Ana içeriğe atla

İLLEGAL HUTBE





Muhterem müslümanlar!

Cenab-ı Hak; Enfal Suresi 27. Ayeti kerimede “…
ki bile bile emanetlerinize hıyanet etmeyesiniz”
buyurmaktadır.

Müminun Suresi 8. Ayeti kerimede “Onlar (müminler) emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler” buyurulmaktadır.

 

Nisa 58.ayeti kerimede “Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.” uyarısı yapılmaktadır.

Müfessirler “emanet ehli”ne, “kamu işlerini yürütenler” anlamını vermişlerdir.

Enfal 27’de şu mühim ikaz yer almaktadır:

“Ey inananlar! Allah’a ve peygambere karşı hainlik etmeyin, size güvenilen şeylere (emanetlerinize) bile bile ihanet/hıyanet etmiş olursunuz.” 

Buradaki emanet kelimesine feraid (görevler) anlamı da verilir. Ayette aynı zamanda emanet kelimesinin zıddı olan hıyanet de geçmektedir ki, Menar müelliflerine (Abduh/Reşid Rıza) göre, emaneti koruyan ve sahibine tevdi edene “hafîz, emin, vefiyy” dendiği gibi, korumayana da “hain” denilir.

Nitekim Al-İ İmran/161’de “Hiçbir peygamberin emânete hıyanet etmesi asla söz konusu olamaz. Kim böyle bir haksızlık yaparsa, kıyâmet günü hıyânet ettiği şeyin günahıyla gelecektir. Sonra herkese yaptığının karşılığı tastamam ödenecek ve hiç kimseye haksızlık yapılmayacaktır” ilahi ikazı kalpleri titretircesine vurgulanmıştır.

Yine ayeti kerimelerde “O mü’minler, kendilerine verilen her türlü emaneti, vazifeyi dikkatle gözetir ve verdikleri sözleri tastamam yerine getirirler” buyurulmuştur. (Mearic/32, Müminun/8)

Menar tefsiri müellifleri, “El-ğull” kelimesine, hırsızlıkta olduğu gibi “herhangi bir şeyi gizlice almak” anlamını vermişlerdir. Onlara göre bu kelimenin kökü, “paylaşmadan önce ganimet malından çalmak” anlamına gelmektedir.

Taberi de, buradaki emanetin “dini vecibe ve yükümlülükler”i de kapsar şekilde insanların bütün işlerini ilgilendiren emanetleri içerdiğini belirtir.

Müctehid ve müfessirlerin ortak kanaati emanete riayet, hangi din, etnik grup, toplumsal güruh söz konusu olursa olsun “başkalarının haklarını tanımak”tır.

 

“Ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder” ayetindeki “insanlar arasında hükmetme” konusunun yollarından ikisinin de velâyet-i amme yani yürütme ve yargı olduğunun altı çizilmiştir.

 

Hadisler de emanet ve ehliyet bahsinde yolumuzu aydınlatan, aklımızı ve vicdanımızı kuşatan uyarılarla doludur.

 

Bunların başında “İş, ehli olmayana verildiği takdirde kıyameti bekleyin” hadisi gelmektedir. Hadis-i şerifte, “kıyamet” şeklinde tercüme edilen “es-sâ’a” kelimesi, “halkın kıyametinin kopma ve helak olma saati” olarak tefsir edilmiştir. 

 

Bir diğeri Buhari’de yer alan (İlim, 2) “Emanet zayi olduğunda kıyameti bekle” hadisidir.

 

Hadis-i şeriflerde de “Emanete hıyanet etmek” münafıklık alametleri arasında sayılmıştır (Buhârî, Îmân, 24/Şehâdât, 28/Müslim, Îmân, 107, 108)

 

Kurtubi’ye göre; emanetin sahibi ister itaatkâr ister günahkâr olsun hakkının kendisine iade edilmesi gerekir. (el-Câmiʿ, IV, 117-119)

 

Taberî’ye göre Nisa/58 ayeti, özellikle devlet adamlarının hem emanet hem de adalet ehli olmalarını gerekli kılmıştır. Ona göre emanet ehli olmaları, ülke imkânlarını halka haksızlık yapmadan paylaştırmalarıyla; adalet ehli olmaları da bütün kararlarında hukuka riayet etmeleriyle gerçekleşir.

