Sivas provokasyonu ve trajedisinden üç gün sonra, 5 Temmuz 1993’te, Erzincan’ın Kemaliye İlçesi’ne bağlı Başbağlar Köyü’nde, tetikçiliğini PKK ve türevlerinin gerçekleştirdiği hunharca bir katliam yaşandı.
Köydeki ev, cami, okul dahil 214 meskenle birlikte biri kadın beş kişi yakıldı, köy meydanına toplanan 28 kişi de örgüt propagandası dinletilmesinin ardından kurşuna dizilerek öldürüldü. Toplam 33 masum, günahsız insan.
Geride gözü yaşlı çocuk, kadın ve ihtiyarlar bırakan, Sırp canilerinin Bosna’da gerçekleştirdiği soykırımın benzeri olan hadiseye ilişkin yürütülen soruşturma ve açılan dava göstermelik olarak birkaç sene sürdü ve 1998’de hiçbir sonuç elde edilemeden dosya
kapatıldı.
Başbağlar Köy Derneği’ndeki şahitlerden biri isyanını yıllar sonra şu cümlelerle dile getirmişti: “O dönemde adeta suçlu yerine konduk ve dosya İzmir DGM’ye gönderilerek cezalandırıldık”
Başbağlar mağdurlarının avukatlarından Uğur Yaralı da zamanında; İzmir DGM’de görülen duruşmalar sırasında ciddi sıkıntılar yaşadıkları, Erzincan’da gözaltına alınan kimi sanıkların İzmir’de serbest bırakıldığı, Başbağlar’a baskın yapan PKK’lı gruba yardım ve gözcülük yapan yakın köylerdeki bazı şahıslarla ilgili ciddi iddialar olmasına rağmen bu konunun da üstünde durulmadığı, İzmir DGM’nin araştırmanın genişletilmesi yönündeki taleplerine de kulak tıkadığı ve Başbağlar’ın üstünün örtüldüğünden yakınmıştı.
Bugüne kadar bir Meclis soruşturması açılmadı. Bir ara TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde “terör ve şiddet olayları kapsamında yaşam hakkı ihlallerinin incelenmesi” adı ile Sivas ve Başbağlar olaylarını da inceleyecek bir alt komisyon kurulmuştu ama nafile.
33 masum insan hunharca katledilmişti ama ne var ki, CHP’lilerin yoğun çabalarıyla “teşhis usûlsüz” denilerek tetikçiler serbest bırakılmıştı. Sivas davası sanıklarının, Başbağlar davasının ise mağdurlarının avukatı olan Cüneyt Toraman, yıllar önce Akit gazetesine verdiği mülakatta “Soruşturma dosyası Erzincan DGM’ne intikal ettiğinde, bütün Türkiye, yakalanan ve mağdurlar tarafından da teşhis edilen tetikçilerin arkasındaki gücü öğrenmeyi beklerken, ‘teşhis tutanakları usûlüne uygun yapılmadığından’ bahisle, şüpheliler mahkeme tarafından serbest bırakılmıştır. Tetikçiler serbest bırakıldıktan sonra, bir daha da bulanamamıştır” diyordu.
Başbağlar Katliamını Sivas ile Karşılaştırmak Doğru Değil
İkisi arasındaki tek benzer yön, aynı aklın ürünü olmaları denebilir. Başbağlar’da taammüden işlenen ve evde bulunan insanların kasten yakıldığı planlı bir toplu katliam gerçekleştirilmiştir. Ama Sivas olayları belli bir planın ürünü olarak sürekli gündemde tutulur, psikolojik harekat unsurları ve ideolojik mahfillere bağlı yargı eliyle masum ve mağdur insanların kriminalize edilmesine payanda kılınırken, Başbağlar vahşeti adeta görmezden gelinmiş, hafızalardan silinmeye çalışılmıştır. Bu yüzden, yegane ortak noktaları, her iki olayla ilgili soruşturma ve yargılama süreçleri dahil olmak üzere iki davaya da, açıkça müdahale edilmiş, her ikisinde de hukuk ve adalet katliamları işlenmiştir.
Mağdurların avukatlarından Cüneyt Toraman’ın bu konulardaki ifadeleri önemli:
“Katliamdan saatler sonra olay yerine gelen güvenlik görevlileri, olay yerindeki delilleri toplaması gerekirken, olaydan iki gün sonra, olay yerine gelen iş makinelerinin, yanan evin içindeki cesetlerle birlikte (aynen Uğur Mumcu suikastinde olduğu gibi) delilleri süpürmüş ve yok etmiştir.”
