Ana içeriğe atla

Başbağlar’ı unutmadık! 05.07.2020

Sivas provokasyonu ve trajedisinden üç gün sonra, 5 Temmuz 1993’te, Erzincan’ın Kemaliye İlçesi’ne bağlı Başbağlar Köyü’nde, tetikçiliğini PKK ve türevlerinin gerçekleştirdiği hunharca bir katliam yaşandı.

 

Köydeki ev, cami, okul dahil 214 meskenle birlikte biri kadın beş kişi yakıldı, köy meydanına toplanan 28 kişi de örgüt propagandası dinletilmesinin ardından kurşuna dizilerek öldürüldü. Toplam 33 masum, günahsız insan.

 

Geride gözü yaşlı çocuk, kadın ve ihtiyarlar bırakan, Sırp canilerinin Bosna’da gerçekleştirdiği soykırımın benzeri olan hadiseye ilişkin yürütülen soruşturma ve açılan dava göstermelik olarak birkaç sene sürdü ve 1998’de hiçbir sonuç elde edilemeden dosya

kapatıldı.

Başbağlar Köy Derneği’ndeki şahitlerden biri isyanını yıllar sonra şu cümlelerle dile getirmişti: “O dönemde adeta suçlu yerine konduk ve dosya İzmir DGM’ye gönderilerek cezalandırıldık” 

 

Başbağlar mağdurlarının avukatlarından Uğur Yaralı da zamanında; İzmir DGM’de görülen duruşmalar sırasında ciddi sıkıntılar yaşadıkları, Erzincan’da gözaltına alınan kimi sanıkların İzmir’de serbest bırakıldığı, Başbağlar’a baskın yapan PKK’lı gruba yardım ve gözcülük yapan yakın köylerdeki bazı şahıslarla ilgili ciddi iddialar olmasına rağmen bu konunun da üstünde durulmadığı, İzmir DGM’nin araştırmanın genişletilmesi yönündeki taleplerine de kulak tıkadığı ve Başbağlar’ın üstünün örtüldüğünden yakınmıştı.

 

Bugüne kadar bir Meclis soruşturması açılmadı. Bir ara TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde “terör ve şiddet olayları kapsamında yaşam hakkı ihlallerinin incelenmesi” adı ile Sivas ve Başbağlar olaylarını da inceleyecek bir alt komisyon kurulmuştu ama nafile.

 

33 masum insan hunharca katledilmişti ama ne var ki, CHP’lilerin yoğun çabalarıyla “teşhis usûlsüz” denilerek tetikçiler serbest bırakılmıştı. Sivas davası sanıklarının, Başbağlar davasının ise mağdurlarının avukatı olan Cüneyt Toraman, yıllar önce Akit gazetesine verdiği mülakatta “Soruşturma dosyası Erzincan DGM’ne intikal ettiğinde, bütün Türkiye, yakalanan ve mağdurlar tarafından da teşhis edilen tetikçilerin arkasındaki gücü öğrenmeyi beklerken, ‘teşhis tutanakları usûlüne uygun yapılmadığından’ bahisle, şüpheliler mahkeme tarafından serbest bırakılmıştır. Tetikçiler serbest bırakıldıktan sonra, bir daha da bulanamamıştır” diyordu.

 

Başbağlar Katliamını Sivas ile Karşılaştırmak Doğru Değil

 

İkisi arasındaki tek benzer yön, aynı aklın ürünü olmaları denebilir. Başbağlar’da taammüden işlenen ve evde bulunan insanların kasten yakıldığı planlı bir toplu katliam gerçekleştirilmiştir. Ama Sivas olayları belli bir planın ürünü olarak sürekli gündemde tutulur, psikolojik harekat unsurları ve ideolojik mahfillere bağlı yargı eliyle masum ve mağdur insanların kriminalize edilmesine payanda kılınırken, Başbağlar vahşeti adeta görmezden gelinmiş, hafızalardan silinmeye çalışılmıştır. Bu yüzden, yegane ortak noktaları, her iki olayla ilgili soruşturma ve yargılama süreçleri dahil olmak üzere iki davaya da, açıkça müdahale edilmiş, her ikisinde de hukuk ve adalet katliamları işlenmiştir.

 

Mağdurların avukatlarından Cüneyt Toraman’ın bu konulardaki ifadeleri önemli:

 

“Katliamdan saatler sonra olay yerine gelen güvenlik görevlileri, olay yerindeki delilleri toplaması gerekirken, olaydan iki gün sonra, olay yerine gelen iş makinelerinin, yanan evin içindeki cesetlerle birlikte (aynen Uğur Mumcu suikastinde olduğu gibi) delilleri süpürmüş ve yok etmiştir.”

