Ana içeriğe atla

Bahçeli’nin arzuladığı Türkiye’ye mahkum muyuz? 19.01.2021




24 saat içinde Ankara’nın göbeğinde bir siyasi parti genel başkan yardımcısı bir siyasi suikaste, terörist bir saldırıya maruz kalıyor, aynı mahfillerin işi olduğu belli edilircesine iki gazeteciye de darp gerçekleşiyor ama Cumhur İttifakı’nın küçük ortağının lideri ancak günler sonra meydana çıkıp sözde bir açıklama yapıyor. İçinde hakaret, tehdit, iftira ve hedef gösterme ne ararsanız var. Akabindeki ivmelenme, MHP teşkilatlarının, soruşturmanın savcısı Alparslan Tufan’ı organize şekilde hedef göstermeye kadar varıyor.

 

Öncelikle ifade etmek gerekir ki, Bahçeli’nin yapmak zorunda kaldığı bu sözde açıklamada, Gelecek Partisi kurmaylarının kavi duruşunun, diğer partilerin duyarlılıklarının, KararTV’de Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarının ve başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, AK Partili bakan ve vekillerin gerek telefon açarak, gerekse sosyal medya hesaplarından yaptıkları ‘geçmiş olsun’ dileklerinin payının olduğu çok açıktır. Özellikle sonuncusunun, ittifakın çatırdaması endişesi karşısında (bunun olabilirliğinin ihtimali bir yana, burada Bahçeli’nin ne hissettiği önemlidir) Bahçeli’nin ortamı germesinde ciddi payı vardır. Saldırıların ve sonrasındaki ivmelenmenin en temelinde de Bahçeli’nin “Milli Güvenlik Konsepti” olarak nitelediği Cumhur İttifakının büyüsünü bozan “17-25 Aralık” konusunu örtme gayreti vardır!

 

‘Açıklama’dan çok ancak hezeyan halinde yazılmış bir metin olarak nitelenebilecek sözlerinin bir kısmına bakmak bile, Bahçeli ve ekibinin ne türden bir endişe ama daha önemlisi çelişkiler yumağı içerisinde olduğunu göstermektedir.

 

İftira, Hakaret, Tehdit ve Hedef Gösterme Metni

 

Bahçeli, ABD’deki Başkan değişikliği ile ilişkilendirdiği siyaseti ve “malum” diye zikredip adlarını bile anmadığı Selçuk Özdağ, Orhan Uğuroğlu ve Afşin Hatipoğlu’na dönük saldırıları “kuşkulu gündem konuları” diye nitelemektedir. Normal bir siyasi ortam olsa herhalde Bahçeli’ye şunun sorulması gerekir:

“Madem gündem kuşkuludur, o kuşkuları bertaraf etmek için sizin çıkıp bu insanlara bir geçmiş olsun telefonu açmanız, ‘çetelere geçit vermeyiz’ açıklaması yapmanız gerekmez miydi? Aradan üç gün geçtikten sonra, üstelik bir siyasi partinin genel başkanına ve Karar gazetesi yazarlarına dönük hakaret, tehdit, iftira ve hedef göstermelerinizle mi dağıtacaksınız bu kuşkulu gündemi(!)”

 

Ardından da şu:

 

“Camianıza yakıştıramadığınız saldırılarla ilgili uyarıyı, suçu ve suçluyu övmek anlamına gelen ‘Bu hareketin delisi çoktur, talimat dinlemezler’ sözlerini sarfeden Genel Başkan Yardımcınıza söyleyin. Sizin ‘kuşkulu gündem’ dediğiniz gelişmelerde payları olup olmadığını sorgulayın!”

 

Soralım sormasına da, “soruşturma savcısını organize lince maruz bırakan bir siyasi partinin liderine bu soruları sormanın anlamı kaldı mı acaba?” Bu konuya az sonra geleceğiz, devam edelim:    

 

“Sayenizde bu ülkede hiç de kuşkulu olmayan gündemler herkesin gözü önünde cereyan etmektedir! İnfaz yasasıyla salıverdiğiniz ve “ülkücü yoldaşım” diye taltif ettikleriniz ana muhalefet liderini ve Karar gazetesini tehdit ediyor; tıpkı şimdi sizin yaptığınız gibi! Sonra da çıkıp ‘Son günlerde tuhaf ve tahrip düzeyi yüksek gelişmeler peşpeşe cereyan ediyor…’ diye toplumun aklıyla alay ediyorsunuz. Eğer sizin olan bitenin arka planından haberiniz yoksa, demek ki birileri bu gündemi sayenizde oluşturuyor! Bu durumda sizin ‘Tutsak ve turfanda zihniyetler bozgunda fetih rüyası görüyorlar. Emperyalizme turnike olanlar tıpkı akbabalar gibi kanat çırpıyor’ diye sarfettiğiniz cümleler tam da sizi tarif ediyor!

 

Tüm muhalifleri kriminalize edip susturma amaçlı olmak kaydıyla ülkeyi demokrasi, meşru siyaset ve hukuk aleyhine münbit hale getirip, sonra da şikayet eder gibi yapmak tam da gizlemeye bile çalışmadığınız konumunuza uygun düşüyor!

 

Ama mızrak çuvala sığmıyor ve korkunun da ecele faydası yok. Ülkenin bütün sorunlarının kaynağı olan Cumhur İttifakı dağılmaya mahkumdur! Siz onu ne kadar sözde “Milli Güvenlik Konsepti” diye pazarlamaya, büyük ortağınızın küçük oyunlarınızla elinizden kayıp gitmesini engellemeye çalışırsanız çalışın, gün gelip kendi kuşkulu gündemlerinizden gerçekler duvarına toslayacaksınız. Ülkeyi korku atmosferine mahkum edenler gidecek, hak ve hukuk mücadelesi verenler kazanacaktır! Korkunun ecele faydası yoktur!”

