Ana içeriğe atla

Hukuksuzluk virüsüyle de mücadele edelim 21.03.2020

Fırsat bu fırsat. Gerçekler bunca çıplaklığıyla bütün dünyanın yüzüne bir şamar gibi inmişken bizler de bundan payımızı almayı ertelemeyelim.

 

Hükümetin açıkladığı “İstikrar Kalkanı” yönetimin öncelikleriyle gerçekler arasındaki uçurumun bir itirafıydı adeta. “Koyun can derdinde kasap et…” dedirtircesine. Madde madde sıralamayacağım. Meselenin ne derece ciddi olduğunu ve ivedilikle neler yapılması gerektiğini Gelecek Partisi ekonomi kurmaylarının hazırladığı iki bildiri açık bir şekilde ortaya koydu. Partinin sayfasında mevcut, oradan takip edebilirsiniz.

 

***

 

Savaşın soğuk yüzünü ve hakikatle yüzleşmenin kaçınılmaz akıbetini hep sahadakiler yaşar. Savaşla ilgili hangi nutukları atarsanız atın, orada hep ekonomi-politik bir takım hesaplar dile gelir, otosansür kaçınılmazdır. Lakin saha böyle değildir. Askerin gerçeği, gerçeklikle hakiki bir yüzleşmenin karşılığıdır.

 

Sağlık çalışanlarının durumu da bugün aynen böyle. Adeta bir dünya ordusu teşekkül etti ve bütün bir insanlık adına çabalar ortaya koymakta. “Asker toplum” diye nitelenmekten keyif alanlara, bundan böyle “sağlık toplumu”; “bilim toplumu” dedirtircesine. 

 

İlk feryat Çin’den, Dr. Li Wenliang’tan gelmişti. Otoriterliği, şimdilerde virüsle mücadelede sonuç verdiği iddiasıyla siyasi tartışmaların merkezine konan rejim, virüsten arkadaşlarını haberdar etmeyi ve erken önlem almayı salıkveren (geçtiğimiz günlerde de vefat eden) genç doktoru susturmaya çalışmış ama bilahare gerçeğin karşısında yenik düşmüştü. İnternet siteleri ve bloglardan yayılan, İtalya ve Fransa’daki doktorların feryatlarına Türkiye’dekiler eklendi. Önlemler, pratik öneriler, bilimsel çabalar, günlerdir sürgit devam eden uykusuz mesailer, komplo teorileri ve yanlış bilgilerle mücadele…

 

Belki de o yüzdendir ki bugünlerde en ciddiye alınan, eksiklere rağmen özverili gayretlerinden ötürü takdir toplayan yegane kurum Sağlık Bakanlığı. 

 

İşte tam da bugünler bizi sadece “kendi sağlımız” ile ilgili değil; hatta sadece vücut sağlığı değil, ‘akıl sağlığı’, ‘vicdan sağlığı’, ‘hukuk sağlığı’ gibi konularda da üzerinde düşünmeye itti. İlk şoku atlatmamızın ve alışagelmemizin ardından başka alanlarla ilgili çözümler üzerinde de düşünmeye başladık.

 

***

 

Dün adalet alanıyla ilgili paketin açıklanması bu açıdan bir ilerlemedir. Evet bazen normal zamanda geri dönüş yapamayacağınız zararlardan bu tür kriz ortamları fırsata çevrilerek farklı siyasetler üretmek mümkün olabilir. Bazen, üzerine bolca popülizm eklenmiş konulardan ‘U’ dönüşü yapmak, ancak böylesi olağanüstü dönemlerle mümkün olabilir.

 

Sağlık ve hijyen açısından alınan tedbirler, ‘hukuk sağlığı ve hijyeni’ açısından da fırsatlar doğurabilir.

