Ana içeriğe atla

Nasıl bir siyasal kültür dönüşümü (1) 28.01.2020

Bazılarına göre toplum olarak ‘otoriter rejim’ ve ‘demokrasi’ ikliminden yana olanlar ayrımına doğru ilerliyoruz. Bir an için bu genelleştirilmiş analizin tümden doğru olduğunu varsayıp demokrasi cephesinde yer aldığımızı da kabullenerek, bu durumda “Nasıl bir demokrasi ve demokratik kültür önerisi?” sorusuna cevap aramayan çalışalım.

 

Sayılarının hiç de az olmadığını bildiğimiz, seküler hayat biçimine pozitif ayrımcılık yapan, bunu evrensel bir ön kabul olarak varsayan, bunu kesen tanımları getto sesi gibi algılayan yaklaşım biçimlerinin haksız ve hadsiz beklentisine değinerek tartışmaya bir kapı aralayalım.

 

İslami ve muhafazakar görüşlerin sosyo-politik yaygınlığının olduğu bir sosyolojide “İslamın aşılması ya da dışlanmasına dayalı bir demokratik kültür üretimi mümkün müdür; bu beklenti sahici midir?” sorusu en başta sorulması gerekenler arasında yerini alsın.

 

Eğer konumuz öncelikli olarak ‘birarada yaşam’ ve bunun referanslarının neler olacağı sorunsalı ise, her toplumsal kesimin bu konuda nakısalı, hatta ciddi manada yolun başında olduğu ön kabulüyle tartışmaya adım atmak kaçınılmaz. Bu yönüyle uzak geçmiş deneyimlerimizin medeniyetsel vizyonunun hakkını teslim etmek gerekli. Yani zamanımıza yaklaştıkça bir gerileme halinin, toplum mühendisliği politikalarının da etkisiyle oluştuğu bir vakıa. Bu sadece ikinci sınıf, çevre, dezavantajlı kılınan kesimler açısından değil, özellikle kendisini merkez, rol model, yönlendirici, aydınlatıcı sınıfın içerisinde görenler açısından geçerli. Projenin sosyolojik yaygınlığı başarısızlığa uğradıkça darbeler vs. yollarla hırçınlaşılması da bununla bağlantılı idi. Konumuzla ilintili kısım ise bu tecrübelerden yola çıkılarak demokratik kültüre evrilinmesi ancak seküler yaşam değerleri ve standartlarının yükseltilmesiyle mümkün algısı. Hatta bu algıya göre muhafazakar sosyolojinin önemli bir kısmı bu inşanın önünde engel olarak durmakta. Bu, sadece Kemalist kesimlere atfedilip geçiştirilemez, şuuraltına sızmış şekilde kendilerini demokrat olarak niteleyenleri de kısmen etkileyen, hatta muhafazakar kesim içerisinde de, iktidarın yanlışlarına dayalı olmak kaydıyla yaygınlaştırılan bir propagandayla, muhafazakar-dini değerlerden mümkün olduğunca sıyrılmayla demokratlaşmanın atbaşı gitmesi gerektiğine dair bir inanç! Bu “inancı” sömüren nice ‘dindar’ ya da seküler söylemlerle de muhatap olduğumuz bir prosesten geçmekteyiz üstelik.

 

Kemalizme, onca günahına, toplumsal kesimler üzerinde yarattığı tahribata rağmen ülkeyi ileride gerçekleşecek bir demokratikleşme yoluna soktuğu, bu meşaleyi yaktığı hurafesinden yola çıkarak açılan sınırsız krediyle karşılaştırıldığında insanın empati yaptırmak açısından şunu diyesi geliveriyor: E o zaman aynı krediyi bugünkü otoriterleşen iktidara da açalım, nitekim onun yanlışları sayesinde bugüne ve yarına dair olması gerekenleri tartışıyoruz. Şer gördüğümüzden hayırlar fışkırıyor. Bu yanlışları ortaya koymasaydı, gözümüz açılmayacaktı!

 

Aslında ilkinin derdi, demokratikleşmenin neden geciktiğinin tahlilini yaparken, yüzyılı kimliksel bir paranteze alması ve mahallenin çeperinde görmeye alıştığı sosyolojinin yaşam biçimiyle hesaplaşmasını halen sürdüregelmesindedir. Olanı olduğu gibi kabullenemedikten gayrı birarada yaşam kültürünü nasıl oluşturacağını kendisine itiraf edememesidir.

 

Demek ki “demokratik kültürün geliştirilmesi” talebi bazıları için aslında kendi yaşam biçiminin felsefesi ve alanlarının pozitif ayrımcılıkla genişletilmesi. Bu iktidarla bunun olamayacağı varsayımı da çarpık bakışı ve öfkeyi beslemekte.

 

Öte yandan ikincisinin yarı ömrü çözümler, açılımlar, toplumun beklentilerinin karşılanmasıyla geçmiş ve olmazlar gibi görünenlerin de olabileceğine alıştırılmış bir toplumsal dönüşüme de bir ara şahitlik etmiştik. Muhafazakar kesimde gittikçe yaygınlaşan dargınlık ve kızgınlık da zaten bütün bu kazanımlardan geriye gidişle alakalı değil mi!

 

O halde sadece birikmiş önyargı ve ezberlerimizle değil, daha derinlerden bu meseleye sondaj yapmamız gerekli.

