Ana içeriğe atla

İdlib, insanlığımızın turnusolu 05.03.2020





Suriye’yi konuşurken insanı merkeze koymayan siyasi tahlilleri ciddiye almak mümkün değil.

 

Ötesi, bu bilinçli olarak yapılıyor ve “Türkiye orada işgalci…” falan diye başlıyorsa buruşturup çöpe atmak gerek.

 

Soruyorum kendime; “Bunu soranın derdi uluslararası hukuk falan mı!?” diye.

 

Öyleyse aynı kafa neden Rusya, Esed, İran’ın dokuz yıldır süregelen mezalimine, insanlık ve savaş suçlarına, kimyasala, okul, hastane, böcek, çiçek demeden sürgit devam eden soykırıma ses çıkarmaz.

 

Demek ki motivasyon(!) başka.

 

15 Temmuz’dan sonra iktidar adaleti, hukuku, ekonomiyi altüst etti, doğru. Dili sivrileşti, yandaşlar kayrıldı, totaliterlik çiğnenen ilkeler ve ulusalcılaşmayla bağlantılı olarak arttı;, Perinçek memnun, hepsi doğru. Dış siyasette olması gereken denge de uzunca bir dönemdir eli ayağına dolaştı, o da doğru.

 

Lakin;

 

Suriye’yi konuşurken totalitarizme vurgu yapmak bir tercih.

 

Suriye’yi konuşurken Esed’in diktatörlüğüne, Rusya’nın Grozni vahşetine hiç değinmemek de ayrı bir tercih!

 

Burada totaliter keşfedip yanıbaşındaki zalimleri, despotları, katilleri diktatörleri görememek ne tür bir ahlaki duruşun uzantısıdır!

 

Bunu yapanlar, iktidarın içeride içine düştüğü gayrı ahlaki ve gayrı hukuki pozisyondan daha iyisine sahip olmuş olmuyorlar!

 

Kılıçdaroğlu “Suriye askeri Türk askerini koruyor” derken,

 

Karamollaoğlu ona destek verirken,

 

“Oturun Şam ile masaya” korosu sesini yükseltirken,

 

“İslam dünyasındaki milyonların katlinden Erdoğan sorumludur” diyenlerin başka konulardaki “tutarlılığını” kim ciddiye alır!

 

Erdoğan konsolide etmeyi seviyor, doğru. Diğerleri “gelin canlar bir olalım” ahlakını mı kuşanıyor?

 

Saadet, içeride “adalet” derken ne derece haklı ise, Suriye meselesinde toplumsal vicdana rehberlik etmekten o kadar uzak kaldı! Ne İran’a, ne de Esed’e toz kondurdu. Buğzu da eskilere dayanıyor, ideolojik yaklaşımı da. “BOP” diye diye Suriye’de insanı göremeyen, adaletsizliği, zulmü, vahşeti göremeyen bir pozisyona oturdular; kalkmaya da niyetleri yok! Bu çelişki az şey midir?

 

Burada “Rant, yolsuzluk, akraba kayırma” derken haklı olanlar, Suriyeli gördüğünde şeytandan kaçar gibi kaçıyorsa yok mudur bunda bir tuhaflık!

 

Suriyeliler konusunda rahatça ırkçılık yapanların Erdoğan eleştirilerini kim ciddiye alır vicdanen?

 

Bilakis, “şehitler geliyor yüklenelim!” motivasyonuyla siyaset yaptıklarını zannedenler, Suriye konusunda “Rusya-Esed-İran cephesine teslim olun”dan başka ne öneriyorlar?

 

Orada insanı göremeyenlerin burada gördüklerine kim inanır?

 

İçeride sosyalistlik yapanların, Esed’in yanında durup faşistlik yaptıklarını görenler neden Erdoğan’ı sorgulayıp bu ahlaksızlara kulak versinler?

 

Eleştiri ilkesel olmadığını hissettirdiğinde,

 

Öfke ideolojik olduğunu buz gibi bağırdığında,

 

İçinde insan olmayan timsah gözyaşları kimi aldatır?

 

Dün “mülteciler defolup gitmeli” diyenlerin, Edirne sınırına bakıp “içim acıyor” diye gevelemelerinin sebebinin “insan” olmadığı açık değil midir?

 

***

 

İnsanı göremeyenlerin, içeride insanlık rolü yapmalarının yegane meşruiyet reçetesi ulusalcılıktır!

 

Bu virüsün yanında koronanın falan esamisi okunmaz.

 

“Bize ne Esed’den”, “Bize ne elalemin memleketinden” diye bi başlar, durdurabilene aşk olsun!

 

Arap düşmanlığı motivasyonuyla hareket edenler ile nasyonel sosyalizm sosuyla İslam düşmanlığını içrek anti-emperyalizm çeperinde Esed’le buluşmak nasıl bir mukadderattır Allah’ım!

