Sayın Şimşek sözlerimiz size, tekil olarak
şahsınıza.
Geleceğinizi duyduğumuzda tüm ümit
kırıklıklarımıza, tüm birikmiş öfkelerimize rağmen nasıl da umutlanmıştık.
İşinin ehli, rasyonel politikalara yol verecek, gelirken kimbilir ne pazarlıklar
etmiş, birilerine rağmen göğsünü entrikalara siper etmiş, mevcut sistemin tüm olumsuzluklarının
sürdüğünü bildiğimiz halde, doğru bildiklerinden asla taviz vermeyecek idolümüz
olmaya adaydınız! Yalnızca biraz zamana ihtiyacınız vardı ki ondan da bizde
bolca vardı. Son yedi yılı yara berelerle atlatmış gaziler olarak,
ümitlerimizin kırıntılarını tane tane toplayıp soframıza koyacağınızı dört
gözle beklemekteydik!
Bizi seraptan uyandıran şey Meclis konuşmanız
oldu. Tüm “acabalar”a rağmen artırmaya çalıştığımız umutların bir kez daha
törpülenmesine sebebiyet verdi. Onca yaşadığımız kabustan sonra zihinlerde
“Rasyonel politikalar gütmeye çalışan bir teknokrat” olarak kalmanız iyi
olurdu. Selefleriniz kötü yönetime beceriksiz siyasetlerini ve siyasi retoriklerini
katmışlardı ki öfke ile umutsuzluğu birarada yaşatmaktaydılar. Siz ise öfkeleri
bir parça dindirmiş, umutları görece artırmış, kalıbının adamı imajına halel
gelmemesi için ardından niyazlara durulmuş bir kişiliktiniz. Kimbilir belki de
zorluklar yaşıyor ama doğru bildiğinizden taviz vermemeye çalışıyordunuz.
Zihniyetleri malum olan, geçmişi kara kabusa çevirmiş liyakatsiz muhteris
kadrolarla kimbilir ne çatışmaların içerisindeydiniz! Bilmesek de boşlukları
hayallerimiz, umutlarımız, yıllara sari tecrübelerimiz doldurmaktaydı. Lakin
önce Gaye hanımın amatörlere rahmet okutturacak çıkışlarına şahit olduk,
ardından da sizin Meclisteki performansınıza. Eyvah eyvah! Gerek var mıydı bu
siyasi atraksiyonlara! Hem de “Vatandaşı enflasyona ezdirmedik” polemikleri
eşliğinde. Bu sözler siyaseten mi söyleniyordu yoksa bir teknokrat olarak mı?
Hangi vasıfla söylenirse söylensin kulakları tırmalayan, dejavulere iten “eyvah
ki ne eyvah” dedirten türdendi. Ülkenin yarısı uydurma enflasyon rakamlarının
zamlarıyla asgari ücrete mahkum edilmiş, aynı uydurma rakamlar emeklileri
darboğaza itmiş, ülkede sosyal yardım alan hane dört yılda dört kat artmış, asgari
ücret yoksulluk sınırının dörtte birine düşmüş, milyonlarca emekli açlık
sınırının yarısında geçinmeye zorlanmış, ülkenin yüzde yetmişi yoksullukta
eşitlenmiş bir halde iken ve buradan çıkış için umutvar özeleştiriler, gerçekçi
söylemler, ileriye dönük sahici tabloların çizilmesini beklerken, birden
karşımızda çakmak çakmak gözlerle (selefiniz hiç olmazsa ağlayan milleti
ışıltılı gözlere bakmaya davet ederek güldürmeyi beceriyordu) “vatandaşı
enflasyona ezdirmedik” diyen bir bakan vardı. Ne gerek vardı hayallerimizi,
ümitlerimizi, tutunduğumuz dalı bir fiskede dümura uğratmaya.
Olmadı!
Ardından gelen ve hiç yeri olmadığı halde zorla
cümleler arasına tıkıştırılan cumhurbaşkanını taltif ifadeleri, dejavu
sahnelerini film şeridi gibi geçirdi gözlerimizin önünden. Hem de içinde hiçbir
yaratıcı tuluatın olmadığı, doğaçlama becerisinin de yerlerde süründüğü retorikler
eşliğinde. Bu performans, piyasaları bilmeyiz ama bizim gibi hayallerini ümitlerinin
peşine takmış; olanı değil olması gerekeni o zihin dünyasının zirvesine koymuş
duygusal insanlar için hiç iyi olmadı.
“Neden mi bu uzun giriş?” Zira, siz yokken biz
neler yaşadık ah bi bilseniz! Siz gelir gelmez sadece “finansal rasyonalite”ye
vurgu yapmıştınız ama biz adalet, hukuk, yargı, siyaset,
kutuplaştırma,..velhasıl her alandaki irrasyonaliteye mahkum şekilde yedi
yıldır bu havayı teneffüs etmekteydik. Sizin reçetenize sarılmaktaki gayemiz,
bizlerin zaten yıllardır ifade ettiği gerçekleri bir de devletin en tepesinden
duymuş olmanın verdiği mutluluktu. Bizim gibi düşünen, meselelere gerçekçi,
akli, vicdani açıdan bakmaya çalışan, etrafı kurtlarla çevrilmiş olsa da,
tecrübelerini sahaya aktarmaktan taviz vermeyecek, geçmişte yaşadıklarından da
gerekli dersleri çıkartmış olan bir şahsiyete tekrar kavuşmuş olmanın umuduyla.
İçinde hamasetin varolduğu eleştirilerini göğüsleyerek, pembe tablomuzu birkaç
dakikalık performans ile yerle yeksan eden size aşk olsun!
Hatta o performanstan, sitayişle bahsettiğiniz,
tarafınca desteklendiğinizi iddia ettiğiniz şahsiyetlerin bile memnun olmadıklarını
tahmin ettiğimizi söyleyebiliriz. Size seleflerinizin yarattığı son yılların
panaromasını hatırlatmak isteriz. Nitekim “ezdirmedik” sözlerinizin neden
inandırıcı olmadığını sadece iktisadi rakamlar söylemiyor, ülkenin yedi yıllık
ve günden güne her alanda daha beter hale gelen karnesi, bahsini ettiğiniz
alanın çok çok fevkinde nice “ezdirmeler”e sahnelik etti.
DEMANS BİLE O 7 YILIN PANAROMASINI
UNUTTURAMAZ
12.Bütçe ve Kalkınma Planı üzerine
tartıştığımız bugünlerde sizi biraz eskiye götüreceğiz. Yok, öyle nostalji
yolculuğu falan yaptırmayacağız; eski dediysek birkaç ay hadi bilemediniz 2 yıl
evveline.
Önce bir bakın bakalım; “Büyük Türkiye”, “Güçlü
Türkiye”, “Uçacağız, kimse bizi tutamayacak” mottolarıyla topluma lanse edilen Cumhurbaşkanlığı
Hükümet Sistemine geçtiğimizden bu yana, yani 11. Kalkınma Planındaki hangi
hedefler tutturulmuş! Ekibinize o enkazın maliyet çalışmasını bir yaptırın
öncelikle.
