Siyasetin nasıl yapılacağına dair fikrilerin önemli kısmı genellikle önceliklerden oluşmakta. Her kesimin kendine göre özel öncelikleri var. Bunlar genelde ideolojik kimliksel çerçevelerle örülü ve “böyle olmalı” kesin yargılarından oluşmakta.
Burada bir parantez açalım: Kesin yargıların ancak toplumsal kesimlerin birbirine dokunacakları, hasbihale girişecekleri, empatiyi artıracakları ve birbirlerini anlamaya çalışıp -her konuda anlaşamasalar da- birlikte yaşamın ortak hassasiyet noktalarını üretebilecekleri zemini oluşturacak bir süreç işlediği takdirde aşılabileceğini de ifade etmek gerek. Tabii “yerleşmiş/kemikleşmiş yargılar”ın da belli tecrübelere dayandığını, tümünün “keskin yargı” muamelesine tabi tutulamayacağını belirtmek gerek. Ancak burada asıl vurgu konusu bu “yerleşmiş yargılar”ın kendi mahalli görüşü dışında ne derece sınandığı meselesidir. Bu sınanmanın önündeki engellerdir. Bu engellerin aşılmasıdır. Farklı toplumsal yargılarla karşılaşma cesareti sonrası mesele sadece kendini doğrulamanın hazzına da varmak değildir. Aksine, doğru anlaşılma çabası güderken, başkalarının da kendilerini engelsiz ifade etmelerine zemin tanımaktır. Özcesi, herkesin birbirine bu fırsatı tanımasının temel ilke olarak benimsenmesi, pratiğin de bu hedefe matuf zorlanmasıdır. Parantezi kapadık.
Homojen olmayan toplumsal yapıların geneline seslenme iddiasıyla oluşmuş siyasi partilerin bu açıdan işi zor. Bir takım siyasi partilerin milliyetçilik ya da ideoloji eksenli odaklanmaları, bu yönüyle de Türkiye’deki toplumsal yapıyı kuşatmakta zorlanmaları da bu tercihlerinden kaynaklanmakta. Bu sadece siyasi partilerin serencamı da değil, sivil toplum örgütleri de aynı kodlarla hareket etmekteler.
“Türkiye partisi olmak” diye bir motto var. Ama bunun gerçekleşme şansı pekçok açıdan sıkıntılı. Bu sıkıntı kendisini en başta toplumsal yapıların kimlik eksenli yaklaşımlarının meselelere ortak ilkelerle bakma boyutunun önünde engel oluşturmasıyla gösteriyor. Siyasi partilerin ilkelerden ziyade fay hatları üzerinde sörf yapma kolaycılığına kaçmalarıyla da ilintili bir durum bu. Türkiye’deki fay hatlarının kimliksel ayrışması bu ilkeselliğin önünde yeterince engel oluşturmakta. Bu bir Türkiye hatta dünya gerçeği.
Bir taraftan hukukun üstünlüğü ve siyasi ilkelere atıf yapılırken, diğer taraftan aynı ilkeleri kimliksel çerçevelere kurban etmeleri sadece siyasi partilerin günahı değil. Sivil toplumdan yarı-resmi kurumlara, toplumun heterojen katmanlarına, mahallelere kadar sirayet etmiş bir durum bu.
Bazı yaşanmışlıklar üzerinden insanların korkularına yaslanıp güvenlikçi siyaseti herşeyin üzerine çıkaranların, otoriterleşme eğilimlerini hukukun üstünlüğü zemininden daha değerli imiş gibi propaganda etmeleri de vakidir. Bu da aslında ilkelere rağmen ‘kimlik koruma’/asabiye ile otoriterleşme arasındaki ilişkinin bir neticesidir. Kaybetmeme adına gayret gösterilen kimliğin otoriterleşmeye sessiz kalınan iklimde çürüme göstermesi de bir serencam halini alır. Kurumların varmış gibi görünüp otoriterleşmeye kurban edilmesi, bir süre sonra nefislere kadar sirayet eden bir “normalleşme” halini alır.
Bu döngü, siyaseti daha da otoriterleştirir. Beka ve korku siyaseti sayesinde bir süreliğine tavuk-yumurta hikayesi sarmalı yaşanır. Bilahare; destek alınan toplumsal yapıya da güven olmadığı için oyunun kurallarını dilediği gibi değiştiren, oyun oynanırken dokuz küsurlu hareketi sadece rakipleri için kusur sayan, hakemi buharlaştırıp kırmızı kartı elinde tutan girişimlere yeltenilir.
Siyasetin çoğunlukla yol açtığı durum, birilerini memnun etmeye kalkışırken başka birilerini gücendirmemenin zorluğu olduğundan, bu döngüden çıkmanın en kestirme yolu topluma irrasyonel düşünme kabiliyeti(!) kazandırmaktan geçer. Konsolidasyon siyaseti en kestirme ve sonuç alıcı olandır.
Ak-kara, biat eden-etmeyen, taraf olan-olmayan, kahraman/vatansever-hain/terörist ikilemleri farklı toplum kesimlerinin çeşitlenmiş sorunları arasında gelgitler yaşamaya matuf dalgalı siyasetin tüm risklerini ortadan kaldırır. Tehdit alanlarını minimize eder. Siyasetin çeşitlilikle malul yorucu iklimini daha basit ve anlaşılır kılar. Kitleler, safları sıkı ve bir tutmaya icbar edilir. Var olan farklılıkların da bu havuzda eri(til)mesi dayatılır.