 

Katliamdan tesadüfen sağ kurtulan mağdurların, “komşu köyden tanıdıkları bazı kişilerin teröristlere rehberlik ettiğini” beyan etmesi üzerine, dönemin Erzincan Valisi olan Recep Yazıcıoğlu, faillerin yakalanması için büyük destek vermiş, tetikçilerin çoğu gözaltına alınıp yakalanmış ama ‘teşhis usulsüz’ denilerek serbest bırakıldıktan sonra sırra kadem basmışlardır. Yargılamalar da teröristlere rehberlik eden köylüler ve birkaç terörist üzerinden yapılmıştır.

 

İtiraflara Rağmen Haklarında İşlem Yapılmadı

 

Başbağlar köylüleri, köylerini ısrarla terk etmediler. O günden sonra köyün yeniden inşası için kampanya bile başlattılar. Faillerin bulunması için, açılan davanın bütün duruşmalarına katılıp, davayı ısrarla takip ettiler. Lakin devlet içindeki malum odaklar sürecin sahiplenilmesinden rahatsızlık duydular. Erzincan DGM’deki davayı, İzmir’e naklettiler. Mağdur avukatlarının bilahare aktardıkları üzere İzmir DGM, bu olayın mağdurlarına, gizlemeye bile ihtiyaç hissetmeden hasmane bir tutum sergilemiş, mağdurları azarlamış, duruşma salonundan çıkarmıştır.

 

Hukukçu Toraman, İzmir sürecini de şöyle özetliyor:

 

“Dava devam ederken, ‘pişmanlık yasası’ çıkması, ortadan kaybolan faillerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Başka mahkemelerde, başka suçlardan tutuklu bazı sanıklar, yasadaki indirimden yararlanmak için, mahkemelere müracaat ederek ‘Başbağlar katliamına katıldıklarını’ itiraf etmişler, olayları, başından sonuna kadar ayrıntılı olarak anlatmışlar, katliama kimlerin katıldığını isim isim belirtmişlerdir. İtirafçı sanıkların itiraflarının birbiriyle örtüşmesi, hazırlık soruşturması sırasında serbest bırakılan sanıkların ifadeleriyle de tamamen örtüşmesi, ‘bu itirafların gerçek olduğunu’ ortaya çıkarmıştır. Sanıkların bu itirafları karşısında, mağdurlar, büyük bir sevinç yaşamışlardır.

 

Müdahil vekilleri olarak bizim de mahkemeye müracaat ederek, ‘katliamı gerçekleştirdiklerini itiraf eden bu sanıkların davaya dahil edilmeleri’ talebimiz, mahkemece, ‘talebimizin davayla ilgisi olmadığı’ gerekçesiyle reddedilmiştir. Mağdur avukatlarının topluca istifasından sonra, mahkeme, ‘sözde bir yargılama’ sonunda, 20 sanıklı davada, 18 sanığın beraatine, 2 sanığın mahkumiyetine karar vermiş, dosyayı kapatmıştır.”

 

Madımak’ın da Başbağların da Aklı ve Failleri Ortak!

 

Evet, görüldüğü üzere, örtülü darbe döneminin olağanüstü koşullarında Sivas’ta olaylar esnasında -delilli ve şahitli olarak- orada olmayan insanlara bile en yüksek perdeden cezalar yağdırılırken, Başbağlar katliamıyla ilgili itiraf ve şahitlikler ortadayken bile aslında hiçbir yargılama yapılmamıştır. Zaten dava dosyası da, büyük bir katliamın nasıl örtbas edildiğinin delilidir. Esasen, olayın tetikçileri belli olmakla birlikte, tetikçilerin arkasındaki güç de şeffaf biçimde ortadadır. Bir yerde planlı bir kışkırtma organize edenler, direksiyonu başka bir yere kırıp orada da katliam tertiplemişlerdir. Üstelik, detaylarını yukarıda paylaştığımız bu “yargılama tiyatrosu” Yargıtay’da da onaylanmıştır.

 

Üstüne gidilir mi? Çözülmesi için uğraşılır mı? Hukukun ve halkın katilleri hakettikleri cezaya kavuşturulur mu? Peki ya onları aklatıp paklatanlar? Hiç sanmıyoruz. Hele halihazırdaki Türkiye fotoğrafı da böyle bir girişime hiç sıcak bakmaz bir görüntü arzediyor. Üstelik şimdilerde de -farklı şekillerde de olsa- yeni hukuk ve adalet trajedilerine imza atıp yeni kurbanlar yaratan dar bir koridora hapsolmuş durumdayız.