Ama sadece finansal boyut değil, sadece para ve
maliye politikaları değil; sizin hedeflerinizi de yakından ilgilendiren, başta
hukuk ve adalet olmak üzere tüm alanlara ilişkin karnelerimize, uluslararası
kuruluşların notlandırmalarına, o sıralamalarda neden geriye düştüğümüze bir
bakın ki o yanlışlardan nasıl çıkacağımızın çarelerini ortak akılla bulabilelim!
Böyle yaparsanız, yıllardır bu meselelerde dil döken, dirsek çürüten
muhalefetle de didişmeye, “bizim paraya ihtiyacımız yok ki” gibi sözde
gerekçelerle acemice ikna etmeye çalışmazsınız. Polemik yapmak beceri ister, ustalık
ister ama öncelikle o alandaki ahlaki meşruiyeti ve gerçekçiliği kuşanmışlık
ister. Keşke meselemiz sadece yanlış hesaplar, sadece muhasebe işleri, sadece
matematik olsaydı. Öyle olmadığını, sistemik yanlışların içine metazori şekilde
battığımızı herkes iyi bilmekte.
Sayın bakan! Bu toplum, damat bakanın 28 ay
boyunca içinde olduğu son 5 yıllık süreçte ne sözler işitti, neler gördü
geçirdi bir bilseniz. “YEM, TEM, Çin Modeli” derken model üstüne modelden söz
edildi ki aynı anda ülke yolsuzluk endekslerinde de hak ihlalleri konularında
da rekor üstüne rekor kırmaktaydı. Yalnızca AİHM’in önüne yığılan binlerce
vatandaşımız sizi iknaya yeterli olur mu acaba? Bir yandan insanların sofrasını
dağıtır, cebindeki parayı tırtıklar, sırtındaki küfenin yükünü artırmaya
ahdederken, diğer yandan siyasi kriterlerle yüzbinlerce, aileleriyle birlikte
milyonlarca insan mağdur edildi, ülkenin sinerjisi tüketildi.
Acaba siz “ezdirmediğinizi” söyleseniz de,
insanlar için umutvar olacağını düşündüğümüz hesaplar yaparken, kaç kişi bu
ülkede kötü muameleye maruz kaldı; kaç milyon kişi terörle iltisaklılık
soruşturmalarından geçti; kaç hasta ve yaşlı mahkum mağduriyetler yaşadı; kaç
kalantor ihale rantlarıyla zengin edildi; hazine garantili işlerle, faiz
politikalarıyla hangi kaynaklar ne kadar kurutuldu? Sizlerin olduğu yıllarda
yılda 50 milyar faiz öderken, bu rakam nasıl olup da 500 milyarlara geldi? KKM
eliyle, FETÖ Borsaları marifetiyle kimlere servet transferleri yapıldı ve
yozlaşma iklimine ne türden bir gelir adaletsizliği eşlik etti! “Ezdirmedik”
sözünü duyan kulakların aklına sadece matematik, sadece uydurma TÜİK rakamları
falan gelmiyor bilesiniz, bunların tümü tıpkı torba yasalarda olduğu gibi
topyekün, bir hamlede o trajedi çuvalının içinden çıkıveriyor.
O MASALLARI SÜRDÜREREK VARILACAK
BİR MENZİL KALDI MI?
Şu an birlikte olduklarınız ise bu millete
masallar anlattılar. Yaşanılan tüm sorunları, beka problemlerine, pandemiye,
dış dünyaya hamlettiler. Rakamlara takla attırarak, dünyada da ekonominin ne
kadar kötü olduğunu millete pazarladılar. İşte siz o sözleri söylerken, sizden
umut eden insanların aklına, o eski kadroların karabasan misali milletin
üzerine çöreklenen söylem ve icraatları geldi.
Eminiz ki siz de burada olsaydınız ve olanlara
şahitlik etseydiniz, uzatılan mikrofonlara konuşsaydınız, sizin de kulaklarınız
“mandacı”, “gayrı milli” ithamlarıyla tırmalanacaktı. Sahi siz buradan “faiz
lobilerinin adamı” denerek uğurlanmamış mıydınız! Belki o günlerde siz de
burada olsanız tıpkı bizler gibi “adalet, hukuk, demokrasi, şeffaflık, denetim,
ehliyet-liyakat, öngörülebilirlik, rasyonalite” diye haykırmak zorunda
kalacaktınız.
“Faiz sebep enflasyon sonuç”, “nas var” gibi
sözleri hatırlatarak tereciye tere satmayalım; lafı da fazla uzatmayalım ama danışmanlarınıza
söyleyin de size millete “dejavu” yaptıracak söylemlerden uzak durmanızı
sürekli hatırlatsınlar. Siz “paraya da ihtiyacımız yok” dediğinizde belki dış
aktörlere bazı mesajlar vermek istemiş olabilirsiniz ama milletin aklına 3Y’nin
ve dahi kuruyan kaynaklarımızın geldiğini sizlere hatırlatmak isteriz.
Piyasaları ve toplum psikolojisini üzmeme çabanız varsa, herkesin bildiği
sırlara vakıf değilmiş ya da o alanların insanların hayatı üzerinden etkisi
yokmuş gibi konuşmayı terketmeniz herkesin hayrına olacaktır.
SELEFLERİNİZDEN NE ÇEKTİK AH BİR BİLSENİZ
Senaryosu,
yapımcılığı, yönetmenliği üçüncü sınıf olan bir filmi bütün bir topluma döne
döne izlettiler. TÜİK gibi
kurumlara yalanlar söyletip; patates, soğan depoları basıp; marketçiyi, depocuyu
suçlayıp ellerindeki devasa medya aracılığıyla bu illüzyonu millete izlettiler.
Bildiğimiz kadarıyla siz inançlı bir
insansınız! Bu adamlar kötü yönetime ve kötü giden ekonomiye kılıf ararken “din dili”ni bu
işlere alet ettiler. İçlerinde yoksula garibana “ısraf etmeyin, az yiyin
peygamber de öyle yapardı” diyenler bile çıktı. Biz de ne yaptık biliyor
musunuz? Madem ki dini, sireti, İslam tarihini katakulli işlerine alet
ediyorlardı, madem ki gençleri dinden soğutup deizmin pençelerine atıyorlardı
biz de onların önüne sizin de hikayesini iyi bildiğinizi düşündüğümüz Abdullah
bin Erkam gibilerin örnekliğini koyduk.
Hatırlayacağınız üzere Hz. Osman’ın “beytülmal görevlisi”,
yani devlet hazinesinin başındaki yetkilisi, yani dönemin Hazine-Maliye Bakanı Abdullah
bin Erkam isimli bir sahabeydi.
Rivayetlere göre Osman, devlet hazinesinden çeşitli
kişilere yüksek miktarda ödemeler yapmasını emrettiğinde Abdullah bunu reddetmişti.
Ona göre, devlet parası kişilere bu şekilde ‘ihsan’ edilemezdi.
Hz. Osman, Abdullah’ı azarlamıştı:
“Sen benim emrettiklerimi yapan
hazine görevlimsin.” demişti.
Abdullah’ın cevabı şu olmuştu:
“Ben Müslümanların beytülmalinin
gözeticisiyim, senin akrabalarının değil!”
Ardından Abdullah istifa etmiş, hazinenin anahtarlarını
da mescide asmıştı!
“Nass”
konusunda çok hassas olduklarını iddia eden bizler, acaba içimizden bir tane
Abdullah b.Erkam çıkarabilecek miyiz, çok merak ediyoruz.