Herşeyin ve karşıt her oluşumun kriminalize edilmesi siyaseti tam bir kısırdöngü halini alır.
Dikotomik Döngüden Nasıl Çıkılır
Bu tabloya siyasi ahlak düzleminde itiraz edip temelden ve köklü karşı çıkışın önündeki en zorlu engel, kitlelerin kimlikçilik, kriminalizasyon ve düşmanlaştırma içeren bu dikotomiden kurtarılmalarının zorluğudur.
Siyaseti, bu ikilemde kalmış insanlar/toplumsal kesimler için insan onurunu gözetir tarzda, hak-hukuk merkezli düzlemde yerine getirme çabası içinde olanların karşılarında buldukları, Çin Seddi misali devasa bir duvardır bu.
Bu duvar sadece doğruları söylemek, dürüst siyaset gütmek, her konuda ahlaki tutum takınmakla aşılabilseydi keşke.
Hayır, sadece kitlelerin sizin sesinizi duyacağı mecraların azlığı ve çoğaltılmasıyla alakalı değil bu durum.
Hayır hayır, kitleler söylemlerinize muhatap olsa da kısa sürede ikna olup olmayacaklarıyla da alakalı değil.
Yine hayır, kitlelerin güce ram olması, ondan vazgeçememesiyle ilgili bir gerçeklik olsa da bununla da direkt ilgili değil.
Sizin ahlak, adalet, hukuk, insan onuru merkezli tutumunuzu taviz vermeden sürekli kılıp bunu istikrarlı bir kimliğe dönüştürüp, sabırla, ilmek ilmek toplumun hissiyatı, fikriyatı, menfaati üzerine dokuyacağınız iklimle ilgili.
Toplumun önce, sizin ilk çıkış anınızda hakkınızda sizden önce oluşturulmuş olan istifhamlarla yüzleşeceği iklimi sakince solumaktır. Bunu sabit kılmak için oluşturulan trol ordularının propagandalarını, sizi siz olmaktan çıkarmayacak bir tarz ve tutumla bir bir püskürtmektir.
Bu ilk aşamayı sürdürürken dersinize iyi çalışıp toplumu ilgilendiren her konuda gereksiz, çatışmacı belaltı tarzın tuzağına düşmeden, çözüme dönük altyapınızı kamuoyuna boca etmektir. Ders verir gibi, anlaşılır şekilde, tane tane, adım adım bu yolu sürdürmek ve “doğrular şu şu mecralardan değil bu adamlardan öğrenilir” kanaatini oluşturmaya matuf bir olgunluğu serdedebilmektir.
Bir sonraki aşama, çıplak gerçekliği görüp endişelere kapılan büyücüler ikincil saldırı ve propaganda rüzgarlarını estirdiklerinde onlara pabuç bırakılmayacağını sahayı terketmeden, konuları geçiştirmeden, ahlaki meşruiyet zeminin verdiği güce yaslanarak sükunet ve itibar içre hissettirmek, doğruluktan taviz vermeyen aktivizmi sürdürmektir.
Bu sizi başka bir eşiğe taşır. Önce oluşturulmuş algı iklimini def ettiniz. Aynı süreçte toplumun öğrenmek istediği doğru bilgileri ve sorunların çözümüne ilişkin büyü bozucu gerçekleri önüne koydunuz. Bütün bunlar sizi sadece kavileştirmekle, özgüveninizi artırmakla kalmayacak, hakikati duymak isteyenlerin sizi arayıp bulmalarını beraberinde getirecektir.
Ekonomi stratejisinde şöyle, tarım politikasında böyle, sağlık sisteminde öyle, insan hakları ve adalet konularında şöyle derken, toplumun geniş kesimlerinin dikkatini çekmekle kalmayacak, aynı tutarlı ve ahlaki düzlemi devam ettirme zorunluluğu/sorumluluğu sizi de kuşatacak.
Geriye, toplumun sizin teveccüh sahibi olduğunuzu, size verilen oyların boşa gitmeyeceği ya da “düşmana yaramayacağı”na ikna olması safhası kalıyor ki, bu uzun soluklu süreç de sizin geleceğinizi inşa edecek bir turnusol işlevi görecek.
Her konuyu her daim değil, her doğruyu sürekli tüketerek değil, gereken konuları gerektiği ve dayattığı zamanlarda gündemleştirmek mukadderatınız olacak. Önemli olan bunların tümüne hazırlıklı bir donanıma sahip olabilmek için nefes almadan çalışmalarınızı sürdürmek. Sosyo-politik sorunlar/tartışmalar dayattığında değil, dayatmadan önce bunlara ilişkin bir birikimle küfenizi doldurmak.
Sürecin toplumu da dönüştüreceğini, sizi haklı çıkaran proseslerin size olan teveccühü artıracağı, “günlerin insanlar arasında evrilip çevrildiği” müjdesinden bilmekteyiz zaten. O halde o günlere ve sonrasına -az hata, bol ameli dua ile- hazırlıklı olmak yegane hedef olmalı.
Birilerinin, ağzınızla kuş tutsanız bile size dönüp bakmayacakları gerçeğini de yabana atmadan, tavizsiz bir yürüyüşün bereketini unutmadan…
Daha ne olsun…
Yorumlar
Yorum Gönder