 

Ne diyelim. Allah, tam 27 yıldır, ısrarla bu olayın sorumlularının ortaya çıkarılıp, hakiki bir yargılamanın ardından cezalarını çekmelerini bekleyen Başbağlar köylülerinin yardımcısı olsun. Tıpkı 27 yıldır demir parmaklıklar ardından adalet talep eden Sivas mağdurları gibi.

 

Son söz: Aslında olağanüstü şartların ürünü olan dönemin DGM’lerindeki tüm dava ve yargılamalar “tamamen geçersiz sayılmalı” ve yeni baştan görülmelidir. İstisnasız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEHMET ŞİMŞEK İLE HASBİHAL

  Sayın Şimşek sözlerimiz size, tekil olarak şahsınıza. Geleceğinizi duyduğumuzda tüm ümit kırıklıklarımıza, tüm birikmiş öfkelerimize rağmen nasıl da umutlanmıştık. İşinin ehli, rasyonel politikalara yol verecek, gelirken kimbilir ne pazarlıklar etmiş, birilerine rağmen göğsünü entrikalara siper etmiş, mevcut sistemin tüm olumsuzluklarının sürdüğünü bildiğimiz halde, doğru bildiklerinden asla taviz vermeyecek idolümüz olmaya adaydınız! Yalnızca biraz zamana ihtiyacınız vardı ki ondan da bizde bolca vardı. Son yedi yılı yara berelerle atlatmış gaziler olarak, ümitlerimizin kırıntılarını tane tane toplayıp soframıza koyacağınızı dört gözle beklemekteydik! Bizi seraptan uyandıran şey Meclis konuşmanız oldu. Tüm “acabalar”a rağmen artırmaya çalıştığımız umutların bir kez daha törpülenmesine sebebiyet verdi. Onca yaşadığımız kabustan sonra zihinlerde “Rasyonel politikalar gütmeye çalışan bir teknokrat” olarak kalmanız iyi olurdu. Selefleriniz kötü yönetime beceriksiz siyasetlerini ...

Hoca derslere devam ediyor (2) 05.06.2020

“Bugün, Türkiye’de bir ekonomik kriz yaşadığımız için siyasal kriz yaşamıyoruz. Tam tersine,  bir siyasal kriz, hukuk krizi, adalet krizi ve en önemlisi yönetim krizi yaşadığımız için ekonomik kriz yaşıyoruz.”   Hocanın 1 Haziran konuşmasındaki bu sözleri hukukun keyfileşmesi, adaletin erimesi, özgürlüklerin baskı altına alınmasının ülkelerin ekonomik ve sosyal krizlere kapılmasındaki sebep-sonuç ilişkileri yasasını özetliyor. Sebepler zincirinin sonucu olan siyasal krizler ekonomik yönetimindeki çelişkileri de, krizleri de tetikleyip derinleştiriyor.   Bu meyanda virüs salgınıyla literatüre girip kullanılan “normalleşme” olgusunun, sadece berberlerin, AVM’lerin açılmasına atfen değil, memleketin diğer sorunlarıyla bağlantılı sadra şifa yönelimler için vesile kılınması niyazıyla ilkesel boyutta irdeliyor hoca:   “Bu nedenle, normalleşme kavramını ülkenin nefes borularının açılması, dinamizminin önündeki engellerinin kaldırılması ve gençlerimizin yaratıcılığını körelt...

'Koronavirüs ve Göçmenler' raporu 05.04.2020

Korona günlerinin mağdur kesimlerinden biri de hiç şüphesiz ki göçmenler. Hele ki evlerinde ol(a)mayan, sınırlarda, göç merkezlerinde, kamplarda bulunanlar açısından olduğu kadar, evlerinde oldukları halde çalışma imkanları olmayan, hastaları bulunan, geçim imkanı bulunmayıp muhtaç halde olanların durumu daha da zor. Dile kolay, dört milyon civarı insandan söz ediyoruz ve bunların önemli bir kısmı toplumun dezavantajlılar katmanında.   Bugünlerde özellikle irili ufaklı sivil yardım kuruluşlarının -kendi canlarını da riske ederek- ortaya koydukları çabalar gerçekten takdir edilesi. Ancak bazen onların da yetersiz kaldıkları çok fazla örnekle muhatabız. Geçenlerde partimiz kurucularından Fatma Aydın Ataş hanımefendinin haber alıp yanlarına koştuğu down sendromlu çocuklarının da olduğu bir ailenin durumu içler acısıydı. Öylesine ki, yanan evlerinden kalan hiçbir eşyaları da olmadığı halde, Suriyeli komşularının verdikleri ödünç eşyalarla durumlarını idame etmekteydiler. Sağolsun Fatma...