Dikkat
ederseniz bu rivayette bizler için bir kıssa daha var. O da, Abdullah b.Erkam’ın
Allah korkusu ve halka karşı sorumluluk hissiyle başvurduğu “istifa” müessesesi.
Bizler bu ülkede 21.yüzyılın başında onu işletmekten aciz hale geldik.
İleride
insanlığın zamanda yolculuk yapacağı günler de gelecek belki de kimbilir. Ama
bizim yöneticilerimize hiç tavsiye etmiyoruz, zira insanı utandırmaktan başka
ne işe yarayacak ki bu iş!
Öyle
ya! 14 asır önce “sorumluluk ve eleştiri kültürü”; 21. yüzyılda “itaat ve sadakat
kültürü”
Sizce
de bu işte bir terslik yok mu sayın Şimşek?
Oysa
def’i mefsedete, yani kötülükleri defetmeye gücün yetmiyorsa, bulunduğun makamı
terkedersin, değil mi? Yani “hicret” edersin. Hicret; elbette sadece bulunduğun
makamı, yeri, beldeyi terketmek değildir. Hicret, önce kalpte/yürekte,
zihniyette başlar. Aslolan öncelikle örgütlü/organize kötülüklerin yayıldığı,
yetim hakkının yendiği, hukukun ayakları altına alındığı, emanete hıyanet
edilip halkın malının ganimet bellendiği zihniyeti terketmek, kalbinden söküp
atmaktır. Kalbinden söküp atan, zaten o makamlarda bir saniye durmaz; nefsini
hesaba çeker; din gününü düşünür; Rabbinin karşısından vereceği hesabı düşünür!
SİZ DE ABDULLAH BİN ERKAMLARI ÖRNEK ALIN
İşte
biz de onlara bunları hatırlattık; size de şimdi hatırlatmış olalım:
Dikkat
ederseniz Abdullah bin Erkam “liderimizin tensipleriyle sizlere bu hibeleri
bahşediyorum” falan demiyor; gücü oranında bizzat halifeye karşı çıkıyor. İşte
aşağı yukarı yedi yıldır yaşadığımız hikayenin sizleri/bizleri getirdiği nokta
bu! Sistem bu şekilde işledikçe hiçbirimiz ahlaklı kalamayız! Duyduklarımızı,
bildiklerimizi, şahit olduklarımızı gizlemekten kurtulamayız! Cürümlere de
ortak olmuş oluruz! Şimdi yastığa başınızı koyduğunuzda Abdullah b.Erkam’ın
neden istifa ettiğini, neden halifenin yüzüne hakkı haykırdığını bir daha
düşünün! İçinden Abdullah’lar çıkarmak ve onların Abdullah olarak kalmalarını
sağlayacak bir sistem inşa edemezsek halimiz nice olur bir düşünün. Zaten o hal
içinde olup olmadığımızı bir kez daha tefekkür edin.
Bakın
sadece tarihteki mümtaz şahsiyetleri, İslam alimlerini değil; fikirleri ve
itikadı yüzünden kafası koparılan Thomas More’a dönüp bakın; devletin nasıl bozulduğunu
Koçi Bey’in sizlere hatırlatmasına izin verin.
Sonra
dönün ve son 4-5 yılda yüzmilyarlarca liralık ihalenin dörtte üçünün neden
davet usulü yapıldığını, neden ihale kanununda yaklaşık 200 kez değişiklik
yapıldığını düşünün. Bu bilgilerle birlikte Abdullah b.Erkam’ı evinizde
çocuklarınıza, torunlarınıza nasıl anlatacağınızı bir kez daha düşünün!
Basit
bir bürokratın 180 milyon dolar servet yapabildiği bir ülkenin evlatlarına umut
aşılayan bir gelecek vadetmesi mümkün müdür? Ki maalesef bunun da bilgisini
denetim kurumları, yargı mekanizması ya da güvenlik birimlerinden değil, daha önce muhalefeti “kan banyosu” yaptırmakla tehdit eden bir suç örgütü
liderinden öğrenmiştik. Ne çabuk unutuyoruz değil mi? Yalanlamaktan korkulan
ülke gerçeklerini, yargıya asla intikal ettirilemeyecek vakaları ama düzenin ne
hale sokulduğunu Sayıştay raporlarından, denetim kurumlarının
araştırmalarından, ülkenin savcılarının harekete geçip hazırladıkları
dosyalardan değil de, organize işlerin yaralı memurlarından öğreniyoruz!
Borç faizlerinin ana parayı kat be kat geçtiği, borçların
katlanarak arttığı, çalışan nüfusun neredeyse yüzde 80’inin yoksulluk sınırı
altına itildiği, yüzde 70’inin açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edildiği
ama ısrafın, şatafatın kibirle taçlandırıldığı bir ülkede yaşamaya mahkum
edildiğimiz gerçeğini unutturmak mümkün mü?
Bakanlığına dezenfektan satanların yargının önüne
çıkarılmaktansa, minnet ve şükranla yolcu edildiği bir iktidarın mezkur
zihniyetinin değiştiğini şimdi bize kim ispat edebilir?
Bir banka müdiresinin dolandırdığı, dolandırılanların
da finansal suç işledikleri gerçeğinin orta yerde durduğu bir ülkede, onlara
arka çıkan bir devlet başkanının olması acaba sadece bizleri mi şaşırtmıyor?
Şaşırmamak hayra alamet mi? Bunları vakayı adiyeden görmek Abdullah
b.Erkam’ların kemiklerini sızlatmaz mı?
E hani rasyonaliteye geçmiştik !? Bu işte bir terslik
yok mu?
Yok mu bu işte bir inandırıcılık sorunu?
Yok mu bu işte güven zedeleyen, inşa edilmesi
planlandığı söylenen anayasal, hukuki ve iktisadi süreçlere karşı güvensizlik
ve ümitsizlik oluşturan bir tablo?
Değişmiş miyiz gerçekten seçimlerden bu yana?
“Ezdirmemiş” miyiz gerçekten hiç kimseyi bu sisteme?
Ponzi sistemleri, kara para aklama operasyonları
sadece magazinin konusu mu yoksa bu düzenin temelinde yer alan acı gerçeğimiz
mi?
Sanki bir asır geçmiş muamelesi yapmaktayız düne.
Mesela sizin “yapısal reform” diye nitelediğiniz torba
yasa konusu.
Siz “yapısal reform” dediniz ama dünden bugüne devam
eden mezkur zihniyetten farkının ne olduğunu doğrusu bizler merak ettik!
TORBA YASA İÇİN “YAPISAL REFORM” ŞAKASI
YAPMAK!
Şehir
üniversitesinin neden kapatıldığını hatırlıyor musunuz?
Ödemeyi
taahhüt ettiği meblağ, banka müdiresinin döndürdüğü fırıldaklarla
karşılaştırıldığında devede kulak kalmaz mı? Bu küçük meblağı ileri sürerek bir
üniversiteyi kapatıyorsunuz, üstüne muhataplarına “dolandırıcı” diye hakaret ve
iftirada bulunuyorsunuz ama hem birbirlerini hem de devleti dolandıranların
arkasında durup özel bir bankaya talimat verme cüretini sergiliyorsunuz. Varın
şimdi zararlarını açıklayabilmek için kırk takla atan devlet bankalarının
halini düşünün.
Şimdi
bu zihniyet devam ediyorken, doğrusu sizin “yapısal reform” sözleriniz inanın
bizleri sadece güldürdü. Tabii ki ağlanacak halimize!..
Sayın
bakan; bu torba yasanın neresi “yapısal reform”du Allah aşkına sorarız sizlere!
80
küsur madde arasına “rantiyeyi vergilendirme” maddesi koydunuz da bizim mi
haberimiz olmadı?
Ücretlilerin
asgari ücret düzenlemesini yılda bire indirecek; bir yıl boyunca vatandaşı %60
enflasyona mahkum edeceksiniz ama KÖİ’lere, şunlara bunlara özel şartlar
getireceksiniz ve bunun adı da “reform” mu olacak?
Bazı
kesimlere devlet kasasından kayırmalarda bulunacaksınız;
KÖİ
müteahhitlerine KDV istisnasını 31 Aralık 2028’e, yani bir seçim dönemi boyunca
uzatacaksınız;
Dövizi
yurt dışından getirenlere vergi istisnalarını %50’lerden %80’lere çıkaracaksınız;
üstüne cumhurbaşkanına %100’e çıkarma yetkisi bahşedeceksiniz;
Büyük
bir tefecilik operasyonu olan KKM’nin kurumlar vergisi istisnasını 6 ay daha
uzatıp, cumhurbaşkanına da 6 ay daha uzatma hakkı vereceksiniz ve bu
icraatlarınızı da millete “reform” diye pazarlamaya kalkışacaksınız!
Korkarız
ki bunlar sizi de kendilerine benzetmişler sayın bakan!
Şaka
değilse eğer bunlara “reform” demek en hafif tabirle “ayıp” değil mi?
Vatandaşa
aynı torbada %58 gecikme zammı uygulayan sizler, finansal bakımdan batık duruma
düşmüş şirketlerin borç yapılandırılmasını 2 yıla çıkarıyorsunuz. Neden
battıkları açıklanmıyor ama kıyaklar çekilmeye devam ediliyor. Ne reform ama!
TCDD
gibi, maliyet sapmaları 270 milyarları geçen, yani kamu zararı olan kurumların
zararlarını tasfiye ediyorsunuz; “Mali Disiplin” adı altında güya kemer sıkma
politikalarını madde madde açıklıyorsunuz ama ‘Kamu Tasarrufları’nı yine ara ki
bulasın. Bu mu reform?!
Ücretliden
kesinti yapacaksınız, vatandaşa cezai müeyyide limitlerini getireceksiniz ama
birilerine de yine istisna, yine kıyak! Adı da reform!
Kusura
bakmayın ama dünün “İnsan Hakları” reformlarına, “adalet ve yargı reformlarına”
benzemiş bu da.
Allah
aşkına, millete kemer sıktırıp seçkin gruplara servet dağıtmak değil de nedir
bu torba yasa?
Sayın
Şimşek siz bu maddeleri ekibinizle birlikte kendiniz mi yazdınız, yoksa siz
yazdıktan sonra birileri eklemeler falan mı yaptılar? Hani “Yapısal reform” lakırdıları
falan size yakışmıyor da ondan soruyoruz.
Buna
“Yapısal Reform” değil ancak “Kıyaksal Rutin” denir. Paralel evrende yaşayanlar
için ‘Harikalar Diyarı’ devam ediyor ama vatandaşın ateşi harlanıyor, neyin
reformu Allah aşkına!
Mülakat sistemleriyle hak edeni bypass eden, akrabayı
taallukatını başlarında bulundukları kurumlara yerleştiren haramzadeler halen
sistemin içindeler. Ama mülakatzedeler sabırla seçimler öncesi kendilerine
verilen sözlerin yerine getirilmesini beklemekteler. Sahi bu ve benzeri verilen
o sözlere ne oldu?
Ya KHK’lılar! Ya haksız siyasi kriterlerle
mahkumiyetlere düçar olan onbinler!
12 Eylüllerde bile dört yıl içinde biten cendere
halinin kaç yıl daha süreceğini bilen var mı ekibinizin içinizde acaba? Ya da
merak eden? Peki o halde neyimiz değişti?
Arkanızda durduğunu ifade ettiğiniz cumhurbaşkanının
en yakınlarında görev alan, zaman zaman ombudsman misali fikirlerini (daha
doğrusu uyarılarını) toplumla paylaşan Cemil Çiçek’in sözlerini hatırlıyor
musunuz?
Bir
ülkedeki “İstikrarın 5 ayağı”nı şöyle formüle etmişti:
· Siyasi İstikrar
· Hukuki İstikrar
· Ekonomik İstikrar
· Bürokratik
İstikrar
· Ahlaki İstikrar
Bu
formülasyon aynı zamanda bir itiraf hükmündeydi değil mi? Halimizi resmeden,
sistemde olmayan, sistemin deformasyona uğrattığı ve reformasyonuna da hiçbir
vakit tevessül etmediği unsurlar. Peki bu istikrar abidelerini inşa etmek için
dünden bugüne ne yaptık? Ne yaptık da hem yeni bütçemiz inandırıcı olacak, işe
yarayacak, geleceğe dair umut verecek ve dahi “ezdirmeyip ezdirmeyecek”?
SİYASİ İSTİKRARIN 5 AYAĞI ÜZERİNE ARANIZDA HİÇ İSTİŞARE ETTİNİZ
Mİ?
Soru
şu; bunların temelinde yer alan hukukun üstünlüğünü sağlayabildik mi?
İçinde
güçler ayrılığı, şeffaflık ve çoğulcu katılımın olduğu siyasi istikrarı yakalayabildik
mi? Bürokrasi ne hallerde? Peki bütün bunlar yoksa ahlaki istikrar olur mu? Bütün
bunlar sağlanamazsa ekonomik programlar dört başı mamur uygulanabilir mi? Uygulanamadığını
geçmiş yakın vade yeter derecede öğretmedi mi?
Bakın
size o günleri hatırlatalım. Seleflerinizin sözlerini acemice tekrar edip
milletin sinir katsayısını artırıp imajınızı yerle yeksan etmeden önce bu
arişivi önünüze koyalım.
Sistem
başta olmak üzere, hukuk ve yargıda adalet içler acısıydı ama ekonomide hayali
hedefler gırla gitmekteydi:
Faizler düşürelecekti, yatırımlar artacaktı, istihdam
artışı olacaktı. Faiz düşüşüyle birlikte kur bir miktar artsa bile rekabetçi
kura erişecektik. Böylece ihracat artacak, ithalat düşecek, cari fazla verecek,
döviz ihtiyacını karşılayacak, kuru ve enflasyonu düşürecektik, falan filan.
Harika bir döngü ama önce dağa kaçtı, sonra yandı bindi kül oldu! Buna benzer
ne sözde model safsataları dinledik, dinlemekle kalmadık, uygulamalarını
izledik.
Makroekonomik hiçbir varsayım gerçekçi ve
güvenilir olmadı. Faiz dışı harcamaların seyri hiçbir zaman inandırıcı değildi
rakamlarla ortaya çıktı. Ödenek üstü harcamalar devasa boyutta oldu. Faiz
harcamalarının yükü rekor boyutlara erişti. Faiz harcamalarının vergi
gelirlerine oranı sürekli arttı. Daha birkaç yıl önce her 100 liralık verginin
yaklaşık 10 lirası faize giderken, ateşi sürekli yükseldi, had safhalara çıktı.
