Adaletin reformu olmaz ama bir paket program halinde çiğnenegeliyorsa bir adalet siyasetinin bir an önce devreye sokulması elzemdir.
Karmaşık ve kompleks bir terör örgütüyle mücadelenin zorluğu ortadadır ama o mücadelenin kendisini de hak hukuk açısından karmaşık, kompleks hale getirmenin meşruiyeti nerede görülmüştür?
Çok sorunumuz var...
Anayasada OHAL’e kanuni çerçeve çizildi diye OHAL’i insan hakları yönünden incelemeye tabi tutmamak, OHAL’in kaldırılmasının ardından da devam ediyormuşcasına kararlara imza atmanın hukuksal meşruiyetini tartışmamak olur mu?
Uluslararası haklardan doğan yükümlülükleri, ölçülülük ilkesini, çekirdek haklara dokunma yasağını nereye koyacağız
Mahkeme kararı olmaksızın alınan “kurum kararları”nı, bunların mahkeme kararlarının da üstüne çıkarılmasının meşrulaştırılmasını...
Danıştay 5. Dairesi meslekten çıkarmaya “Olağanüstü tedbir” demişti demesine ama, muhataba hiçbir suçlama yöneltilmemiş, savunma hakkı kullandırılmamış, disiplin hukukunun temel ilkelerine riayet edilmeyip AİHS kapsamında “cezai isnat” niteliği taşıyan kararlara imza atılmıştı.
İncelemelerini dosya üzerinden yapan komisyon kişilere “savunma haklarını” kullandırmazken, hangi gruba üye olunduğu, hangi davranışın iltisak oluşturduğu belirlenmeden, “suçsuzluğunu ispat yükümlülüğü”nü kişiye yüklemişti anayasanın 38.maddesine rağmen. Üstelik AİHM içtihatlarında da KAMU YARARI ne kadar güçlü olursa olsun ADİL YARGILANMA HAKKI’ndan feragat edilemeyeceğini 6.maddede vurgulandığı halde.
Bir sanığın otoritenin kötüye karşı kullanılmasına karşı korunması SİLAHLARIN EŞİTLİĞİ İLKESİ gereği idi. Oysa kişi, ne kendisi hakkında bilgi veren kişilerle yüzleşebildi, ne de kendisini savunabildi.
İşin vahim noktası ortada açıkça uluslararası kriterlere uygun (AİHM, AİHS, Venedik Komisyonu) bir YARGI GÜVENCESİ’nin olmayışıdır.
Soruşturmanın ve savunma hakkının verilmeyişi ve kitlesellik benzeri daha başka sebeplerle de OHAL KHK’ları bir “Arındırma/lustration” davaları haline gelmiştir.
Tabii onbinlerce mağdur yaratan ve uluslararası ilkeler ve içtihatlara da uyumlu olmayan bu süreç işten çıkarmalar haricinde daha pek çok soruna da yol açtı ve bu alanlarda da ciddi mağduriyetler üredi, hukukun işleyişi geciktirildi, onulmaz sosyal yaralar açıldı.
İlk elde akla gelenler, uzun tutukluluk süreleri, iddianamelerin gecikmesi, işkence ve kötü muamele, cezaevlerindeki ağır hastalar, bebekli ve hamile kadınlar, örgüt üyeliği isnat edilenleri belirlemek üzere oluşturulan şüphe kriterleri ve kayıp olayları gibi.
Tabii bunlara kamuoyunun ilgisinin hemen tamamen dışında olan ve sınırlı sayıda bilirkişi, hukukçu tarafından teknik ve hukuki incelemeye tabi tutulan bylock, ankesör gibi meselelerdeki halihazırda devam eden sorunlar ve askeri okulların asker öğrencileriyle ilgili verilen kararların hukukilik tartışmalarını da eklemek gerek.
Bu ortam, “FETÖ Borsası”na ilişkin bir yozlaşma vasatını da beslemekle beraber, yozlaşmaların sadece yargı alanında değil, siyaseti, medyası, hatta toplumuyla kirli ve geri dönüşü zor bir ortamı münbit hale getirmektedir.
Ya bütün bu gelişmelerin güvenlik adına yapıldığına ikna olup hukuksuzluğu normal bir itikad ve yaşam biçimi olarak algılayacak ya da hukuksuzluğun sürdürülebilir olmadığını her açıdan farkedecek, kimlikçi yaklaşımlarla normların çiğnenmesine müsaade etmeyecek bir ahlak anlayışını kuşanacağız.
Tercih bizim...
Mesela ya Cumhurbaşkanının yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığı ilkesini ayaklar altına alıp yargı kararları üzerinde baskı ve tekel oluşturan tavrını normal görüp, beğenmediğimiz kişiliklerin (oysa HAK Allah içindir, O’nun hatrına savunulur, konu kişiler değildir!-Menar Tefsiri, M.Abduh-R.Rıza/Maide 8 Tefsiri) başına geldiği için ses etmeyip tahammül edeceğiz ya da dün olduğu gibi yarın da aynı tutum bize yapıldığında inandırıcılığın kalmadığını kabul edeceğiz. Maide 8 ve Nisa 135 bize hukukun kimliklere bakmadığını söyler, eğer adaleti ikame etmek istiyorsak Allah’ın bu emirlerini günümüze uygularken filtreler kullanmayalım. Özellikle de bunu yaparken siyeri buna alet etmeyelim. Unutmayalım ki, vicdanların haykırdığı sesi kimlikçi taraftarlığın bastırması mümkün değildir. O sesin aksinin bir gün başımıza geleceğini ya da o bastırdığımız sesi heybemize koyarak ahirete intikal edeceğimizi unutmamalıyız.
O yüzden Yargı Paketlerinde kendilerine yer bulamayan “devlete karşı işlenen suçlar” kapsamında mahkumiyet giymiş ya da soruşturmaları süren insanlar için ADALET’i talep edelim. Hukuk devleti normlarına dönüşün mücadelesini ortaya koymak sadece mağduriyetleri gidermeyecek, bu ülkenin geleceğini de inşa edecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder