Türkiye’nin içinden geçtiği bu zorlu süreçte, duygu ve düşünceler iklimini paylaştığımız dostlar var. Dertleştiren sorular, cevaplar, analizler, tezler, anti-tezler, sentezler. İnsanların zihinlerinin olabildiğince karışık olduğu ve henüz sağlam bir limana demir atmadığı dönemlerde bunu yapmak ziyadesiyle gerekli ve faydalı.
Ülkede en başta bir sistem sorunu var. Yeni değil, belki bir asırdan fazla bir tarihsel arka plana sahip bir durum bu. 1876 anayasası ve izleyen süreç bir yana, özellikle 1908 sonrası çoklu fikirlerin yer aldığı ortamda daha bir kavileşen siyasi fay hatları sağdan sola, muhafazakarlıktan İslamcılığa etkili olmayı sürdürmekte. İdeallerin de, hayal kırıklıklarının da, korkuların da ardında bu dönemde oluşan çizgilerin Batı ve İslam dünyasıyla girdiği ilişkilerle kemikleşen yapıları var. Tıpkı insan psikolojisinde, ruhi hastalıkları çözümlemek için derinlere inmenin gerekliliğinde olduğu gibi; bugün yapageldiğimiz pekçok tartışma, aşmakta zorlandığımız kimlikler, meselelere sadra şifa çözümler oluşturmada önümüze dikilen engellerin arka planında bu tarihsel boyut var. Bu bahs-i diğer şimdilik bir kenarda dursun; ama siyasete, farklı toplumsal kesimleri birarada tutacak etmenlerin üretilmesini zorlaştırmada, sosyo-politik meselelere vizyonel ve akidevi perspektiflerimizin gelişimini engelleyen problemlerin şuuraltı, bu dönemlerdeki yaşanmışlıklara, yaşanmışlıklar üzerinden üretilen fikirlere, onların günümüze etkilerine dayanmakta.
***
Bu tablo ve kalın tortularının dostlarla hasbihale etki eden boyutları var. Siyaset dediğimiz olguyu bu kalıplardan birinin içine sokma çabası, hem resmi ideolojik söylemleri belirleyen vesayet yapılarının, hem de ona karşı konumlanma iddiasıyla yola çıkmış olanların ideal edinip inşa etmeye çalıştıkları bir vasatı oluşturmakta. Siyaset bir yönüyle de bu görüşlerin popülarize edilip üzerinde sörf yapıldığı bir alan.
“Ahlaki siyaset” formunu öncelediğini iddia eden yapılar bile bu fay hatlarından bağımsız değiller maalesef. Bunları aşma kaygısı, “yeni” olanı üretme çabası yok değil, lakin partilerden sivil toplumsal yapılara kadar bu işlere girişmenin cesaretini kuşanıp alt yapısını oluşturma meselesi daha henüz konuşulabilmiş bile değil.
***
Partilerden sivil topluma kadar sorunlar üzerinde konuşmaya devam ediyoruz, çözümler değil. Çözümlerden bahsetme iddiasına kalkıştığımızda, aslında çözümün değil, yine sorunun parçalarını konuşuyoruz. Çünkü hiç kimse tam olarak üzerine düşeni yapma, motivasyonlarını gözden geçirme, karşılıklı itiş kakışın sağladığı konformizmden sıyrılma yürekliliğini gösterebilecek bir donanım edinme çabasında değil.
“Mahallelerden çıkmalıyız” diyenlerin de, teoride haklı olsalar da, pratikte önlerinde engeller oluşturan bir vasat bu. Şimdilik bir iyi niyet olarak kalmaya mahkum. Daha henüz bu çeperlerden, sığınılan limanlardan fikir emeği ortaya koyup yol alma konusu masaya yatırılmış değil.
***
Gelelim hasbihalimizin daha dar ama anlamlı etaplarından birine. Henüz işin başında olduğumuz etaplardan biri elbette. Hasbihal ettiğimiz dostların hemen hepsi partisel bir yapılanmanın dışında, sivil toplumun içinde. Bazı talepleri var:
“Neden şu konuyla hesaplaşmıyorsunuz?”
“Niçin bu konuları şu şekilde gündem etmiyorsunuz?”