Vergi gelirleri performansı düştükçe düştü. Vergiyi tabana yayan,
kayıtdışılıkla mücade eden kapsamlı bir vergi reformu talebi sürekli
dillendirildi ama ne gam! Bütçe dengesi altüst oldu. Bütçenin yarısı kadar bir
ek bütçeyi ilk 6 ay içinde çıkarmak zorunda kaldık. KÖİ’ler belimizi
2044’lere kadar bükmeye devam edecek. Yolcu garantileri, hastane kiraları gibi yükler
bütçe açısından ciddi mali yükler olmaya devam ediyor. Bunların sözleşmelerinin
toplumdan ve vekillerinden gizlenmesi de cabası. Bütçeden kopuk Varlık Fonu garabeti
sürdürülmeye devam ediyor. Kamu Maliyesi duruşu, devletin bilançosu çerçevesinde
kağıt üzerinde sürdürülebilir görüntüler verse de; para politikasını ve
finansal kesimi desteklemediği gibi sağlam bir makro ekonomik varsayımlar ve
politikalar çerçevesinde hazırlanmadığı için hiçbir zaman güvenilir olmadı,
ispatını geçtiğimiz dönem yaşayarak gördük.
Sizin de sözlerinize bakılınca görünen o ki geldiğimiz
noktada sadece rakamlar değişti, zihniyet değil! Aşağıdaki tablo ortadayken siz
o gün Meclisteki o cümleleri nasıl kurabildiniz hala şaşkınlık içindeyiz!
Bakın sizin o konuşmayı yaptığınız günlerde yoksulluk
sınırı 45 bin liraya, açlık sınırı 15 bin liralara dayanmışken emekliye layık gördüğümüz
standart 7 bin 500 lira idi ve bu akıbet de dünün sırtımıza bıraktığı mirastan
ötürüydü. Şimdilerde “Şubat mı Mart mı?” denerek alınacak zamların hangi aydan
itibaren eriyeceğinin hesapları yapılıyor. Böyle devam ederse emeklinin de
çalışanın Çin’deki gibi koğuş sistemine geçmelerine az kaldı. İstanbul’da
memurların ailelerini memleketlerine gönderip, ortak bir ev kiralayıp,
kendilerine yeni ve katlanılır yaşam alanları oluşturduklarını biliyor
muydunuz? Bu da dünün değil, geldiğimiz noktada bugünün gerçeklerinden.
Dün milyonlarca çiftçiye 50 milyar hibe
verirken bunun 5-6 katını KKM’ye aktardığımızdan, aynı çiftçinin bankasından TV
kanalı alsın diye hibe gibi krediler dağıtan bir sisteme razı geldiğimizden
ötürü oldu ne olduysa. O çiftçiye kur garantili hibeleri çok gördük. Daha
doğrusu tohum, mazot, girdi korumalı hibeleri! Bugün ise, yeni rant alanları
haline getirilen köy arazilerinden arsalarını, bahçelerini satıp gitmesi,
çiftçilikten çıkması için elimizden geleni ardına koymuyoruz farkında mısınız?
Bu da dün olmayıp, dünün bakiyesinin bugüne faizi olsa gerek.
Az evvel “rakamlar değişmedi” demiştik ya
hani! Oranlar da değişmedi. Dün, açlık sınırı 6400 lira iken emekliye 3500 lira
maaş veriyorduk ve bu maaş yoksulluk sınırının yedide biri idi, bugün altıda
biri. KKM’ye, ihalelere, KÖİ firmalarına, yollara, havalimanlarına, şehir
hastanelerine gelince bonkörlükte yarışa girdik. Emeklinin boğazından,
öğrencinin geçiminden, bütün bir milletin mahkum edildiği asgari ücretinden
yapılan tahsilatlar bunların eline tıkır tıkır sayılmakta. Birkaç yüzbin
kişinin içinde olduğu KKM’ye 129 milyar verildiği dönemde, milyonlarca çiftçiye
sadece 29 milyar verilmişti. Bugün o KKM 800 milyarı aştı ve bakın bakalım
çiftçiye ne kadar destek sunulabilmiş? Biri emeğiyle hayati, stratejik hatta
jeopolitik üretim yapan bir kesim, diğeri ise zaten varolan mevduatına oturduğu
yerden faiz alan. Normal şartlarda bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa. Turgut
Özal ve Adnan Kahveci’nin KKM konusundaki “gelecek nesiller bu kötülüğe bir
daha asla bulaşmamalı” mealindeki vasiyetini burada hatırlatmadan geçemeyeceğiz.
Zira o konunun maliyetinin ne olduğu doğru düzgün ve şeffaf bir şekilde hala
kamuoyuyla paylaşılmıyor.
Uzun süre “128 milyar dolar” namıyla anılan
arka kapı operasyonlarının seçim dönemine dek ülkedeki kötü gidişatı gizlemenin
aparatı olarak kullanıldığını, bunun için yıllık 30 milyar dolar kur bozdurma
planı yapıldığını ama pandeminin bütün hesapları bozup bir yıl içinde belli
ellere 90 milyar dolar civarı kurun pompalanmasına sebebiyet verdiğini bilmem
hatırlatmamıza gerek var mı? Yurt dışında olsanız da eminiz, danışmanlık
yaptığınız çevrelere doğru bilgiler sunmak için bu vahim ve kaotik süreci takip
etmişsinizdir. Bu cendereden çıkma adına ne absürtlüklere, ne piyasa
müdahalelerine girişildiğinin detayları da sizde fazlasıyla mevcuttur. İşte ne
olduysa o günlerden itibaren oldu. İlk temel o günlerde atıldı. “Yerli-milli”
denerek yutturulmaya çalışılan irrasyonel denemeler bize bugünleri hediye etti.
Milletin
payına da vaazcılar düştü. “Az et ye, domatesi turfanda ye” diyen aklı
evvellerin türediği bir düzeneğe, bir sosyo-politik kültüre mahkum edildik.
Yani akıl tutulmaları sadece devletlu zevatı sarıp sarmalamadı; siyasilerin ve
medyatörlerin propagandalarıyla topluma da sirayet ettirilmeye çalışılan yalan
rüzgarlarına, algı operasyonlarına hep birlikte maruz kaldık ve mecburen
katlandık! Velhasıl bugünlere öyle kolay erişmedik ve o günlerden çıktığımıza
dair emareler hüsnü zannımızın içinde saklı. Henüz düzlüğe çıkacağımıza dair
bizlere sunulan somut bir reçete yok! Kadrolar değişti ama sistem aynı sistem,
başkan aynı başkan, bürokrasinin önemli bir kısmı aynı bürokrasi ve yeni gelen
sizlerin ayaklarının kayması, politikalarının başarısız olması için pusuya
yatmış muhterisler aynı. Dolayısıyla sizlerin de onların ellerini güçlendirecek
adımlar atmaktan çekinmenizde fayda var. Zira o sitayiş cümlelerinden ötürü
sizi pişmanlığa sürükleyecek günleri inşallah yaşamazsınız. Bir sabah
kalktığımızda, boşalan koltuklar, “yaptığı hizmetlerden ötürü kendilerine
müteşekkir olunan”, istifa müessesesi kalmadığı için azledilen şahsiyetlerin
ardından yeniden yas tutmak zorunda kalmayız inşallah! “İnşallah” diyoruz ama,
mevcut sistem sürdüğü müddetçe o gelişmelerin kapımıza dayanmayacağına dair
hiçbir garantimiz/garantiniz yok!