 

Enes. b. Mâlik der ki; “Peygamberimizin (s) bizlere hitap ederken ‘Ahdinde durmayanın imanı, ahdinde durmayanın dini yoktur’ demeden sözüne başlaması nadir görülürdü.”

 

Yine bir hadiste; “Münafığın alameti üçtür; söz söylerken yalan söyler, vadettiği zaman sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman buna hıyanet eder”. Müslim’in rivayetinde bu hadiste fazladan şu sözler geçmektedir: “…oruç tutsa, namaz kılsa, Müslüman olduğunu iddia etse bile!”

 

Bazı rivayetlere göre hadis, bazılarına göre ise Hz.Ömer’e atfedilen, kalpleri yerinden fışkıracakmışçasına titreten sert ikaz “Emanete hıyanet edenin dini de olmaz” sözüdür.

Şimdi soralım kendimize; bütün bu sözleri duyduğunuzda tüylerimiz diken diken olmuyor mu?

Kalbiniz yerinden fırlayacakmışçasına tir tir titremiyor mu?

Şimdi bir ihale kanununda 200’e yakın değişiklik yapanları düşünün, bir de yukarıdaki ayet ve hadisleri ve dahi Hz.Ömer’in bu sözünü.

Haydi gelin bu konuda bir ödevi yüklenelim.

İlk dersimiz Hz.Ömer’in Hazine Bakanı Abdullah bin Erkam olsun.

Haydi! Gencimiz yaşlımızla, müslim gayrı müslim tüm halkımız onun hayatına bir baksın.

Ona neden Beytülmalin emanet edildiğini,

Dönemin halifesine verdiği tarihi cevabı herkes araştırsın!

Sonra da itaat ve sadakatte kusur etmeyenleri, yolsuzluk çarklarını gördüğü halde susanları, kifayetsiz yöneticileri, organize işleri Abdullah bin Erkam’ın örnekliğiyle karşılaştırsın.

Madem ki hepimiz Müslümanız

Madem ki Kitabı Mübinden ve Hz.Peygamberin sünnetinden sorumluyuz,

Madem ki sahabelerin hayatı bizim için rehber,

Haydi bunları bu modern dönemlere taşıyalım.

Haydi onların sünnetiyle bugünkü pratikleri karşılaştıralım. Var mısınız?

Kimbilir belki de bu sayede, basit bir bürokratın 180 milyon dolar servet yaptığı bir ülkenin, evlatlarına umut aşılayan bir gelecek vadetmesi mümkün müdür değil midir işte o zaman karar vermemiz mümkün olabilir!

Hem böylelikle, neleri çiğnediğimiz, hangi günahlara boğulduğumuz için ülke nüfusun neredeyse yüzde 80’inin yoksulluk sınırı altına itildiği, yüzde 70’inin açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edildiği ama ısrafın, şatafatın kibirle taçlandırıldığı bir ülkede yaşamaya nasıl mahkum edildiğimizi daha yakından müşahade etmiş oluruz.

Hem böylelikle “az yiyin peygamber de öyle yapardı” diyenlerin ayıplanmadığı; 4-5 maaşın yetmediğini dillendirenlerin olduğu bir ülkede haysiyetli bir bürokrasi ve yönetim oluşturmak mümkün müdür değil midir daha yakından müşahade etmiş oluruz.

Şimdi bir düşünün. Eğer onur ve liyakat sahibi, halkın maslahatını herşeyin üzerinde tutan Abdullah bin Erkam’lar bugün yaşasaydı bu sistemde barınabilmeleri mümkün müydü?

“Sayıştay ince eleyip sık dokumamalı” denilen, gayrı hukuki işlere direnenlere mobing uygulanan bir ülkede Abdullah bin Erkam’ın göreve devam edebilmesi mümkün olur muydu?

Harama, hukuksuzluğa bulaşanlara hesap sorulamayan bir ülkede “vatan, millet, sakarya” naraları sizlerin de vicdanlarını kanartmıyor mu?

Ara ara, “Dini değerlerimize hakaret ettirmeyiz” diye ortalıkta dolananların haramın, ribanın, fahşanın ağababası olan spekülasyon, yolsuzluk, rüşvet, şantaj organizasyonları karşısında dilleri mi tutuluyor?