 

Mesela son günlerde ABD Princeton Üniversitesi'nde 3 yıl, Hollanda'daki Groningen Üniversitesi'nde 4 yıl korona virüsü üzerine çalışmış olan Doçent Mustafa Ulaşlı’nın ismi, aynı zamanda bir KHK’lı olması hasebiyle gündemleşti ve bazı milletvekilleri tarafından meclis gündemine de getirildi. Ulaşlı, 1 Eylül 2016'da Gaziantep Üniversitesi Tıbbi Biyoloji Ana ilim Dalı ve Genetik Bölümü'nden KHK ile ihraç edilmişti. Bugünlerde ise kamuoyuna şöyle seslenmekte:

 

“İhracımın üzerinden dört yıl geçti… Ben insanlık adına bir şeyler yapmak istiyorum. Bilime ve insanlığa katkı sağlamak istiyorum. Bilim insanlarının yeri üniversitedeki öğrencilerinin yanı ve laboratuvarıdır. Benim yerim bilim camiasıdır. ..Şu an araştırmalarıma devam ediyor olsaydım virüsün çoğalmasını nasıl durdurabiliriz konusu üzerine kafa yoran biri olurdum. Her akademisyeni bir gökdelen gibi düşünün. Yapıyorsunuz, ona bir imkan sağlıyorsunuz, büyütüyorsunuz, devlet olarak ona her türlü desteği veriyorsunuz, ondan sonra ona diyorsunuz ki: ‘Ben senin kapını kapatıyorum.’ İnsanı üzen şey tam da budur. Bir akademisyen olarak şu anda laboratuvarın başında işimi koordine ediyor olmam gerekirdi.”

 

Ulaşlı, sadece küçük ama çok önemli bir örnek! Böyle nice insanlarımız var ve bunlar bizim sermayemiz, insan kaynaklarımız. Tecrübelerine bütün bir ülke olarak ziyadesiyle ihtiyacımız var.

 

İşte bu yüzden KHK’lı, cezai işlem görmemiş tabip ve sağlık çalışanlarıyla alakalı, acil olarak görev bölgelerine iadeleri ve korona ile mücadelede istihdamlarıyla ilgili talepler kamuoyunda yükselmekte.

 

Bir kapı aralanmalı. Madem ki, yaklaşık yüzelli bin tutuklu ve hükümlüyü cezaevlerinden tahliye etme amaçlı gayretler içine girdik, o halde hakkında hiç soruşturma açılmamış, takipsizlik ya da beraat almış sağlık çalışanı KHK’lılarla ilgili acil olarak bu süreç işletilmeli.

 

***

 

Buraya kadar çizdiğimiz tablonun amacı, koronanın yarattığı iklimde insana, bilim insanlarına, sağlık ordusuna nefer ve komutan ihtiyacına dikkat çekmenin yanında, zaten bu insanların “hukuksuz” bir şekilde kamudan uzaklaştırılmış olmalarına da, yani “hukuk sağlımıza” da değinmekti.

 

Akl-ı selimle baktığımızda, bu vesileyle sadece sağlık çalışanlarının değil “hukuksuzluk virüsü”nden mustarip olmuş tüm kesimlere dönük yeni bir sayfa açmanın zamanıdır.

 

“devlete karşı işlenmiş…” demeden, hangi delil ve siyasi kriterlerle oluşturulduğunu iyi bildiğimiz süreçlerde mağduriyetler yaşamış insanlarımız için de buradan bir umut ışığı doğmalı.

 

Mesela Adalet paketine dahil edilen gerek hasta ve yaşlılar, gerekse “hamile, lohusa, çocuklu kadınların” cezalarının bir buçuk yıl tehiri ve adli kontrol şartıyla tahliyeleri, sadece adli vakalarla sınırlı kalmayıp “örgüt davası” olarak nitelenen yargılamalarla ilgili hükümlüleri de kapsar şekilde genişletilmelidir.

 

Aslında ‘sağlık’ nasıl ki en temel yaşam hakkı alanına giren bir konudur, aklın, neslin, dinin ve mülkiyetin korunmasına ilişkin alanlarda da sadece ve sadece halihazırdaki yasalara uyulsa, sosyal barışa ve normalleşmeye katkı anlamında da ciddi bir mesafe alınmış olur. Nitekim siyaset bir yana, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız saha gerçekliği de bize bunu dayatıyor.

 

Vücudumuza yönelik tehditlere, enfeksiyonlara, yaralara ve tahribatların engellenmesine dönük nasıl ki bütün bir ülke seferber olduysak, toplumun ve hukukun yaralarını sarmakta da aynı şekilde bir dayanışma içine girebiliriz.

 

Gelin bu krizi fırsata çevirelim.