SELEFLERİNİZ ÖYLE CÜMLELER PEK KURMAZ, “İTİRAF”I PROPAGANDAYA
ÇEVİRİRLERDİ
Hepimiz
biliyoruz ki enflasyon hırsızlıktır. Cebimizdeki paranın iznimiz olmadan
tırtıklanmasıdır. Ne olmuştu biliyor musunuz sayın Şimşek; siz geldiğinizde
“oh” çeken selefiniz bu tırtıklamanın itirafında bulunmuştu!
“Bu
işten zarar ettiğini” itiraf ettiği milyonlarla bir ara dertleşmişti. Bilahare Milletten
tırtıklanan para pul olmuş ama 6 ay sonra manşet enflasyona göre yapılmıştı! E
bu millet daha ne istiyordu ki!
Yani
bu sözlerin birkaç gün evvelinde resmen şunu söylemişti:
“Zengini daha zengin etmeye mecburduk ve maalesef dar gelirli
zarar gördü.”
Nasıl
ama? Diyor ki özetle mealen; “bakın sizinle dürüstçe dertleşiyorum, gerçekleri
açıkça paylaşıyorum; bundan sonraki sözlerime de bu güvenle bakmanızı rica
ediyorum” (en azından seçimlere kadar)
Sizin
yaptığınızdan daha akıllıca ve üstelik -maalesef- daha doğru olduğu kesin! Meselemiz
nostalji yapmak değil elbette. O gün ona söylediklerimizi sizlere de
hatırlatmak istiyoruz. Halimiz ortadayken, bu gerçekliğin resmini milletin (ya
da yabancı yatırımcı vb’lerinin) gözünden kaçırmanın alemi yok!
Bakın
bizler o zaman nasıl itiraz etmiş, ne söylemişiz sayın Nebati’ye:
“Neyi aktardınız sayın bakan? 14 yıl boyunca yılda ortalama 50
milyar fazi ödüyorduk, 330 milyara çıkarttınız. 170 milyar da KKM etti mi size
500 milyar? Düşünün bakalım bu 500 milyar ile neler yapılabilirdi? Eğer sizin
irrasyonel inadınız yüzünden bu hale gelmeseydik, 450 milyar cebimizde
kalacaktı? Düşünün ki bu parayla neler yapılmazdı? Kaç tane Çanakkale köprüsü,
yol, hastane yapar da çocuklarımızı elin taahhüt firmalarına borçlu kılmazdık.
Onların yurt dışından yüksek faizle aldıkları döviz borçlarının ödemelerini
evlatlarımıza yüklemezdik. Öğrenci burslarını artırır, sağlıklı yemeklerin
sunulduğu bedava yurt imkanları oluştururduk. Sanayiye, teknolojiye, Ar-Ge’ye
ayrılır, yeni üretim ve istihdam alanları oluşurdu. Start-Up’lar daha fazla
beslenirdi. Hiçbir şey yapılmasa, ücretli çalışanlar işverene hiç yük olmadan
ihya edilir, çiftçiye 4-5 misli hibede bulunur, eğitimi bedava yapar, gençlerin
inovasyon çalışmalarına milyarlar akıtırdık da geriye dönüp bakmazdık bile.
Zira ısrafa değil geçime, eğitime, hayata, umuda, yani insanımızın
mululuğuna yatırım yapmış olurduk. Böylece bit pazarına nur yağdırır gibi
toprak altından şunu bulduk, denizden bunu çıkardık diye umut tacirliği yapmak
zorunda kalınmazdı. Yepyeni bir tarım politikasını örgütlemenin startı
verilebilirdi. Akaryakıt dünyada artsa bile, mazotu, gübreyi, ilacı korumalı
bir sistemle çiftçi ihya edilirdi; onların ürettikleri de halk pazarlarını
şenlendirirdi.
Halkımız pazarın kapanma saatini beklemek zorunda kalmazdı.
Domatese, ete, peynire, zeytinyağına karşıdan bakmak zorunda kalmazdı. Çocuğuna
ne kadar harçlık vereceğini düşünüp hesaplamak zorunda kalmazdı.
Hastanelerimizin randevu sistemleri tıkanmaz, ilaçların birkaç milyarlık
bedellerini dahi ödeyemez, o ilaçları bulamaz hale gelmezdik.
O faizlere milyarlar ödemek zorunda kalırken, bankaların kârını
yüzde 400 artırırken, KÖİ’lere 150-160 milyarlık ödemeleri garanti ederken
içleri rahat! Bütün bu maliyetin adını da ‘hizmet’ koymuşlar. Yahu yılda 50
milyar öderken hizmet yok muydu bu memlekette!? Bu yalanlara yaslanırken
vicdanları hiç titremiyor! Neymiş ?! Yılın ilk beş ayında meskenlerin
kullandığı doğalgazı yüzde 81 sübvanse etmişler! Oysa kuru fırlatmasalardı
bütçeden bunun yarısı bile çıkmayacaktı. Yanlışın bedelini hepbirlikte ödedik ama
bununla gurur duymamızı istiyorlar.
Bakın şimdi asgari ücretli sayısı da 10 milyondan 12 milyona
çıktı. Acaba ardından işsizlik mi gelir, istihdam düşer mi soruları geliyor.
Bir de bu işin iş veren boyutu var. Bunlar ülkeyi öyle bir sarmala soktular ki
balon gibi, buradan sıksan diğer taraftan şişiyor!”
İşte
o günlerden geldik bugünlere. Şimdi bütün bu yaşadığımız kara komediyi
bize süslü sözlerle nasıl unutturabileceksiniz? Bunların hesabı verildi,
özeleştirisi yapıldı mı ki, yepyeni bir sürece adım attığımıza inansın bu
millet!
“Yapısal
reformların”, “kamuda tasarrufun” adını ağzına almaktan korkan, “tasarruf”
deyince çıtayı kırtasiye giderlerinden öteye taşıyamayan bir ürkekliğe millet
nasıl güvensin!
“Yaptıklarımız
yapacaklarımızın teminatıdır” sözü seçim meydanlarının aldatmaca sloganı olarak
kaldı. Şimdi o cümleyi kurabilecek bir babayiğit görebilir miyiz acaba?
“Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” dese, “hangi geçmişte
yaptıkların?” diye sormazlar mı? Göğüslerini gere gere “son 6-7 yıldır
yaptıklarımız” diyecek, diyene inanacak birine o sözleri sarfettiğiniz Meclis
koridorlarında ya da sokakta rastlamak artık mümkün müdür acaba?