Bunlar dinin haram ve büyük günahlardan saydığı işlerden değil mi? 

Ar-namus deyince aklına malum konular gelen zevata sormak gerek; “milletin, 84 milyonun hakkı hukuku, alınteri, emeği söz konusu olunca şerefiniz, imanınız, inancınız, itikadınız, değerleriniz görünmez mi oluyor?”

Ya mülakat sistemleriyle 90-95 alanı, yani hak edeni bypass eden, başlarında bulundukları kurumlara akrabayı taallukatını yerleştiren haramzadeler!

Sizce çok mu sert bu sözlerimiz?

Peki ya Hz.Ömer dolaşıyor olaydı içimizde, nasıl konuşurdu, hiç düşündük mü?

Ya Ömer’den üzerine giydiği kumaşın hesabını soran sahabe olaydı burada?

Midesi olan biteni kaldırmayan, vicdanı hukuksuzlukları kabul etmeyen, seçimler sonrası “İyiliği Emretme, Kötülüğü Nehyetme” amacıyla metinler yayınlayanlar bizi daha iyi anlayacaklardır.

Yarın evlatlarınız “anne-baba, bütün bunlar olup biterken sizler neler yapıyordunuz, sesinizi yükselttiniz mi? Bunları uyardınız mı? Karşı çıktınız mı? Onca insan yargı sopasıyla tedip edilip, adaletsizliklerin cenderesinde can çekişirken, sizler hak ve halk için bunları ahirette verecekleri hesap konusunda uyardınız mı? Yoksa sadece ‘kazanımları kaybetmeyelim’ istasyonunda çakılıp kalmış mıydınız?” diye sorarlarsa onlara ne diyeceğimizi gelin daha fazla geç kalmadan hep birlikte düşünelim.

Yoksulluk, yasaklar ve yolsuzlukla mücadele içinde geçen uzun yılların ardından, adalet ve hukuk mücadelesinden geri düşüp ne ara buralara gelindi; gencimiz yaşlımız birlikte sorgulayalım.

Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan, yarın bir başkası!

Çocuklarımızın geleceğinin bu sistemle kimlere, hangi ellere teslim edilmek istendiğini gelin birlikte masaya yatıralım.

Tercihlerinizi “kazanımları kaybetme korkusundan yana kullandınız. Peki, kabul.

Şimdi düşünelim bakalım, yakın-orta vadede sn. Cumhurbaşkanı hastalansa ya da hak vaki olsa bu sistem, bu düzen kimlerin, hangi aktörlerin, hangi baskıcı, yasakçı, 28 Şubatçı siyaset lordlarının eline düşecek?

Gelin daha şimdiden bunları düşünmeye başlayalım.

Bu soruları kendimize sormayacak mıyız?

 

“Nereye bu gidiş?” diye sormayacak mıyız?

 

Dini hassasiyetlerimize dönük haddi aşan ifadeler kullanıldığında ortalığı ayağa kaldırmak hakkımız da, bu rezillikler, kul hakkı yemeler, rüşvet ve yolsuzluk çarkları karşısında susup izlemek hak mıdır reva mıdır? Bütün bu ortalığa saçılan fahşa unsurları karşısında sessiz kalmak zillet değil midir?

Artık “düşman sevindirmeyelim” bahanesine sarılmak zuldür!

“Kol kırılır yen içinde kalır” diye hesap yapmak açık bir zulümdür!

Olmaz kardeşlerim olmaz!

Yetim hakkı yiyeni görmezden gelmek olmaz!

Göğsümüze karabasan gibi çöken organize işlere muttali olurken, sizlerin de nasıl boğuldunuzu, midenizin nasıl kalktığını, vicdanlarınızın nasıl kanadığını çok iyi biliyoruz.

Şimdi düşünün bakalım; bu hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet çarkları için; “bin yıldır oluyor bu işler” diyenler şerre mi aracılık ediyor yoksa hayra mı?

Bu ülkenin dindar, muhafazakar, mütedeyyin kesimleri şunu asla unutmamalıdır;

“Bize zarar gelmesin” korkusu ahlaksıza, ilkesize, hırsıza, şantajcıya da dokunulmazlık zırhı kazandırmaktadır.

Unutmayalım ki ikrarı andıran sükut hiçbir kutsal kitaptan onay bulamaz.

