hızlı yönetmek adı altında, “Büroktratik oligarşiye artık geçit yok” sözleriyle kurumlar çökertildi, ekonomi başta olmak üzere hiçbir alanda dikiş tutmadı.

“Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” tezindeki inadın ağır faturasını hepbirlikte ödemeye devam ediyoruz. Bakalım bu defa Tersine değil de Mersin’e kalkan otobüs bizi hedefe ulaştıracak mı? Bakalım, içinde hukukun ve sistemik kurumsallaşmanın olmadığı, hem bağımlı hem yaralı yargıyla, tırpanlanmış özgürlüklerle, bypass edilmiş sivil toplumla, haklar konusunda gerilemelerin olduğu ve demokrasinin topal ördek misali ayakta kalmaya çalıştığı bir vasatta, sadece iktisat matematiğine dayalı rasyonalite tutumuyla bu ağır faturadan çıkabilecek miyiz? Bakalım, sadece o rasyonel mantığa dayalı siyasetle eski güvenilirliğimizi tekrardan geri getirebilecek miyiz? Bakalım Mersin’e ulaşma niyeti olan otobüs bizi hem hukukta hem de bölüşümde adaletli bir limana ulaştırabilecek mi?

Velhasıl sayın bakan, nazicane tavsiyemiz, siyaseti bırakın da hele önce bir yol alın, somut icraatları ortaya koyun, halka umut bahşedecek adımlar atın da ondan sonra siyasi polemiklerin olduğu kavgalara girişin. Zira daha yolun başında, karşınızda lojistikleri TMO silolarını dolduracak muhalifleriniz var. Onlar siz yokken de buradaydılar. Son 7 yılın tüm depremlerini, tüm artçılarını yaşadılar. O lojistiğe elde baston karşı koymak mümkün değil. Gereği de yok. Tüm bu satırlarda konu ettiğimiz hususların da sihirli değnekle çözülmeyeceğini artık sokaktaki çocuklar da bilmekte. Ayineniz işiniz olsun, ki bu sistemde zaten işiniz olabildiğince zorlu. Size işler kötü gittiğinde dahi destek olmayı sürdürecek insanlarla aranıza bu düzenin kırmızı çizgilerini koymayın. Gün gelip kurban verilmek istendiğinizde yanınızda bu insanları bulmak istiyorsanız bu geniş vizyonu ve adaleti arayışını elden bırakmayın.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aliya! - Acilen anlaşılmayı bekleyen tecrübe ve bilgelik 19.10.2020

Onun, yarım asırdan fazlası bir yana, özellikle otuz yıl önce yaşadığı tecrübelerin ona kattıklarından damıtılmış sözleri, uyarıları, teklifleri hala anlaşılmayı bekliyor. Hangi siyasal süreci yaşarsanız yaşayın, bir evresinde karşınıza o çıkıp size çağdaş dünyada nasıl, hangi ölçütlerle düşünmeniz ve davranmanız gerektiğini hatırlatıyor. Savaş ya da barış şartları farketmiyor. Coğrafyalar anlamsızlaşıyor. İyi ve güzel olan herşeyin adını İslam koyuşu mesajını da evrenselleştiriyor. İki kaynağa dayanıyor: Biri vahiy ve kültürü, diğer insanlık tecrübesi. Tümünü tevhid akidesinin çağdaş yorumlarında mezcederek Müslümanlara ve insanlığa sunuyor. Ontoloji, epistemoloji, ahlak, siyaset, hukuk, felsefe; tümü birden onun yaşam alanından süzülerek gelen erdemlerin işe yarar, dişe dokunur şekilde harmanlandığı bir gerçeklik alanı olarak neşvünema buluyor. Boşa konuşmadığını, “felsefe” yapmadığını, “reel siyaset”in nefsine hoş gelene taviz vermediğini hayatı ispat ediyor. Yaşamadığını önermediği...

Gelin bu bataklıktan ortak akıl ve elbirliğiyle çıkalım! 11.12.2020

Halk Radyo’da Gelecek Partili avukat Hasan Seymen ile Türkiye’de her kesimden ve her alandan OHAL KHK mağdurunun yakından tanıdığı KHK’lı hukukçu Levent Mazılıgüney’in programını takip edebildiniz mi bilmiyorum. Değilse mutlaka izlemelisiniz.   (https://www.youtube.com/watch?v=oL__kWsdi_Y&feature=youtu.be&ab_channel=HalkRadyo)   Programda Türkiye’nin son yıllarda içine girdiği yargı ve hukuk girdabının MR’ı çekilirken, aslında reform denilen şeyin de bugüne dek çiğnenegelen normların, yasaların uygulanmasının gerekliliğinden daha fazla bir şey olmadığı anlatılmaya çalışıldı.   Mazılıgüney, üzerinden dört buçuk yıl geçmesine rağmen halen devam eden operasyonlardan duyduğu endişeleri belirterek başladı analizlerine. Haksız değildi, içlerinde beraat eden ve soruşturmaları halen devam eden insanların da bulunduğu bu operasyonlara duyulan ihtiyaç gerçekten de devletin hala kendisi için yeterli güven ortamını sağlayamayışından mı kaynaklanmaktaydı yoksa toplumu yönetmed...