Hepsi başüstüne alınan, değerli, dostane öneriler bunlar. Lakin, gerçekler dünyasında, bunları gündem ederken aynaya bakmayı gerektirecek hususlar içeriyor.
İlkin, bu dostların hemen hepsi, partisel siyasetten uzak durmayı bir gereklilik, bağımsızlık hatta erdem gibi gören insanlar. Türkiye siyasetinin geleneksel kirliliklerine bulaşmamayı şiar edindiklerini ifade eden, bunun kendini, kişiliğini, bağımsız fikirleri koruma noktasında değerli olduğunu düşünen.
En başta şunu ifade etmek lazım. Elbette herkes partili siyasetin içinde yer almamalı. Hatta özellikle yer almamalı ki, sivil toplumun da gücü korunsun. Birileri icraat ortaya koymaya çalışırken diğerleri ilkesel düzlemde hatırlatmalarda bulunsun, denetim görevini icra etsin. Buna kimsenin bir itirazı yok.
Lakin, talep ettiği hususların hayata geçirilmesi gerektiğini bize salık veren ama bunları hayata geçirmesi gereken insanların da siyasette yer almadığı eleştirisini zımnen içinde taşıyan bir eleştiri bu. Bu durumda, talep ettiğin şeylerin hayata geçmesi için öncelikle senin orada olman lazım. Hasbihal ettiğin, kendisinden bir şeyler talep ettiğin insanları yalnız bırakmaman gerekir. (Bu yalnız bırakmama ameliyesi illa ki partisel mücadelenin içerisinde olma zorunluluğunu da içermiyor; iyi niyetle burada yol alan dostlarla istişareleşmek, tavsiyeleşmek, resmi, yarı-resmi ortamlarda bu konuların tartışılabilmesine fırsatlar yaratmakla da yerine getirilebilir bu dayanışma. İlkin, topluma dönük faaliyetlerde sorumluluk üstlenilmesinin çeperinin genişletilmesi ve buna dönük bir fıkhın malum çevrelerde konuşulabilmesi önemli; ikincisi de bu amaçla yola çıkmış olanların yalnız bırakılmamaları.)
Bir ikinci husus da şu. Genellikle hasbihal ettiğimiz dostlar, partisel yapılanmanın içinde yer almamakla birlikte aslında siyasetin ve siyasette taraf olmanın tam da merkezindeler. Zımnen, -en azından başlarda- iktidara muhalif partilerin kurulma gerekçelerini anlamsız bulan, değersizleştiren tutumları şimdilerde -iktidarın olumsuz, içinden çıkan partilerin olumlu performansları gereği- bir parça değişmiş olsa da, iktidara belli sebeplerden ötürü yakınlık görüntü ve tutumlarını sürdürmekteler. Yani bir yandan bir şeylerin ideal anlamda değişmesi adına konu edilmesi gerektiğini öne sürerken, diğer tarafta hem iktidara yakınlığı sürdürmekte, hem partisel bir konumlanma içine girmemeği erdem olarak nitelemekte, hem partisel bir gayretin içinde yer almış olanların -siyasetin doğası gereği- her an kirlenmeye matuf bir yönelim içine girecekleri, ilkelerinden taviz verecekleri suizannını korumaktalar. Paradoksal olarak içiçe geçmiş ruh halleri ve tenakuz içeren fikir çeşitliliğine yol açmakta bu durum. (Tabii bu durum en temelde evrensel ve toplumsal sorumluluklarımız gereği olmamız gereken alanlarda olabilmenin fıkhını henüz tartışmamış olmakla ilgili.)
Gereğince Yapılmamış ve Ertelenip Ötelenmiş Siyasi Değerlendirmeler
Birincisi, iktidar içinden çıkan partilerin neden doğduğunu siyasi, kimliksel, ilkesel ve eko-politik açıdan masaya yatırmayı erteleyen, bu ertelemeyi meşrulaştırıcı argümanlar üretip konumunun tartışılmasını öteleyen bir tavır bu. Üstelik iktidarın günahlarını örten, yanlışlarının konuşulmasını minimize eden, eleştirilerin onun erk pozisyonunu bozarcasına zarar görmesini arzu etmeyen bir tutum bu. Yani tarafını -iktidar her ne yanlışın içinde hangi seviyede olursa olsun- kimliksel anlamda belli etmiş olan bir tutum. Çeşitli korkulardan ya da hamasi okuma biçimlerinden ötürü daraltılmış beklentilerle oluşan bir kimlikçilik elbette.