Yürütme ve yargı yoluyla, toplumu kasıp kavuran cürümleri işleyenler en çok da sizin vereceğiniz sesten ürkerler, güçlü tepkiden korkarlar.

Müminlerin alameti farikası olan 'iyiliği emredip kötülükten sakındırmak' şiarı gayretullaha dokunur şekilde bypass edilmemelidir.

Madem ki seçimlerde arzu edilen sonucu aldınız; o halde artık her fırsatta sesi yükseltme, yanlışları konuşma, hukuksuzlukları çekinmeden ifşa ve adaletin ikamesine katkı sunma makamındasınız!

Kendilerini “bağımsız” görüp; “Biz iktidara da mesafeliyiz, yanlışları sahiplenmiyoruz, kabullenmiyoruz” diyenler için şimdi başka bir imtihan zamanıdır.

Eğer hala, haklı endişeler üzerinden muhalefet korkusunu bahane etmeye devam edip yürütmenin başında olanların gayrı adil ve hukuksuz icraatlarını es geçer, halkın itikadını düzeltme yolundaki gayretlerinizi geriye iterseniz; hem dine, hem İslami kesimlere, hem toplumun din ve dindardan beklentilerine, hem de kendinize ve bu ülkeye büyük bir kötülük etmiş olacaksınız.

Aziz müminler!

Yüce Kitabımızda yoksulu, garip gurebayı sömüren,

üretenin hakkını kemiren faizi de içine alan,

Kitab-ı Mübinin “Riba” dediği, haksız kazançtan bahsettiği hükümleri düşünmeliyiz.

Kitabı Mübin bu durumu yetim hakkı yendiği, rant alanları oluştuğu, hakkaniyetli bölüşüm ve paylaşmaya engel olunduğu için şiddetle eleştirmekte.

Bir taraftan kaymak tabakalara vergi afları gelirken, diğer taraftan sürecin bütün yükünün dolaylı vergilerle vatandaşa yüklendiği sistemi eleştiriyor vahiy.

Bunlara kira ve sair ödemeleri ötelenen, hibelere gark olan kodamanları da eklemek gerek.

O yüzden soruyoruz icranın başında olanlara;

Yüce kitabımız hayatın bütün bu alanlarına ilişkin söz söylerken sizlerin aklı ve vicdanı mı tutuldu?

Ve yine soruyoruz bunların destekçilerine;

Yüce kitabımız hayatın bütün bu alanlarına ilişkin söz söylerken sizlerin dili mi tutuldu?

Yeni nesiller neden sorguluyor zannediyorsunuz bu yorumları?

O yeni nesiller dini değil, sizin din anlayışınızı sorguluyorlar!

Tıpkı geçmişte, darbecileri,

Hukuk ve halk düşmanlarını,

laikliği zulümlerine payanda yapanları sorguladıkları gibi.

Gençler, yani sizin evlatlarınız, torunlarınız soracak, sorgulayacak elbette!

Ve onlara şümullü cevaplar veremeyen sizlerin yorumlarını da,

Baskıcı totaliter jakoben ideolojileri de elbette sorgulayacaklar!

Şüphe edecek ve sorgulayacaklar ki gerçekten de

“Daha Adil Bir Dünya” kurulabilsin.

Sizler kendi indi yorumlarınızı bu halka dayatırken,

O gençler “aklınızı kullanın” diyen bir dinin,

eleştirel akla, vicdana, hukuka, adalet ve bilime verdiği değeri görmek istiyor hayatlarında.

Dinin yalanlara şahit kılınmaya çalışılmasını değil,

Hakikatin şahitliğini ifa etmesini arzu ediyorlar.

Hayatın tam da göbeğinde,

insana dokunan sorunlar konuşulurken,

dini çare olarak, çözüm üretici olarak görmek istiyorlar haklı olarak!

Faizi konuşurken, Riba’yı, yani haksız kazanç sistemini,

Yani bu otoriter-yolsuzluk düzeninin masaya yatırılmasını arzu ediyorlar.

EMANET kavramının kendilerine dindar diyen güruhlar tarafından nasıl olup da bu derece inkar edildiğini, sorunun nerede olduğunu anlamak istiyorlar.

ADALET üst başlığının sadece yargısal sorunlardan ibaret olmadığını artık kavrıyorlar.