 

Adalet ve hukuk alanında toplumun geniş bir kesimine enjekte ettiğimiz virüsleri de temizleyelim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEHMET ŞİMŞEK İLE HASBİHAL

  Sayın Şimşek sözlerimiz size, tekil olarak şahsınıza. Geleceğinizi duyduğumuzda tüm ümit kırıklıklarımıza, tüm birikmiş öfkelerimize rağmen nasıl da umutlanmıştık. İşinin ehli, rasyonel politikalara yol verecek, gelirken kimbilir ne pazarlıklar etmiş, birilerine rağmen göğsünü entrikalara siper etmiş, mevcut sistemin tüm olumsuzluklarının sürdüğünü bildiğimiz halde, doğru bildiklerinden asla taviz vermeyecek idolümüz olmaya adaydınız! Yalnızca biraz zamana ihtiyacınız vardı ki ondan da bizde bolca vardı. Son yedi yılı yara berelerle atlatmış gaziler olarak, ümitlerimizin kırıntılarını tane tane toplayıp soframıza koyacağınızı dört gözle beklemekteydik! Bizi seraptan uyandıran şey Meclis konuşmanız oldu. Tüm “acabalar”a rağmen artırmaya çalıştığımız umutların bir kez daha törpülenmesine sebebiyet verdi. Onca yaşadığımız kabustan sonra zihinlerde “Rasyonel politikalar gütmeye çalışan bir teknokrat” olarak kalmanız iyi olurdu. Selefleriniz kötü yönetime beceriksiz siyasetlerini ...

Hoca derslere devam ediyor (2) 05.06.2020

“Bugün, Türkiye’de bir ekonomik kriz yaşadığımız için siyasal kriz yaşamıyoruz. Tam tersine,  bir siyasal kriz, hukuk krizi, adalet krizi ve en önemlisi yönetim krizi yaşadığımız için ekonomik kriz yaşıyoruz.”   Hocanın 1 Haziran konuşmasındaki bu sözleri hukukun keyfileşmesi, adaletin erimesi, özgürlüklerin baskı altına alınmasının ülkelerin ekonomik ve sosyal krizlere kapılmasındaki sebep-sonuç ilişkileri yasasını özetliyor. Sebepler zincirinin sonucu olan siyasal krizler ekonomik yönetimindeki çelişkileri de, krizleri de tetikleyip derinleştiriyor.   Bu meyanda virüs salgınıyla literatüre girip kullanılan “normalleşme” olgusunun, sadece berberlerin, AVM’lerin açılmasına atfen değil, memleketin diğer sorunlarıyla bağlantılı sadra şifa yönelimler için vesile kılınması niyazıyla ilkesel boyutta irdeliyor hoca:   “Bu nedenle, normalleşme kavramını ülkenin nefes borularının açılması, dinamizminin önündeki engellerinin kaldırılması ve gençlerimizin yaratıcılığını körelt...

'Koronavirüs ve Göçmenler' raporu 05.04.2020

Korona günlerinin mağdur kesimlerinden biri de hiç şüphesiz ki göçmenler. Hele ki evlerinde ol(a)mayan, sınırlarda, göç merkezlerinde, kamplarda bulunanlar açısından olduğu kadar, evlerinde oldukları halde çalışma imkanları olmayan, hastaları bulunan, geçim imkanı bulunmayıp muhtaç halde olanların durumu daha da zor. Dile kolay, dört milyon civarı insandan söz ediyoruz ve bunların önemli bir kısmı toplumun dezavantajlılar katmanında.   Bugünlerde özellikle irili ufaklı sivil yardım kuruluşlarının -kendi canlarını da riske ederek- ortaya koydukları çabalar gerçekten takdir edilesi. Ancak bazen onların da yetersiz kaldıkları çok fazla örnekle muhatabız. Geçenlerde partimiz kurucularından Fatma Aydın Ataş hanımefendinin haber alıp yanlarına koştuğu down sendromlu çocuklarının da olduğu bir ailenin durumu içler acısıydı. Öylesine ki, yanan evlerinden kalan hiçbir eşyaları da olmadığı halde, Suriyeli komşularının verdikleri ödünç eşyalarla durumlarını idame etmekteydiler. Sağolsun Fatma...