Kimlikçi tutum, iktidardan da muhalefetten de görece bağımsız bir tutum alışı erdem sayarken, günümüzde artık iyiden iyiye koyulaşan otoriter iklime sebebiyet veren ilkelerin çiğnenmesini, toplumsal, siyasi ve hukuki alanda ahlaki meşruiyet yitimine yol veren yozlaşmaların oluşumunu somut olay ve olgular üzerinden masaya yatırıp tartışmayı ise her ne hikmetse ertelemekten de rahatsızlık duymamaktadır.
Mesela özellikle Gelecek Partisi’ni “neden toplumu ifsad eden şu ideolojik görüşlerle hesaplaşılmıyor?” diyerek bir nevi sigaya çekip, bu konuyu bir samimiyet testi gibi gündeme getirenler öncelikle, bu talebi birlikte yerine getirebilecekleri dostlarını neden yalnız bıraktıklarını kendilerine sormaları gerekir. İkincisi ve daha önemlisi ise, mevcut iktidar ile ideolojik hesaplaşmanın da gereği olan iktidar pratikleri ile neden gereğince hesaplaşılmadığı ve hatta eleştirirken bile konumuna zarar gelmesin titizliğiyle hareket edildiğini de kendilerine sormaları gerekir.
Birbirimizi eleştirilerimizle besleyelim elbette ama tutarlılık testlerinden bu memlekette hiç kimsenin kolay geçer not alamayacağını da -yazının başında belirttiğimiz sebeplerden ötürü- görmemiz gerekiyor. Birbirimizi tutarlılık testlerine tabi tutmaktansa kendi halimize çekin düzen verme, tarihsel bagaj ve ezberlerimizi, eko-politik ve toplumsal ilkeler çiğnenirken üzerimize düşen sorumlulukları sorgulayalım.
Toplumsal ifsad sadece ideolojik konumlanmalarla oluşmuyor, ahlakilik çerçevesi sınavını sadece cinsel konularda da vermiyor. Eko-politik ilkeleri çiğneyen, nepotizm/kayırmacılığı legalleştiren, şeffaflığa engel olan (ki bunların tümü aslında İslami, vahyi, Rabbani ve Nebevi ilkelerdir) denetimi ortadan kaldıran, insan onurunu çiğneyen baskıları olağanlaştıran otoriterlik olgusunun her veçhesiyle masaya yatırılması da aynı ahlakilik meselesinin tam da merkezinde yer alıyor. Yoksulluğu, işsizliği artıran yanlış yönetişim aynı zamanda gayrı ahlakilik içerir. Ahlaksızlığı artırır ve toplumsal ifsadı hızlandırır. Bu yozlaşma iklimine -belli kimliksel korkulardan ve gücü kaybetme endişesinden ötürü- gereğince karşı çıkamamanın kendisi ahlakın konusu olduğu gibi, bizatihi toplumsal ahlaksızlıkları da körükleyen, ıslahı tersinden engelleyen bir mahiyete sahiptir.
Üstelik tüm bu konuları merkeze almak, merkeze alanlara da sahip çıkmak İslami ve insani toplumsal sorumluluklarımız olduğu gibi, aynı zamanda başka konularda yapacağımız “iyiliği emredip kötülükten sakındırma” ameliyesinde de ahlaki meşruiyetimizi sağlayacak, samimiyet ve inandırıcılık çıtamızı da yükseltecektir. Dahası, hem sivil toplumsal hem de partisel gayretleri ahlakileştirip kavileştirecek; “neden yapmıyoruz/yapamıyoruz?” dediğimiz alanlarda da ortaklaşa yol alınmasını sağlayacaktır. Yeter ki ortak endişe ve ölçü “ilkelerimiz” olsun.
Dostlarla hasbihali gücümüz oranında sürdürmeye çalışacağız…
Yorumlar
Yorum Gönder