Ana içeriğe atla

Hukuki ve Sosyo-Politik Açıdan İnfaz Yasası: Gelecek Partisi Raporu* 21.05.2020

İnfaz yasasının nasıl bir sosyo-politik ortamda yapılıp yasalaştığı da hiç şüphesiz içeriği kadar önemliydi. Belki de yasanın Anayasa Mahkemesi’nden dönüşünü beraberinde getirebilecek içeriksel-teknik boyutlardaki zaaflara perspektif.online’de daha önce yayınlanan “İnfaz Yasa Tasarısı ve Adalet” başlıklı yazımızda değinmiştik. Vahim hukuki hataları, eksik bırakılan yönleri ve yasalaştırmanın zamanlamasını da belirleyen şey önemli ölçüde konjonktür idi. Salgın krizini araçsallaştırıp eşitsiz ve ayrımcı bir “Ben yaptım oldu” kolaycılığında diğer partiler, barolar, sivil toplumun katkılarına izin vermeyen bir akıl ve acelecilikle gerçekleşmesinin belli sebepleri olduğu kadar, bu psiko-politik hal de adaletsizliğin kaynağını oluşturmaktaydı.

 

“Herkes İçin Adalet”

 

Otoriterleşme sürecinin ivmelendiğini gösteren pekçok gelişme, Gelecek Partisi’nin İnfaz Yasası Raporunun girişinde de listeleniyor. Korona Günlerinde Otoriterleşme Örnekleri başlıklı bölüm bunları içeriyor. Torba yasaların içine katılan, dernekler yasasıyla ilgili sivil toplum ve özgürlükler aleyhine ‘fişleme’ iması içeren yasadan Şehir üniversitesinin kapatılması ve vakıf üniversiteleri açısından tehdit oluşturan kanuni düzenlemelere kadar bir dizi örnek, infaz yasasının yapıldığı otoriterleşme ikliminin örnekleri olarak sıralanıyor.

 

Akabinde “28 Şubatçı Eski Düzen Heveslilerinin Vesveselerine Karşı Teyakkuzda Olunmalıdır” altbaşlığı altında, hükümet çevrelerinden infaz yasasını eleştirenlere karşı getirilen “FETÖ’cülere, PKK’lılara, IŞİD’cilere mi af istiyorsunuz?” ithamlarına karşı cevaben, bu tür ifadeler kullananların kimlerin tahliye edildiğini bilmiyor olmalarının mümkün olmadığını ima eden “…tedbirsizlikleri yüzünden kitlesel işçi ölümlerine sebebiyet verenler, rüşvet ve iltimas, evrakta sahtecilik, gasptan ceza alanların tahliye edildiği bir düzenleme yapıldığını görmemiş olmaları mümkün müdür?” sorusu sorulduktan sonra esasa tekabül edilen şu analiz yapılıyor:

 

“Bu tür tepkiler… kendisinden daha adil ve hukuki bir düzenleme beklenen iktidar cenahının zihniyet alanında nerelere evrildiğini göstermekteydi. Nitekim ‘cebir ve şiddete’ hiç bulaşmamış olmakla birlikte, onbinlerce insanın, hukukta karşılığı olmayan ‘irtibat’ ve ‘iltisak’ gibi soyut ve belirsiz tanımlamalar üzerinden yıllardır bir hukuksuzluğa mahkum edilmiş olmalarının gerçeklik boyutu gözardı edilebilir mi?”

 

Raporun bu bölümünde iktidar cenahı, 28 Şubatçı vesayet odaklarının etkisinde hatalara itildikleri ve bir zihniyet ortaklığına doğru evrilindiği uyarısına muhatap kılınıyor ve infaz yasasının sosyo-politik ortamının bu etkiyi de içinde barındırdığı tahlilleriyle ikazlar netleştiriliyor:

 

“Muhalefete ve sivil topluma bu zihniyetle seslenenlerin, 28 Şubat darbesi başta olmak üzere askeri vesayeti en karanlık yöntemlerle temsil etmiş kişiler ve kurumlar tarafından çevrelenmişlik görüntüsü arzetmeleri, onların etkisinde kalan söylem ve pratikleri savunmaları, hatta bazı ‘uyaranların’ haklı olarak ifade ettikleri gibi bir takım ‘hatalara itildikleri’ gerçeği orta yerde duruyorken…Seküler ya da muhafazakar kimliğiyle trollüğü hayat biçimi edinmiş çevrelerin vesveselerine umut bağlamaktan sıyrılmak, gücü günden güne daha fazla yozlaştıran iklimden kurtulmak ancak, her alanda hakkı ve adaleti üstün tutan bir yeniden imar sürecine yol vermekle mümkündür. Aklı selim ve vicdan bugün bizi bu hikmetli tutumu takınmaya icbar etmektedir.” 