Katliamdan tesadüfen sağ kurtulan mağdurların, “komşu köyden tanıdıkları bazı kişilerin teröristlere rehberlik ettiğini” beyan etmesi üzerine, dönemin Erzincan Valisi olan Recep Yazıcıoğlu, faillerin yakalanması için büyük destek vermiş, tetikçilerin çoğu gözaltına alınıp yakalanmış ama ‘teşhis usulsüz’ denilerek serbest bırakıldıktan sonra sırra kadem basmışlardır. Yargılamalar da teröristlere rehberlik eden köylüler ve birkaç terörist üzerinden yapılmıştır.
İtiraflara Rağmen Haklarında İşlem Yapılmadı
Başbağlar köylüleri, köylerini ısrarla terk etmediler. O günden sonra köyün yeniden inşası için kampanya bile başlattılar. Faillerin bulunması için, açılan davanın bütün duruşmalarına katılıp, davayı ısrarla takip ettiler. Lakin devlet içindeki malum odaklar sürecin sahiplenilmesinden rahatsızlık duydular. Erzincan DGM’deki davayı, İzmir’e naklettiler. Mağdur avukatlarının bilahare aktardıkları üzere İzmir DGM, bu olayın mağdurlarına, gizlemeye bile ihtiyaç hissetmeden hasmane bir tutum sergilemiş, mağdurları azarlamış, duruşma salonundan çıkarmıştır.
Hukukçu Toraman, İzmir sürecini de şöyle özetliyor:
“Dava devam ederken, ‘pişmanlık yasası’ çıkması, ortadan kaybolan faillerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Başka mahkemelerde, başka suçlardan tutuklu bazı sanıklar, yasadaki indirimden yararlanmak için, mahkemelere müracaat ederek ‘Başbağlar katliamına katıldıklarını’ itiraf etmişler, olayları, başından sonuna kadar ayrıntılı olarak anlatmışlar, katliama kimlerin katıldığını isim isim belirtmişlerdir. İtirafçı sanıkların itiraflarının birbiriyle örtüşmesi, hazırlık soruşturması sırasında serbest bırakılan sanıkların ifadeleriyle de tamamen örtüşmesi, ‘bu itirafların gerçek olduğunu’ ortaya çıkarmıştır. Sanıkların bu itirafları karşısında, mağdurlar, büyük bir sevinç yaşamışlardır.
Müdahil vekilleri olarak bizim de mahkemeye müracaat ederek, ‘katliamı gerçekleştirdiklerini itiraf eden bu sanıkların davaya dahil edilmeleri’ talebimiz, mahkemece, ‘talebimizin davayla ilgisi olmadığı’ gerekçesiyle reddedilmiştir. Mağdur avukatlarının topluca istifasından sonra, mahkeme, ‘sözde bir yargılama’ sonunda, 20 sanıklı davada, 18 sanığın beraatine, 2 sanığın mahkumiyetine karar vermiş, dosyayı kapatmıştır.”
Madımak’ın da Başbağların da Aklı ve Failleri Ortak!
Evet, görüldüğü üzere, örtülü darbe döneminin olağanüstü koşullarında Sivas’ta olaylar esnasında -delilli ve şahitli olarak- orada olmayan insanlara bile en yüksek perdeden cezalar yağdırılırken, Başbağlar katliamıyla ilgili itiraf ve şahitlikler ortadayken bile aslında hiçbir yargılama yapılmamıştır. Zaten dava dosyası da, büyük bir katliamın nasıl örtbas edildiğinin delilidir. Esasen, olayın tetikçileri belli olmakla birlikte, tetikçilerin arkasındaki güç de şeffaf biçimde ortadadır. Bir yerde planlı bir kışkırtma organize edenler, direksiyonu başka bir yere kırıp orada da katliam tertiplemişlerdir. Üstelik, detaylarını yukarıda paylaştığımız bu “yargılama tiyatrosu” Yargıtay’da da onaylanmıştır.
Üstüne gidilir mi? Çözülmesi için uğraşılır mı? Hukukun ve halkın katilleri hakettikleri cezaya kavuşturulur mu? Peki ya onları aklatıp paklatanlar? Hiç sanmıyoruz. Hele halihazırdaki Türkiye fotoğrafı da böyle bir girişime hiç sıcak bakmaz bir görüntü arzediyor. Üstelik şimdilerde de -farklı şekillerde de olsa- yeni hukuk ve adalet trajedilerine imza atıp yeni kurbanlar yaratan dar bir koridora hapsolmuş durumdayız.
Ne diyelim. Allah, tam 27 yıldır, ısrarla bu olayın sorumlularının ortaya çıkarılıp, hakiki bir yargılamanın ardından cezalarını çekmelerini bekleyen Başbağlar köylülerinin yardımcısı olsun. Tıpkı 27 yıldır demir parmaklıklar ardından adalet talep eden Sivas mağdurları gibi.
Son söz: Aslında olağanüstü şartların ürünü olan dönemin DGM’lerindeki tüm dava ve yargılamalar “tamamen geçersiz sayılmalı” ve yeni baştan görülmelidir. İstisnasız.
Yorumlar
Yorum Gönder