 

Bir de ulusalcılığı, sorunlarla karşılaşmak ve hesaplaşmaktan beri olmak olarak algılayıp, “kapa sınırı, görme olan biteni, göm kafanı kuma, izle takımının maçını ne gam” kıvamında gösterenlerin, Pegida’laşma potansiyeli üzerinde sörf yaparak siyaset etmeleri ise katlanılır çile değildir.  

 

Bu virüs(ler)e karşı çaresi olan varsa beri gelsin…

 

***

 

Çare var aslında

 

Ve maalesef bu iktidarın en fazla yalpaladığı alan da burası.

 

İnsan olanı yüreğinden, bilincinden, zihninden yakalayacak çareler.

 

Çare var, olmaz olur mu, çare çok…

 

Başka yazıya…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEHMET ŞİMŞEK İLE HASBİHAL

  Sayın Şimşek sözlerimiz size, tekil olarak şahsınıza. Geleceğinizi duyduğumuzda tüm ümit kırıklıklarımıza, tüm birikmiş öfkelerimize rağmen nasıl da umutlanmıştık. İşinin ehli, rasyonel politikalara yol verecek, gelirken kimbilir ne pazarlıklar etmiş, birilerine rağmen göğsünü entrikalara siper etmiş, mevcut sistemin tüm olumsuzluklarının sürdüğünü bildiğimiz halde, doğru bildiklerinden asla taviz vermeyecek idolümüz olmaya adaydınız! Yalnızca biraz zamana ihtiyacınız vardı ki ondan da bizde bolca vardı. Son yedi yılı yara berelerle atlatmış gaziler olarak, ümitlerimizin kırıntılarını tane tane toplayıp soframıza koyacağınızı dört gözle beklemekteydik! Bizi seraptan uyandıran şey Meclis konuşmanız oldu. Tüm “acabalar”a rağmen artırmaya çalıştığımız umutların bir kez daha törpülenmesine sebebiyet verdi. Onca yaşadığımız kabustan sonra zihinlerde “Rasyonel politikalar gütmeye çalışan bir teknokrat” olarak kalmanız iyi olurdu. Selefleriniz kötü yönetime beceriksiz siyasetlerini ...

Hoca derslere devam ediyor (2) 05.06.2020

“Bugün, Türkiye’de bir ekonomik kriz yaşadığımız için siyasal kriz yaşamıyoruz. Tam tersine,  bir siyasal kriz, hukuk krizi, adalet krizi ve en önemlisi yönetim krizi yaşadığımız için ekonomik kriz yaşıyoruz.”   Hocanın 1 Haziran konuşmasındaki bu sözleri hukukun keyfileşmesi, adaletin erimesi, özgürlüklerin baskı altına alınmasının ülkelerin ekonomik ve sosyal krizlere kapılmasındaki sebep-sonuç ilişkileri yasasını özetliyor. Sebepler zincirinin sonucu olan siyasal krizler ekonomik yönetimindeki çelişkileri de, krizleri de tetikleyip derinleştiriyor.   Bu meyanda virüs salgınıyla literatüre girip kullanılan “normalleşme” olgusunun, sadece berberlerin, AVM’lerin açılmasına atfen değil, memleketin diğer sorunlarıyla bağlantılı sadra şifa yönelimler için vesile kılınması niyazıyla ilkesel boyutta irdeliyor hoca:   “Bu nedenle, normalleşme kavramını ülkenin nefes borularının açılması, dinamizminin önündeki engellerinin kaldırılması ve gençlerimizin yaratıcılığını körelt...

'Koronavirüs ve Göçmenler' raporu 05.04.2020

Korona günlerinin mağdur kesimlerinden biri de hiç şüphesiz ki göçmenler. Hele ki evlerinde ol(a)mayan, sınırlarda, göç merkezlerinde, kamplarda bulunanlar açısından olduğu kadar, evlerinde oldukları halde çalışma imkanları olmayan, hastaları bulunan, geçim imkanı bulunmayıp muhtaç halde olanların durumu daha da zor. Dile kolay, dört milyon civarı insandan söz ediyoruz ve bunların önemli bir kısmı toplumun dezavantajlılar katmanında.   Bugünlerde özellikle irili ufaklı sivil yardım kuruluşlarının -kendi canlarını da riske ederek- ortaya koydukları çabalar gerçekten takdir edilesi. Ancak bazen onların da yetersiz kaldıkları çok fazla örnekle muhatabız. Geçenlerde partimiz kurucularından Fatma Aydın Ataş hanımefendinin haber alıp yanlarına koştuğu down sendromlu çocuklarının da olduğu bir ailenin durumu içler acısıydı. Öylesine ki, yanan evlerinden kalan hiçbir eşyaları da olmadığı halde, Suriyeli komşularının verdikleri ödünç eşyalarla durumlarını idame etmekteydiler. Sağolsun Fatma...