 

Savcıyı Linç Etmek “Ahlak-Meşruiyet-Hukuk”un Neresinde?

 

Bahçeli’ye tek katıldığımız yer; “Eleştirilere saygı duymamız için ahlaki, meşru ve hukuki olması şarttır” sözü. Ama bu fikre önce kendisinin sadık kalması gerektiğini hassaten tavsiye ediyoruz. Zira Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ'ın geçtiğimiz cuma günü evinin önünde beş kişilik bir grubun silahlı ve sopalı saldırısına uğraması üzerine başlayan soruşturmanın savcısı Alparslan Tufan’ın sosyal medya üzerinden içlerinde Ülkü Ocakları Başkanları, MHP İl Başkanları, MYK Üyeleri ve milletvekillerinin yer aldığı, tüm Türkiye sathındaki partililerce alenen tehdit edilip lince maruz bırakılması hangi ahlak, hangi meşruiyet, hangi hukukla izah edilebilir?

 

Devletin savcısına ilişkin şu baskılamaya bakın hele:

 

“Alparslan Tufan neyi amaçlamaktadır?”

 

 “Cumhuriyetin Savcısı mısın, Serok Ahmet’in Savcısı mı?”

 

Bir hukuk devletinde bunu meşru, ahlaki, hukuki, normal karşılamak mümkün müdür? 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEHMET ŞİMŞEK İLE HASBİHAL

  Sayın Şimşek sözlerimiz size, tekil olarak şahsınıza. Geleceğinizi duyduğumuzda tüm ümit kırıklıklarımıza, tüm birikmiş öfkelerimize rağmen nasıl da umutlanmıştık. İşinin ehli, rasyonel politikalara yol verecek, gelirken kimbilir ne pazarlıklar etmiş, birilerine rağmen göğsünü entrikalara siper etmiş, mevcut sistemin tüm olumsuzluklarının sürdüğünü bildiğimiz halde, doğru bildiklerinden asla taviz vermeyecek idolümüz olmaya adaydınız! Yalnızca biraz zamana ihtiyacınız vardı ki ondan da bizde bolca vardı. Son yedi yılı yara berelerle atlatmış gaziler olarak, ümitlerimizin kırıntılarını tane tane toplayıp soframıza koyacağınızı dört gözle beklemekteydik! Bizi seraptan uyandıran şey Meclis konuşmanız oldu. Tüm “acabalar”a rağmen artırmaya çalıştığımız umutların bir kez daha törpülenmesine sebebiyet verdi. Onca yaşadığımız kabustan sonra zihinlerde “Rasyonel politikalar gütmeye çalışan bir teknokrat” olarak kalmanız iyi olurdu. Selefleriniz kötü yönetime beceriksiz siyasetlerini ...

Hoca derslere devam ediyor (2) 05.06.2020

“Bugün, Türkiye’de bir ekonomik kriz yaşadığımız için siyasal kriz yaşamıyoruz. Tam tersine,  bir siyasal kriz, hukuk krizi, adalet krizi ve en önemlisi yönetim krizi yaşadığımız için ekonomik kriz yaşıyoruz.”   Hocanın 1 Haziran konuşmasındaki bu sözleri hukukun keyfileşmesi, adaletin erimesi, özgürlüklerin baskı altına alınmasının ülkelerin ekonomik ve sosyal krizlere kapılmasındaki sebep-sonuç ilişkileri yasasını özetliyor. Sebepler zincirinin sonucu olan siyasal krizler ekonomik yönetimindeki çelişkileri de, krizleri de tetikleyip derinleştiriyor.   Bu meyanda virüs salgınıyla literatüre girip kullanılan “normalleşme” olgusunun, sadece berberlerin, AVM’lerin açılmasına atfen değil, memleketin diğer sorunlarıyla bağlantılı sadra şifa yönelimler için vesile kılınması niyazıyla ilkesel boyutta irdeliyor hoca:   “Bu nedenle, normalleşme kavramını ülkenin nefes borularının açılması, dinamizminin önündeki engellerinin kaldırılması ve gençlerimizin yaratıcılığını körelt...

'Koronavirüs ve Göçmenler' raporu 05.04.2020

Korona günlerinin mağdur kesimlerinden biri de hiç şüphesiz ki göçmenler. Hele ki evlerinde ol(a)mayan, sınırlarda, göç merkezlerinde, kamplarda bulunanlar açısından olduğu kadar, evlerinde oldukları halde çalışma imkanları olmayan, hastaları bulunan, geçim imkanı bulunmayıp muhtaç halde olanların durumu daha da zor. Dile kolay, dört milyon civarı insandan söz ediyoruz ve bunların önemli bir kısmı toplumun dezavantajlılar katmanında.   Bugünlerde özellikle irili ufaklı sivil yardım kuruluşlarının -kendi canlarını da riske ederek- ortaya koydukları çabalar gerçekten takdir edilesi. Ancak bazen onların da yetersiz kaldıkları çok fazla örnekle muhatabız. Geçenlerde partimiz kurucularından Fatma Aydın Ataş hanımefendinin haber alıp yanlarına koştuğu down sendromlu çocuklarının da olduğu bir ailenin durumu içler acısıydı. Öylesine ki, yanan evlerinden kalan hiçbir eşyaları da olmadığı halde, Suriyeli komşularının verdikleri ödünç eşyalarla durumlarını idame etmekteydiler. Sağolsun Fatma...