Meselemiz her alanda, herkes için adaletse eğer, nasıl sağlayacağız bunu?

Meselemiz dezavantajlı kesimler, yataklarına aç girenler.

Çocuklarına harçlık bırakamadığı için intiharı çözüm belleyenler.

Bu tablo çırılçıplak ortadayken,

kamu malının hoyratça, keyfilikle sahiplenilip tüketilmesidir meselemiz.

Meselemiz işkencenin yeniden hortlamış olmasında.

Mesele, Yargının iktidarın keyfi emellerine hizmet eder hale gelmesinde.

Mesele, “itibardan tasarruf olmaz” kibrinde.

Ve asıl mesele, birilerini “düşman” olarak kodlarken,

Şikayet ettiğin hususlarda o “düşman”a benzemekte.

Mesele, tüm ilkelerin yerini sadakatin almasında.

O sadakatin tüm kötülüklerin, yanlışların,

yozlaşmaların konuşulmasını engellemesinde.

Mesele, o sadakatin takipçilerini kirletip,

O kirliliğin bütün memlekete fütursuzca yayılmasında.

Değerli müslümanlar!

Bunlar; kurdukları sistemi dini döylemlerle kutsallık zırhına büründürmeye çalışmanın nasıl bir ahlak sorunu olduğunun farkında bile değiller!

Oysa ahiret pazarlığı yapan simsarlıktan sıyrılıp sadra şifa soruları nefislerine sormuyorlar.

“Madem dindar bir kadroyuz,

Nasıl olup da Ömer’ler arayıp dururken,

bir yolsuzluk yasası bile çıkaramıyoruz!” diye sormuyorlar.

“Nasıl olup da bir imar yasasını gündeme getiremiyoruz?” diye iç geçirmiyorlar.

“Nasıl olup da bizim olduğumuz yerde

Adalet bu kadar tarumar edilebilir,

iki milyondan fazla insan siyasi kriterlerle terör soruşturmalarından geçirilir;

Biz terörle mücadele verirken,

nasıl olup da FETÖ Borsaları kurulur,

birilerinin malına mülküne çökmek gözardı edilebilir;

bütün bunlara hem din, hem vicdan, hem hukuk

nasıl olup da sesini yükseltemez!!” diye, akıllarından bile geçiremiyorlar korkularından!

Oysa kutsallarımız adalet, eşitlik falan gibi ilkeler olmalı değil midir!

Kanserli haliyle cezaevinden çıkamayan,

Alternatif infaz sisteminden yararlanamayan,

Çocuğu iş bulamayan,

Tarlasını süremeyen, sürse de zarar eden,

Traktörüne haciz gelmiş,

Kredi borçları altında ezilip bükülmüş,

Enflasyon ve faiz sarmalında gücü tükenmiş vatandaşın derdiyle dertlenmeli değil miyiz!

Bütün bu günah galerisi kimin yüzünden oluşmuş,

Hangi çılgın ekonomi teorileri,

Hangi 4-5 maaş alan bürokratlar,

Hangi rant alanları milyonları fukaralığa sürüklemiş

Bu din bunlara söz söylemez mi?

Ayasofya’da, Diyanet’in camilerinde iktidar yanlısı naralar atanlar bunları düşünmez mi?

Sözü olmayan din midir yoksa onu kadim ve çağdaş hurafalere boğanlar, onu kendi hizmetlerine koşanlar mı!

O mübarek din bakın ne diyor:

“malı öyle bir paylaştırın ki,

o mal sadece belli bir zümre arasında dönüp dolaşan bir meta haline gelmesin”

“yetimi, yoksulu, yolda kalmışı gözetin”

“Çalmayın, haksız kazanca göz dikmeyin”

“Tefecilik haramdır” diye şiddetle uyarıyor.

“nefsiniz, ana-babanız hatta düşmanınız dahi olsa adaleti elden bırakmayın” diye kükrüyor adeta.

Lider kültü adına onca cümle kuruyorlar ama bu konularda dut yemiş bülbül gibiler.

E siz değil miydiniz camileri siyaset için tekbir mekanları kılan.

Hadi bu konularda da selalar verelim, tekbirler getirelim var mısınız!

Hukukçu olanlarımız ayetlerle de sabit olan şu konuda çıkıp şunu desin mesela.

