“Bugün, Türkiye’de bir ekonomik kriz yaşadığımız için siyasal kriz yaşamıyoruz. Tam tersine, bir siyasal kriz, hukuk krizi, adalet krizi ve en önemlisi yönetim krizi yaşadığımız için ekonomik kriz yaşıyoruz.”
Hocanın 1 Haziran konuşmasındaki bu sözleri hukukun keyfileşmesi, adaletin erimesi, özgürlüklerin baskı altına alınmasının ülkelerin ekonomik ve sosyal krizlere kapılmasındaki sebep-sonuç ilişkileri yasasını özetliyor. Sebepler zincirinin sonucu olan siyasal krizler ekonomik yönetimindeki çelişkileri de, krizleri de tetikleyip derinleştiriyor.
Bu meyanda virüs salgınıyla literatüre girip kullanılan “normalleşme” olgusunun, sadece berberlerin, AVM’lerin açılmasına atfen değil, memleketin diğer sorunlarıyla bağlantılı sadra şifa yönelimler için vesile kılınması niyazıyla ilkesel boyutta irdeliyor hoca:
“Bu nedenle, normalleşme kavramını ülkenin nefes borularının açılması, dinamizminin önündeki engellerinin kaldırılması ve gençlerimizin yaratıcılığını körelten uygulamaların ortadan kaldırılmasına yol açacak şekilde daha geniş bir çerçevede ele almalıyız…
Normalleşme, ancak siyasetin normalleşmesi olursa değerlidir.
Normalleşme, ekonominin yolsuzluklardan kurtulmasıdır.
Normalleşme, ötekileştirilmenin bitirilmesidir.
Normalleşme, sabah akşam birilerinin hain ilan edilmesine son verilmesidir.
Normalleşme, medyanın tamamına yakınının papağan gibi aynı sloganları tekrarlamamasıdır.
Normalleşme, bir tek insanımızın bile devletine dair aidiyet sorunu yaşamamasıdır.
Normalleşme, tam demokratik bir hukuk devletinin inşa edilmesidir.
Koalisyon hükümeti büyük ve küçük ortaklarıyla bırakın bu başlıkların herhangi birini zikretmeyi, milletin derdini teşkil eden bütün bu kavramları unutmuş durumdadır.”
ADASINI DEĞİL KENDİSİNİ İSTİYORUZ
Hoca aynı konuşmada, 27 Mayıs vesilesiyle “Demokrasi ve Özgürlükler Adası”nın açılmış olmasını manidar karşılaştırmalar eşliğinde ele aldı:
“Artık iktidar demokrasi deyince ortağıyla beraber açılışını yaptığı bir adanın inşaatlarını anlamaktadır. Demokrasi müzelik bir mesele değil, yaşayan canlı toplumlarla alakalı bir hadisedir.
Hukuk devleti deyince adaletin a’sını bile unutmuş adalet sarayları inşaatlarını anlamaktadır.
Ekonomi ve refah deyince yolsuzluk düzeninin, belli sınıfların çıkarlarının, kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı ilişkilerinin devamını anlamaktadır.
Kalkınma deyince kamu kaynakları dışında neredeyse hiçbir ciddi iş yapamamış bir grup iş adamını anlamaktadır.
Hatırlayın Korona krizinin tam ortasında, millet can derdindeyken bile bu iktidar bir grup müteahhittin derdine düşmedi mi?
Hala milletimize nasıl kullanılacağını ve hangi bilim kurulu tavsiyesi gereği yapıldığını açıklayamadıkları İstanbul’daki iki hastaneyi hatırlayın. Bu hastaneleri yapan müteahhit birisini bedava yapmış!...
“O HASTANE BEDAVA İSE ÇOK PAHALI DEMEKTİR”
Bakın kıymetli kardeşlerim, tüccarların, esnafların ve alnının teriyle kazananların bildiği bir söz vardır. Derler ki: “Bir şey bedava ise çok pahalı demektir.” Bu devletin neredeyse bütün işlerini verdiği bir müteahhittin yapacağı bedava hastaneye ihtiyacı yoktur. Olmamalıdır.
Yıllarca kamu kaynaklarıyla büyüyenlerin lütuflarıyla değil milletimizin vergileriyle hastanelerimiz yapılmalıdır. Bu şeffaflıktan uzak ilişki tarzı tam demokratik hukuk devletlerinde değil ancak hukukun ayaklar altına alındığı, rüşvetin ve suiistimalin diz boyu olduğu ülkelerde olur.”
“TUZ KOKMUŞTUR!”
Şeffaflık kaybolduğunda, ülkeyi yönetenler salgın ortamında bile halkın derdinden tamamen kopmuş işlere imza attıklarını ve toz bulutunun içinde bunların görülmez hale sokulmak istendiğini ama halkın da bunları sessizce bir kenara not ettiğinden bahseden Ahmet hoca, iktidarın halkın bu naifliğini yanlış yorumlayıp cürüm üstüne cürümler işlediğini vurguladıktan sonra bu cürümlerden bazılarını şu şekilde sıraladı:
“28 Şubat aklıyla üniversite kapatmıştır. İfade hürriyetini daha da geriye götürecek, STK’ları neredeyse tamamen yarı resmi organlara dönüştürecek adımlar atmıştır.
Milletin oylarıyla seçilen belediyelere umursamazca kayyımlar atamıştır.
Dağa taşa eski Türkiye’nin sloganları yazılmaya başlanmıştır.
Ders kitaplarında yeniden eski Türkiye hastalıkları hortlayarak milleti bölen adımlar atılmıştır.