“Reform”
diye “mış gibi” bağırıp durdular 5-6 yıl boyunca ama yaptıkları ortada. Avrupalı
parlementerlerin önünde İnsan Hakları Stratejik Eylem Planını anlatırken, ortakların
“AYM Kapatılmalı” diye ünlediği bir vasatta gerçekten reform yapılacağına kimi
inandırabilirdiniz ki? Nitekim öyle de oldu. Ne Yargı, ne İnsan Hakları, ne de
başka bir alanda reformun “R” sini göremedik! Adını çok duyduk ama hayata
geçirecek iradeden eser yoktu. Daha doğrusu niyet yoktu. Hiçbir zaman da
olmadı.
İronik
ama siz ne idüğü ortada olan bir torba yasaya “yapısal reform” derken, bunlar
daha önce “KİT’lerde reform
yapacağız” diyorlardı. Sahi o konuda sizin bir bilginiz var mı acaba? “Bütçe
açığı şu şu rakamları geçmeyecek” diyorlardı; kamuda israfı büyüttükçe
büyüttüler. Dün; “Rekabeti düzenlemek”ten bahsediyordu birileri ama kamuda yandaş
kayırmacılığı katlanarak devam etti. Dün; sözde “Piyasaları düzenleyeceklerdi” ama
piyasalara nasıl müdahale ettiklerini hepimiz müşahade ettik. Hazine’nin normal şartlarda yapması
gereken işleri dahi “reform” diye pazarladılar ama onu da beceremediler. Bütün vaatlerini alt alta sıralasak; bütün müjdelerini üstüste koysak; son 5-6 yılın vahim tablosu buradan Şangay’a yol olur. 6-7 yıl önce bizi uçuracak bir
ekonomiden ve herkes için adalet reformundan bahsediyorlardı; tarumar olmuş bir
hukuk düzeni, iflas etmiş para ve maliye politikalarıyla, gemiyi seçimlere
kadar karaya oturtmamanın derdine düştüler. “Bağımsız yargı” hayalleri pazarlarken; gerçekler
yargıya sınırsız müdahale oldu. Mızrak çuvalı öylesine deldi ki, “Rüşvet”
yozlaşması yargının üst kademelerinin birbirlerini ithamlarıyla alenileşip
topluma mal oldu. Çoğu alanda “suç”un kendisi değil, itiraflarında bulunanlar
yargının konusu olabildi.
Her ağızlarını açtıklarında aş, iş, istihdam ve
özgürlükten bahsediyorlardı, işsizlik rakamları, genç ve kadın işsizliği
ortada; özgürlükler deseniz halini arz etmekten korkan bir toplum yarattılar. Yetmedi
dezenformasyon yasalarını getirdiler. Sözde, kurumlar demokratikleşecekti;
ortalık sivil muhtıralardan geçilmez oldu. “Nankör” ve “hain” olmak
istemeyenlerin lal kesildiği bir toplum yapısını dayattılar. Anayasa Mahkemesi
başta, tehdit edilmedik kurum, kuruluş, dernek, oda, vakıf kalmadı. “Kamuda
tasarruf” adı altında hamasi sloganlar atarken dahi, kamuya milyonluk yeni araç
alım ihaleleri yapanlar yine kendileriydi.
Dün “yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır”
demekten ar etmiyorlardı; Millete “Merak etmeyin yine biz çözeriz” propagandası
yapıyorlardı; bizler de “E buyur çöz o zaman neyi bekliyorsun, güç senin
elinde” dedik. Dön baba dönelim misali, “geçmişte yaptım zaten, bak oraya
görürsün” dediler. Geçmişi geleceğe kefil kıldılar. Kıldılar da ne oldu? Bırakın
20 yıl önceyi; 40 yıl öncesini aratır hale geldiler. Dünya ekonomisindeki
payımız, yüzde 1.23’ten 2021’de % 0.86’ya indi! Ne zamanın seviyesiydi bu
biliyor musunuz? Tam 42 yıl öncesinin! 1980 yılının! İşte rakamlar sayın bakan:
1980 yılında dünya ekonomisi 11.2 trilyon dolarken,
2020 yılında 84.5 trilyon dolara çıkmıştı! Bizim payımız ise 1980’deki
seviyemize inmişti. Politikaları dolarizasyon iken dilleri hep liralaşma oldu.
Dün gaza gelip 3 liradan dolar bozduran vatandaş da bugün 30 liradan dolar
almakta.
Milletin aklıyla alay ettiler adeta! Siz çok iyi
hatırlarsınız. Halktan epistemolojik bir kopuş yaşamış bakan, bir dönem
İngiltere’ye gidip “heterodoks” politikaları anlatıp bunlardan sermaye
bekliyordu. Nasıl bir kara mizahtır ki; işte o İngiltere’nin Muhafazakar
Başbakanı Liz Truss ‘heterodoks’ politikalar uygulamaya kalktı, İngiliz
parasını dolar karşısında ezdirdi, Nebati’nin dil döktüğü iş dünyasına, vergileri
düşürerek 45 milyar sterlin -tabiri caizse- rüşvet bile verdi. Ama hem o iş
dünyasından hem de kendi partisinden gelen tepkilerle istifa etmek zorunda
kaldı. Adamlar baktılar ki, bu politikaların sonucu astarı yüzünden pahalıya
gelecek, mevcut kazançlarından vazgeçtiler. “Orta sınıf ezilirse, elindekileri
de kaybederse, ülke batarsa hepimiz kaybederiz” diye bu işe bir son verdiler.
Peki
bizde ne olmuştu hatırlıyor musunuz? Bir ülkeyi batağa, başbakanı istifaya
sürükleyen sürecin kat be kat fazlası bizde yaşandı ama kimsenin kılı kıpırdamadı;
yüzü kızarmadı! Utanmayı bırakın, yanlışlarını gösterenlere hakaret ettiler, ihanetle
suçladılar, davalar açtılar! Ne istifa müessesesi işledi ne bedel ödeyen çıktı!
Adamlar “böyle giderse hepbirlikte kaybeceğiz” diye baktı; bizimkiler “evet,
yukarıyı besledik, aşağıdakiler ezildi ama sabretmeliyiz” diye itiraf edip vaaz
verdiler! Elin İngilizi de hata yapmıyor mu? Yapıyor! Ama hatadan döndüren bir
parlementer sistemleri var! “Hatanın neresinden dönsek kardır” diye bakan
siyasi elitleri, iş dünyası, tepki vermesinden korkulan toplumsal tabakaları, ve
hepsiyle birlikte işleyen bir hukuk ve demokrasi kültürleri var! Peki bizimkilerde
ne vardı? “Yanlıştan dönelim” desen, denetleyip yaptırımı mümkün kılacak bir
sistem yoktu; ki hala yok! Bedelini de bütün bir toplum olarak hepbirlikte
ödüyoruz. O bedel kar topu gibi büyüdü ve sizin ve ekibinizin önüne de devasa
bir yük bıraktı. Şimdi bütün bu yükü elinizde sihirli değnek olmadığına göre bir
kısmının altını çizdiğimiz çözüm önerileriyle tedaviye girişmek gerekmez mi?
Bütün bunları konuşmadan, “ülkenin de paraya ihtiyacı olmadığı” ilginç savını
da peşine takarak, “milletin 6 ay gibi kısa bir sürede ve -rakamların aksine-
enflasyona ezidirilmediğini iddia etmek gerçeklerle yüzleşmeye, tedaviye tanı
koyup yol almaya yardımcı olur mu?