Desin ki; “masumiyet karinesini nasıl olup da ihlal ederiz,

Bunca insana yazıktır, günahtır”

Ya “İnsanların lekelenmeme hakları?! nasıl olup da gözlerimizin önünde bu derece rahat çiğnenebilir; Hukuk nasıl olup da geriye doğru işletilebilir? İnsanları cezalandırmak için kavramlar üretmek caiz midir?” diye vicdanlarına baskı kurmuyorlar!

“Bu OHAL Komisyonu da kim oluyor,

Nasıl olup da ‘Komisyonun kararları mahkeme kararlarının üstündedir’ diyebiliyor?” diye sormayalım mı hem hukuk hem de dinimiz adına.

Hadi gelin soralım.

Dini siyasete alet etmeyeceksek, esas böyle etmeyelim.

Onu hiçbir şeyin hizmetine koşmayalım.

Herşeyi onun hizmetine koşalım.

Hukuki, ekonomi-politik, sosyal tüm sorunlarımıza bakalım ne cevap alacağız ona sorunca var mısınız!

Kıymetli müminler!

Madem bunlar cürümlerini dini söylemlerle örtmekten ar etmiyorlar.

O halde biz de bunlara dini buyrukların ve evrensel değerlerin hatırlatmasını yapalım.

Bakalım bunlar ne diyor ve ne yapıyor; karşılığında o kutsal buyruklar bizi gerçekliğe dair düşünmede nelere sevkediyor?

Kardeşlerim; 

Allah(cc), her Cuma namazında hutbede okunan Nisa Suresi’nde bize

“emanetleri ehline vermemizi ve insanlar arasında hükmettiğimiz zaman adaletle hükmetmemizi” emretmiyor mu?

İşine gelen siyasi meselelerde dini argümanları kullanan bu kadrolara,

Bu ayetler, gerek ‘adalet’ gerekse ‘ehliyet ve liyakat’ bahsinde ne söylemiş oluyor?

Hz.Peygamber, üstelik de nassın emriyle,

Kabe’nin anahtarlarını, yani idareciliğini,

Müslüman olmasa da ehliyet ve liyakat ehli birine emanet etmemiş miydi?

Hakkâniyet ve adaletin gereği bu değil midir?

Peki bunlar ne yapıyor?

Kendilerinden olsun da, söz dinlesin de, isterse zır cahil olsun mantığıyla bu ayetlerin ruhunu çiğnemiş olmuyor mu?

Rabbimiz “Emaneti ehline verin” diye emrettiği halde,

“Emaneti ehline değil, ehlimize verelim” demiş olmuyorlar mı?

Kurdukları bu sistemle yıllardır yaptıkları bu değil mi?

3 yılda MB Başkanlarını, Hazine Maliye Bakanlarını değiştirirken,

Gözettikleri ölçü, “bizden olsun da isterse çamurdan olsun” mantığı değil midir?

Peki bu konuda hüküm var iken, bunlar bu hükümleri çiğnemiş olmuyor mu?

Bu yüzden memleket trilyonlarca liralık batağın içine düşmüş değil mi?

Mahkemelere, yargıçlara müdahale eden yanlışlar yumağı adaletsizlik iklimi üretmiş değil mi?

İhaleler bu mantığa göre dağıtılmıyor mu?

İnsanlığın en kadim ilkeleri olan ‘Şeffaflık’ ve ‘Denetim’ bu yüzden ayaklar altına alınmadı mı?

“Beni kılıçlarınızla düzeltin” diye haykıranların takipçilerine bu hallere düşmek yakışıyor mu?

Hani şeriatın kestiği parmak acımazdı?!

Yani hani hukukun üstünlüğü?!

Hani o hukukun herkese eşit düzlemde uygulandığı ortam?

Hani “Emanete riayet” imanın en belirgin rükunlarındandı !!!

Hani o hutbelerde her hafta dinlediğimiz ayetlerin hükmü?

Halbuki dindarâne anlayışın, menfaatleri, çıkarları değil, önce ilkeyi şiar edinmesi gerekmez mi?

O ayetler karşısında boynumuz kıldan ince değil mi?

Ya o kutlu Peygamberin sözü?

Bir hadisinde, ümmetin başına yağacak 15 beladan bahsederken,

Bunların ikincisi ‘emaneti ganimet bilmek’ dememiş miydi?