Polis ve bekçi gibi güvenlik unsurları vatandaşlara hizmet etmek için maaş aldıklarını unutmaya başlamış, her gün bir yerde milleti tahrik edecek hukuk dışı adımlar atarak mağduriyetler yaratmış durumdalar.
Vatandaşın kendisini görünce güvende hissetmesi gereken güvenlik güçleri tedirginlik yaratmamaları gerekir. Ülkede demokratik atmosfer zehirlendikçe vatandaşın hayatına her alanda yansır hale gelmiştir.
Adalet mekanizması felç oldukça güvenlik güçlerinin hukuki denetim standartları da bozulmuştur.
Çünkü tuz kokmuştur. İktidar hukuk devletine saygısı olmadığını her adımıyla göstermektedir.”
MİLLİ EKONOMİ: HAMASET İLE DEĞİL RAKAMLARLA
İktidarın yaşadığı siyasi ve diplomatik savrulmaların demokratik ve milli karakterden kopuşu yansıttığan değinen hoca, iktidarın sözcülerinin, bir taraftan bu keşmekeşte bocalarken, diğer taraftan sürekli “milli ekonomi” nitelemesine başvurarak hamasetle durumu idare etmeye çalıştığının altını çizdi. Bilahare, başbakanlığı bırakmak zorunda kaldığı dört yıl önceki verilerle bugünküleri karşılaştırarak kimin “milli ekonomi” yanlısı olduğunun kitleler tarafından anlaşılmasına gayret etti:
“Şimdi açık ve net olarak bir kez daha vurgulamak istiyorum: Millilik hamaset değil yürek, akıl ve eylem işidir.
Milli ekonomi, bundan 4 yıl önce;
- 2.9 olan döviz kurunu 7 liraya çıkartmamaktır.
Milli ekonomi, bundan 4 yıl önce;
- 11 bin dolar olan kişi başına geliri 9 bin dolara düşürmemektir.
Milli ekonomi, bundan 4 yıl önce;
- 49 milyar TL olan faiz harcamalarını 104 milyar TL’ye yükseltmemektir.
Mlili ekonomi, bundan 4 yıl önce;
- %6-7 bandında olan enflasyonu %12’ye çıkarıp milletin belini bükmemektir.
Milli ekonomi,
- İsraf ve kötü yönetimle Merkez Bankasının 40 milyarlık yedek akçesine göz dikmemektir.
Mili ekonomi
· Arka kapı operasyonlarıyla ülkenin 77 milyar dolarlık rezervlerini satmamaktır.”
AÇIKLANAN BÜYÜME RAKAMLARI İLÜZYONDUR
Bu çerçevede hamaset ile gerçeklik arasındaki farkı göstermek üzere geçtiğimiz hafta açıklanan 2020 yılı ilk çeyrek büyüme rakamlarına değinen hoca,
“İktidar açıklanan büyüme sonuçları üzerinden her zaman yaptığı gibi bir ‘İLLÜZYON’ oluşturma peşinde.” dedikten sonra, bunu rakamlarla gözler önüne sermiştir:
“AB, G20 ve OECD ülkelerinin büyüme rakamları tek tek sıralanıyor ve sözde ‘bizi kıskanan’ tüm yabancılara karşı yeni bir kahramanlık destanı yazıldığı ifade ediliyor.
2019 yılının ilk çeyreğinde %2,3'lik küçülme olduğunu, baz etkisiyle 2020 yılı ilk çeyrek büyümesinin %4,5 olarak gerçekleştiğini söylemiyor elbette.
2018 yılının ilk çeyreğinden 2020 yılının ilk çeyreğine 2 yıl boyunca toplam büyüme yalnızca %2,1 olmuştur.
Yıllık potansiyel büyüme oranı %4-5 olan Türkiye, ekonomi yönetiminin beceriksizliği ve liyakatsizliği nedeniyle 2 yıl boyunca toplam %2,1 büyüyebilmiştir.
CB HÜKÜMET SİSTEMİ NELERİ UÇURDU
Aynı dönemde ülkemizin Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçiş ile birlikte uçacağı iddiaları da hafızalardadır.
Bırakın uçmayı, rakamların da açıkça gösterdiği ülke ekonomisi serbest düşüş halindedir.
İktidar ne kadar gizlemeye çalışsa da Türkiye yakın tarihinin en yakıcı iktisadi krizini yaşıyor.
Bugün kişi başına düşen milli gelirimiz 2007 yılının gerisine düşmüştür. Türkiye bugün kişi başına gelirde 2007’den daha fakirdir.
Reel olarak yatırımlar iki buçuk yıl önceki, vatandaşın tüketimi iki yıl önceki seviyelerindedir. Şubat 2020 rakamlarına göre işsizlik %13,6 seviyesindedir. Yani her 7 kişiden biri işsizdir. Tarım dışı işsizlik %15,6 düzeyindedir. Başka bir deyişle şehirlerde yaşayan nüfusta her 6 kişiden biri işsizdir.
En vahimi ise %24,4 düzeyine ulaşmış olan genç işsizliktir. Her 4 gencimizden biri işsizdir. Geçtiğimiz yıla göre 2,1 milyon vatandaşımız iş bulma ümidim yok diyerek işgücünden çıkmıştır...”
Ahmet hoca, parti içi başkanlık ve politika izleme kurullarıyla birlikte hummalı çalışmalar eşliğinde, hakiki analiz verileriyle beslediği konuşmalarına devam ediyor. Onun ülkeyi yönetenlere akıl ve vicdan, mevzu edilen konuların erbabına sözcülük ve ferahlık, halka da rehberlik içeren bu dersleri devam ettiği müddetçe bizler de aktarmaya gayret edeceğiz. Çünkü söz/video uçabilir ama yazı her daim baki kalır.
Yorumlar
Yorum Gönder