Rakamlar hala ortada. Bizler siz yokken, dört
yılda halkın borcunu dörde katlayıp, enflasyonu o kıskandığımız ülkelerin sekiz-on
katına çıkaranlara tahammül ettik. Bunları da adına bazen “pandemi”, bazen
“savaş lobisi”, “faiz lobisi”, “iç mihraklar” denen “kader”e bağladılar;
sürekli o kadere isyan ettiler. Toplumun da akidesini bozdular. Sorsanız aileyi
koruyacaklar ama ekip biçtikleri yozlaşma ortamı yüzünden aile bütünlüğü
gittikçe bozuluyor, aileler parçalanıyor, boşanma oranları artıyor, evlenme
oranları azalıyor. Peşi sıra işçi, öğrenci, KHK’lı intiharları birbirini izledi.
Şiddetin her türü çoğalıyor. Bunlar; itibardan tasarruf etmeyen, burnunun
dikine kibir abideleri olarak yaşayacak diye halkın yüzde 80’i yoksulluk
sınırının altına itiliyor. Fakirlik yaygınlaşıyor. Ama “dış güçler-iç mihraklar”
ezberini bu milletin kafasına çivi gibi çakmaktan, milleti kaos ve beka
korkusuyla travmalara, sendromlara sarıp sarmalamaktan vazgeçmediler.
OLAN BİTENİN SORUMLUSU HANGİ ALANDA
DIŞ GÜÇLER VE İÇ MİHRAKLARDI?
Başkanlık rejimine
geçmemizden bu yana paramızın yüzde 800’lerde değer kaybetmesinin suçlusu
ekonomi uzmanlarının onca uyarısına rağmen inatla uygulanan akıldışı
politikalar değil de dış güçler miydi?
128 milyar dolar rezervin
satışında ve yalnızca bunun yurt içinde satılan kısmından iki sene içinde
meçhul birilerinin en az yüzmilyarlarca lira kazanmasının ve bu arada milletin
yoksullaşmasının sorumlusu dış güçler miydi?
Yandaş Holding gazete
sahibi olsun diye milletin parasını bu işe yatırıp alacağının üstüne soğuk su
içmek zorunda kalan kamu bankalarının buna benzer görev zararlarının sorumlusu
dış güçler miydi?
Önceki dönemlerde kâr eden
Çaykur, THY, BOTAŞ, PTT, TCDD, Türkiye Denizcilik İşletmeleri, TPAO, Borsa
İstanbul, TÜRKSAT, Eti Maden ve Kayseri Şeker’in de aralarında bulunduğu
devlete ait şirketlerin çoğunun Varlık Fonu’na devredilip tek elden yönetilmeye
başladıktan sonra zarar eder hale gelmelerinin sorumlusu dış güçler miydi!
Çoğu Türkiye’nin kendi
kaynaklarını kullanarak “üretim” yapması fikrine dayalı “eski bir ekonomi
modelinin” ürünleri olan bu şirketlerin varlıklarını güvence olarak gösterip
dışarıdan yüksek faizli kredi toplama fikri de dış güçlerin miydi!
Devlette kurumsal
geleneklerin, tecrübenin, istişarenin, liyakatin bir yana bırakılıp kişiye
bağlı yönetim anlayışını salık verenler dış güçler miydi!
Her kurumun merkezdeki dar
bir çevrenin kontrolüne alınarak işlevsizleştirilmesinin sorumlusu dış güçler miydi!
Şahsi ve siyasi çıkarların
milli çıkarların önüne geçirilmesinin, dış politikanın iç politikaya meze
yapılmasının, kuvvetler ayrılığının sona erdirilmesinin, devlette
denge-denetleme mekanizmalarının ve hukukun ortadan kaldırılmasının, oy
tabanının konsolide edilmesi uğruna toplumdaki kutuplaşmanın körüklenmesinin sorumlusu
da dış güçler miydi!
Bütün bunların doğal
sonucu olarak devletin yönetilmez hale gelmesinin, ekonominin yeniden krize
girmesinin, işsizliğin, yüksek enflasyonun ve nihayet devalüasyonun sorumlusu
da hep dış güçler miydi!
Yani sayın
bakan; Erdoğan’ın “verin yetkiyi bu kardeşinize” dediği günden
bu yana ülkenin iki yakası bir araya gelmedi. Bir devlet başkanı bir kez, iki
kez yanıldı, öngörüsü doğru çıkmadı diyelim. 6-7 yıl boyunca yanılır mı?
Çelişkiye düşer mi? Aldatılır mı? 6-7 yıl boyunca ne dediyse tam tersi çıkar
mı? Burada bir terslik, bir sakatlık yok mu? Ülkenin ekonomisini uçuracak
vaadiyle getirdiği hükümet sistemi ülkenin felaketi oldu. “İstikrar sağlanacak”
dendiği halde Türkiye’de istikrar diye bir şey kalmadı. Hızlı yönetmek adı
altında, “Büroktratik oligarşiye artık geçit yok” sözleriyle kurumlar
çökertildi, ekonomi başta olmak üzere hiçbir alanda dikiş tutmadı.
“Faiz
sebep, enflasyon sonuçtur” tezindeki inadın ağır faturasını hepbirlikte
ödemeye devam ediyoruz. Bakalım bu defa Tersine değil de Mersin’e kalkan otobüs
bizi hedefe ulaştıracak mı? Bakalım, içinde hukukun ve sistemik
kurumsallaşmanın olmadığı, hem bağımlı hem yaralı yargıyla, tırpanlanmış
özgürlüklerle, bypass edilmiş sivil toplumla, haklar konusunda gerilemelerin
olduğu ve demokrasinin topal ördek misali ayakta kalmaya çalıştığı bir vasatta,
sadece iktisat matematiğine dayalı rasyonalite tutumuyla bu ağır faturadan
çıkabilecek miyiz? Bakalım, sadece o rasyonel mantığa dayalı siyasetle eski
güvenilirliğimizi tekrardan geri getirebilecek miyiz? Bakalım Mersin’e ulaşma
niyeti olan otobüs bizi hem hukukta hem de bölüşümde adaletli bir limana
ulaştırabilecek mi?
Velhasıl
sayın bakan, nazicane tavsiyemiz, siyaseti bırakın da hele önce bir yol alın,
somut icraatları ortaya koyun, halka umut bahşedecek adımlar atın da ondan
sonra siyasi polemiklerin olduğu kavgalara girişin. Zira daha yolun başında,
karşınızda lojistikleri TMO silolarını dolduracak muhalifleriniz var. Onlar siz
yokken de buradaydılar. Son 7 yılın tüm depremlerini, tüm artçılarını
yaşadılar. O lojistiğe elde baston karşı koymak mümkün değil. Gereği de yok.
Tüm bu satırlarda konu ettiğimiz hususların da sihirli değnekle çözülmeyeceğini
artık sokaktaki çocuklar da bilmekte. Ayineniz işiniz olsun, ki bu sistemde
zaten işiniz olabildiğince zorlu. Size işler kötü gittiğinde dahi destek olmayı
sürdürecek insanlarla aranıza bu düzenin kırmızı çizgilerini koymayın. Gün
gelip kurban verilmek istendiğinizde yanınızda bu insanları bulmak istiyorsanız
bu geniş vizyonu ve adaleti arayışını elden bırakmayın.
Yorumlar
Yorum Gönder