Yani o kutlu Nebi bizleri,

‘EMANET’ olan iktidarın, makamların, beytülmâlin ve kamu malının ‘ganimet’ muamelesi görmesini bize bir felâket sebebi olarak uyarmış olmuyor mu?

Soruyorum sizlerin vicdanına, ey ehli adalet ve ehli vicdan olanlar !!!

Bu ganimet algısı değil midir bugünkü kötülüklerin sebebi!!!

Şimdi bu gerçeklere bakıp “Bütün bunlar sebep, yaşadığımız kötülükler de sonuçtur” desek yanlış mı söylemiş olacağız?

Bir yandan Hakkın ve halkın verdiği EMANETİ misyonuna uygun şekilde kullanmak isteyenlerin siret kitaplarındaki örnekleri,

Diğer yanda gücün verdiği sarhoşlukla, hem hükümleri hem de insanlığın tecrübelerini ve evrensel hakikatleri çiğneyenler!

Unutmayalım ki ne devlet yönetimi ne de siyasî iktidar, bir savaş sonrası ele geçirilen bir ganimet değildir!

Bunların tümü emanettir.

Hepimiz Allah’ın yarattığı zavallı ölümlüleriz.

Günü gelince kefenimizi kuşanıp kara toprakla buluşacak,

Hesap gününde de her türlü EMANET’in hesabını zerresine kadar vereceğiz.

O yüzden bizim ölçümüz,

‘kişilerin alnı ne kadar secdeye değiyor, dilinde hangi ayetler var’ değildir.

‘Emanete ne kadar riayet ediyor,

ehliyeti ve adaleti emreden ilkeleri çiğnemekten ne derece kalbi titriyor’ ona bakarız.

Zira gerisi felâket habercileridir.

Hem ahiret için, hem de şahit olduğumuz ve hepbirlikte yaşadığımız üzere bu dünya için.

“Emanet”i 83 milyonun hakkı olarak görmeyenler;

Seçimler öncesi “Kimlik”i, “Varoluş”u, “Beka”yı tehdit altında gösterirken,

“Emanet”in ne hale sokulduğunun sorgulanması istemiyor.

Düne kadar devleti kendi tapulu malı gibi görenlerin klonu gibi hareket ettiğini,

O “düşman” dediği ve yıllarca mücadele ettiklerine benzediğinin görülmesini istemiyor.

Oysa biz “emaneti ehline verin” diye emreden;

“emanete riayet etmeyenin dini de olmaz” düsturuna inananlardanız

Dinin de, hayatın da, kimliğin de, kamuya ait olanın da,

83 milyonun emeklerinin de “Emanet” olduğu bilinciyle hareket etmekle yükümlüyüz.

Eğer “Emanet” bilinciniz tükenmişse,

Yani bu konudaki itikadınız hasar almışsa,

Nefsinizi gemleyemez hale gelmişseniz,

Elinizin altındaki her türlü imkanı “ganimet” gibi görmemeniz mümkün mü?

“Ganimet” gibi gördükten sonra yapılan hatalar,

işlenen günahlar da normalleşmez,

“her ne pahasına olursa” denerek elleriyle inşa ettikleri bataklık,

Gözlerine gül bahçesi gibi görünmez mi?

O bataklık gül bahçesi gibi savunulmak zorunda kalmaz mı?

“İtibardan tasarruf olmaz” dedirten;

Bir tarafta bir-iki uçağı sembolik de olsa tasarruf yaparmış görüntüsüne bile kurban vermeyen kibir;

Diğer tarafta kamu malının cumhuriyet tarihinde eşi benzeri az görülür tarzda çarçur edilmesini normalleştiren,

meşrulaştıran ya da “savaş iklimi”ne kurban veren zihniyet kalıpları.

Bunları ilk defa tecrübe etmiyoruz.

Hepsi, her biri insanlık tarihi kadar eski.

Eğer eldeki güce, yönetime, halkın haklarına, ekonomiye,

gerçekten “emanet” gözüyle bakabilseydik,

alacağımız her kararda, atacağımız her imzada ellerimiz titrer,

pazara çıkamayan yaşlı teyzelerimiz,

işsiz gençlerimiz, çocuğunun ihtiyaçlarını göremeyen babalarımız,

Hacze maruz kalan çiftçilerimiz,

Kredi borçlarını ödeme imkanı bulamayan esnafımız,

cezaevlerine haksız kriterlerle doldurmuş insanlarımız,

sakıncalı görerek işsiz bıraktığımız KHK’lı yığınlar,

gözlerimizin önüne gelirdi. 