 

“Demokratik kültür” deneyiminin mutlaka (hadi ağırlıklı olarak diyelim) seküler değerler üzerine oturması beklentisi, aynı zamanda muhafazakar deneyimin kendi içinden asla böyle bir kültür üretimi gerçekleştiremeyeceği varsayımını da içrek olduğundan söz etmiştik. Buna bir de yine seküler zihinsel bir beklentiyle, aslında demokratikleşmenin yegane motorunun muhafazakar sosyolojinin dönüşümü/dönüştürülmesi olacağı analizini de eklemek gerek. 

 

Peki zihinde olumlu ya da olumsuz çağrışımlar yaptıran, yeri geldiğinde başına sonuna ekler getirmek zorunda kaldığımız bu tarz kavramları (demokrasi, demokratik kültür, laiklik vb) kullanırken onca bonkör olmamıza rağmen neden bu kavramlarla kastedilen içerikler yaygınlaşamıyor sorusunu ve kavram-siyaset-ahlak ilişkisinin ‘ne’liğine dair bir kapı aralamasını gelecek yazıya bırakalım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEHMET ŞİMŞEK İLE HASBİHAL

  Sayın Şimşek sözlerimiz size, tekil olarak şahsınıza. Geleceğinizi duyduğumuzda tüm ümit kırıklıklarımıza, tüm birikmiş öfkelerimize rağmen nasıl da umutlanmıştık. İşinin ehli, rasyonel politikalara yol verecek, gelirken kimbilir ne pazarlıklar etmiş, birilerine rağmen göğsünü entrikalara siper etmiş, mevcut sistemin tüm olumsuzluklarının sürdüğünü bildiğimiz halde, doğru bildiklerinden asla taviz vermeyecek idolümüz olmaya adaydınız! Yalnızca biraz zamana ihtiyacınız vardı ki ondan da bizde bolca vardı. Son yedi yılı yara berelerle atlatmış gaziler olarak, ümitlerimizin kırıntılarını tane tane toplayıp soframıza koyacağınızı dört gözle beklemekteydik! Bizi seraptan uyandıran şey Meclis konuşmanız oldu. Tüm “acabalar”a rağmen artırmaya çalıştığımız umutların bir kez daha törpülenmesine sebebiyet verdi. Onca yaşadığımız kabustan sonra zihinlerde “Rasyonel politikalar gütmeye çalışan bir teknokrat” olarak kalmanız iyi olurdu. Selefleriniz kötü yönetime beceriksiz siyasetlerini ...

Aliya! - Acilen anlaşılmayı bekleyen tecrübe ve bilgelik 19.10.2020

Onun, yarım asırdan fazlası bir yana, özellikle otuz yıl önce yaşadığı tecrübelerin ona kattıklarından damıtılmış sözleri, uyarıları, teklifleri hala anlaşılmayı bekliyor. Hangi siyasal süreci yaşarsanız yaşayın, bir evresinde karşınıza o çıkıp size çağdaş dünyada nasıl, hangi ölçütlerle düşünmeniz ve davranmanız gerektiğini hatırlatıyor. Savaş ya da barış şartları farketmiyor. Coğrafyalar anlamsızlaşıyor. İyi ve güzel olan herşeyin adını İslam koyuşu mesajını da evrenselleştiriyor. İki kaynağa dayanıyor: Biri vahiy ve kültürü, diğer insanlık tecrübesi. Tümünü tevhid akidesinin çağdaş yorumlarında mezcederek Müslümanlara ve insanlığa sunuyor. Ontoloji, epistemoloji, ahlak, siyaset, hukuk, felsefe; tümü birden onun yaşam alanından süzülerek gelen erdemlerin işe yarar, dişe dokunur şekilde harmanlandığı bir gerçeklik alanı olarak neşvünema buluyor. Boşa konuşmadığını, “felsefe” yapmadığını, “reel siyaset”in nefsine hoş gelene taviz vermediğini hayatı ispat ediyor. Yaşamadığını önermediği...

Gelin bu bataklıktan ortak akıl ve elbirliğiyle çıkalım! 11.12.2020

Halk Radyo’da Gelecek Partili avukat Hasan Seymen ile Türkiye’de her kesimden ve her alandan OHAL KHK mağdurunun yakından tanıdığı KHK’lı hukukçu Levent Mazılıgüney’in programını takip edebildiniz mi bilmiyorum. Değilse mutlaka izlemelisiniz.   (https://www.youtube.com/watch?v=oL__kWsdi_Y&feature=youtu.be&ab_channel=HalkRadyo)   Programda Türkiye’nin son yıllarda içine girdiği yargı ve hukuk girdabının MR’ı çekilirken, aslında reform denilen şeyin de bugüne dek çiğnenegelen normların, yasaların uygulanmasının gerekliliğinden daha fazla bir şey olmadığı anlatılmaya çalışıldı.   Mazılıgüney, üzerinden dört buçuk yıl geçmesine rağmen halen devam eden operasyonlardan duyduğu endişeleri belirterek başladı analizlerine. Haksız değildi, içlerinde beraat eden ve soruşturmaları halen devam eden insanların da bulunduğu bu operasyonlara duyulan ihtiyaç gerçekten de devletin hala kendisi için yeterli güven ortamını sağlayamayışından mı kaynaklanmaktaydı yoksa toplumu yönetmed...