 

“Suç” ve “Suçlu” Tanımı Siyasal Konjonktüre Göre Değişim Göstermektedir

 

‘Af’ konusunun sosyolojik boyutunun kısaca özetlendiği bölümün ardından Türkiye’nin kronik sorunu olan, soyut tanımlar ve siyasal kriterlerle “suç” ve “suçlu” üretiminin gerçekleştirilme boyutuna değinilmekte:

 

“Dün suç kabul edilmeyen bir fiil, yasal bir değişiklik de olmaksızın, konjonktürün değişmesiyle birlikte bugün suç haline gelebilmekte ve bu durum sürekli mağdur ve suçlu üretmektedir.”

 

tespitleriyle başlayan bu bölümde Batılı ülkelere nazaran ağır hükümler içeren Türk Ceza Yasasının siyasi iklimle beraber yarattığı mağduriyetlere şu şekilde değinilmekte:

 

“Türk Ceza Yasası, farklı ülkelerin kanunlarıyla karşılaştırıldığında, genelde ağır hükümler içermekte, yargı mekanizmaları da siyasi ortamların da etkisiyle sert cezalandırma eğilimi içinde davranmaktadır. Özellikle ‘devlete karşı işlenen suç ve terör suçları’ kapsamındaki yargılamalarda bu durum çok daha belirgin hale gelmekte ve çoğu kez polis ve savcılık soruşturmalarında ileri sürülen ithamlar, zayıf delillerle ya da delillendirme kaygısı taşınmaksızın yargı kararlarına dönüşebilmektedir.”

 

Kronikleşen Cezaevleri Sorunu

 

Raporun devamında, cezaevlerinin kapasite aşımının sebepleri olarak iki husus ön plana çıkarılmakta:

 

  • Tutuklama istisnai bir yargılama tedbiri olup zorunlu hallerde başvurulması gerekirken peşin cezalandırmaya yönelik rutin bir uygulama haline gelmiştir.
  • Devlete karşı işlenen suçlar, terör ve terörist kavramlarının olabildiğince geniş ve keyfi denebilecek nitelikte tanımlanmasıdır.

 

Kapasite aşımının salgın krizi öncesi ve sonrası nelere sebebiyet verdiği; cezaevlerinin sayılarının artırılmasının çözüm olmadığı; cezaevlerinin ikinci bir cezalandırma ve kriminalizasyon mekanı olmaktan çıkarılması, birer ıslah ve rehabilitasyon merkezine çevrilmesi gerektiğine ilişkin uyarıların ardından “devlete karşı işlenen suçlar”da kriterin ‘cebir ve şiddet’ olması gerektiğine, siyasi mahkumlar ve fikir suçlularının kapsam dışı bırakılmasının getirdiği sorunlara değinilip Cumhurbaşkanı’nın sözlerinin de eleştirildiği şu çarpıcı analize yer verilmekte:

 

Cumhurbaşkanı…’İnfaz yasası milletimizin ve kamu vicdanının hassasiyetlerini de dikkate alarak hazırlanmıştır…Sistemin işleyişini hem mağdurlar hem suçlular açısından çok daha adil bir hale getirmeyi amaçladık.” şeklinde bir açıklama yapmıştır.

 

Cumhurbaşkanının genelleştirerek ortaya koyduğu bu resmin kamu vicdanı açısından gerçeğe tekabül etmediği açıktır.

 

Kamuoyunda çokça tartışılmış olan husus ‘silah sıkanların serbest, twit atanların kapsam dışında tutulması’ ikilemi olmuştur. Çeteci unsurların serbest bırakılıp gazeteci, mütefekkir, siyasetçi ve benzerlerinin içeride tutulması derin bir çelişki oluşturmuştur.”

 

90’lı Yılların Mağdurlarının “Yeniden Yargılanma” ve Tahliye Taleplerine İlişkin Bir Düzenleme Yapılmalıdır

 

Raporun bu bölümü, infaz yasası tartışmalarında sadece iktidarın değil, ana muhalefet başta olmak üzere, iktidara muhalif kesimlerin de gündem etmekten çekindikleri ya da ideolojik saiklerle kaçındıkları çevreleri de içine alan bir kapsamlılık içermektedir. Bu bölümde 28 Şubat mağdurları başta olmak üzere soldan sağa, muhafazakar-seküler farketmeksizin 90’lı yılların olağanüstü darbe dönemlerinden bu yana mağduriyetler yaşayan tüm kesimlerin taleplerini içine alacak şekilde bir çerçeve çizilmekte ve çeşitli şekillerde hukuksuzluğa maruz kalmış bu kesimlerin de infaz yasası benzeri vesilelerle adaletin gündemine girmesi gerektiği hassaten vurgulanmaktadır.