Gelin hutbemizi şu ahitle bitirelim:

“Mü’minler olarak, tüm halkımızın ve bu mağdur kesimlerin yanında olmalıyız.

Bu konuları sürekli gündemde tutmalı ve muktedirlerin daha doğru politikalara imza atmaları için de onlara uyarı ve denetleme görevimizi bihakkın yerine getirmeliyiz.

Hak ve Adalet ehli insanlar olarak bu konuda önce Allah’a, sonra da müslim gayrı müslim tüm halkımıza söz veriyoruz.”

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEHMET ŞİMŞEK İLE HASBİHAL

  Sayın Şimşek sözlerimiz size, tekil olarak şahsınıza. Geleceğinizi duyduğumuzda tüm ümit kırıklıklarımıza, tüm birikmiş öfkelerimize rağmen nasıl da umutlanmıştık. İşinin ehli, rasyonel politikalara yol verecek, gelirken kimbilir ne pazarlıklar etmiş, birilerine rağmen göğsünü entrikalara siper etmiş, mevcut sistemin tüm olumsuzluklarının sürdüğünü bildiğimiz halde, doğru bildiklerinden asla taviz vermeyecek idolümüz olmaya adaydınız! Yalnızca biraz zamana ihtiyacınız vardı ki ondan da bizde bolca vardı. Son yedi yılı yara berelerle atlatmış gaziler olarak, ümitlerimizin kırıntılarını tane tane toplayıp soframıza koyacağınızı dört gözle beklemekteydik! Bizi seraptan uyandıran şey Meclis konuşmanız oldu. Tüm “acabalar”a rağmen artırmaya çalıştığımız umutların bir kez daha törpülenmesine sebebiyet verdi. Onca yaşadığımız kabustan sonra zihinlerde “Rasyonel politikalar gütmeye çalışan bir teknokrat” olarak kalmanız iyi olurdu. Selefleriniz kötü yönetime beceriksiz siyasetlerini ...

Aliya! - Acilen anlaşılmayı bekleyen tecrübe ve bilgelik 19.10.2020

Onun, yarım asırdan fazlası bir yana, özellikle otuz yıl önce yaşadığı tecrübelerin ona kattıklarından damıtılmış sözleri, uyarıları, teklifleri hala anlaşılmayı bekliyor. Hangi siyasal süreci yaşarsanız yaşayın, bir evresinde karşınıza o çıkıp size çağdaş dünyada nasıl, hangi ölçütlerle düşünmeniz ve davranmanız gerektiğini hatırlatıyor. Savaş ya da barış şartları farketmiyor. Coğrafyalar anlamsızlaşıyor. İyi ve güzel olan herşeyin adını İslam koyuşu mesajını da evrenselleştiriyor. İki kaynağa dayanıyor: Biri vahiy ve kültürü, diğer insanlık tecrübesi. Tümünü tevhid akidesinin çağdaş yorumlarında mezcederek Müslümanlara ve insanlığa sunuyor. Ontoloji, epistemoloji, ahlak, siyaset, hukuk, felsefe; tümü birden onun yaşam alanından süzülerek gelen erdemlerin işe yarar, dişe dokunur şekilde harmanlandığı bir gerçeklik alanı olarak neşvünema buluyor. Boşa konuşmadığını, “felsefe” yapmadığını, “reel siyaset”in nefsine hoş gelene taviz vermediğini hayatı ispat ediyor. Yaşamadığını önermediği...

İktidarın Son Hamlesi ve Muhalefet 20.11.2020

Normalde bir ülkede beklenen, -bu gerçek bir seferberlik ise eğer- siyaseti ve medyasıyla öncelikle iktidarın bunu yukarıdan aşağıya bir strateji içerisinde gerçekleştirmesiydi. Böyle olmadığı, olamayacağı açık. O halde muhalefetin burada ciddi bir rol üstlenmesi gerekiyor. 20 KASIM 2020 Devamı: https://www.perspektif.online/iktidarin-son-hamlesi-ve-muhalefet/