 

Mağduriyetlerinin giderilmesine ilişkin bir kesim de, marjinal gibi algılansalar da özellikle Suriye meselesiyle birlikte son yıllarda sayıları artan dindar camialar olmuştur. Raporda bunlarla ilgili tespitler şu şekilde yer almakta:

 

“Suriye’ye yardım götürdükleri, Diyanet camisinde namaz kılmayıp ayrı bir mescit oluşturdukları, çocuklarını okula göndermedikleri ve daha buna benzer bir dizi suçlamayla, iktidarın siyaseten ‘makbul eğilimler’ kategorisi içinde görmediği yüzlerce insanın da zayıf ve sorunlu iddianamelerle ‘terör örgütü mensubu’ olmak ithamıyla yargılandıkları ve hapsedildikleri de bilinmektedir.”

 

İnfaz yasasının kapsam dışı bıraktığı siyasi alanlara ilişkin, özellikle 220/6. ve 7. Maddelerin kapsamına giren ve “terör örgütü üyesi olmamakla birlikte…” denilerek twit atmak, konuşma yapmak, yazı yazmak, haber hazırlamak gibi yan delillerle suçlanan çevrelere ilişkin toplumun geniş kesimlerinin umutlarının tüketildiği eleştirisine yer verilmekte.

 

“Erken Yaşta Evlilik” Mağdurlarına İlişkin Çözüm Üretilmelidir  

 

“Cinsel suçlar” içine dahil edildiği için kapsam dışı bırakılan “Erken Yaşta Evlilik” mağdurlarının davalarının vaka bazlı olmak kaydıyla “şahsileştirilerek” ayrı inceleme konusu yapılması gerektiğine ilişkin tespitlerle başlayan bu bölüm, bu sayede “tecavüzcüler salınıyor” eleştirilerinin de minimize edilebileceği, bölünen aileler, yıkılmak üzere olan yuvaların kurtarılabileceği tespitlerini içeriyor.

 

Yaşlı ve kronik hasta siyasi mahkumların tahliye edilmeleri talebinin altının kalınca çizildiği raporda en çarpıcı bölümlerden biri de “Darbe Kalkışmasına Fiilen Katılmayan Alt Sosyal Katmanlarda Yer Alanlar İçin ‘Şahsileştirme’ İlkesi Hayata Geçirilmelidir” altbaşlığı. İçeriğinde yer alan ve toplumsal barışa hizmet etmek amacıyla uyarılarla pekiştirilen çarpıcı tespit ve talepler şunlar: 

 

“Fiilen darbe kalkışmasında yer almayan, böyle bir girişimden tümüyle habersiz oldukları halde kadın erkek, genç yaşlı on binlerce insan geçmişte devlet tarafından akredite olan, desteklenen, büyütülen bir cemaat yapılanmasıyla irtibatlı oldukları için 6 yıldan 15 yıla kadar ‘terör suçlusu’ olarak yargılandı ve büyük bir kısmı da mahkum edildi. Bu insanların durumu her gündeme geldiğinde ısrarla 15 Temmuz’da işlenen vahşeti öne çıkartmak, bu insanlardan o meşum darbe gecesinde katledilen, sakat bırakılan insanların hesabını sormak haklı bir tutum değildir.

 

Fiilen darbe kalkışmasına katılan, bir biçimde bu suçun içinde olanların hak ettikleri cezaya çarptırılmalarına kimse karşı çıkmaz, çıkmamaktadır. Ama helikopterden kurşun sıkan, halkın üstüne tank süren, bomba yağdıran cürmü meşhud katillerin işledikleri cinayetleri öne çıkartarak, ‘cemaat’ olarak bildiği yapı için kermes yapıp para toplayanların, bankaya para yatıran, çocuğunu dershaneye gönderen, dini saikle düzenlenen etkinliklere iştirak eden insanların cezaevlerinde çürümesini savunmak adil ve ahlaki bir tutum olamaz.

Üstelik Yargıtay ve AYM’nin aldığı kararlar ve ‘sempatizanlık’ ile ‘örgüt üyeliği’ni birbirinden ayıran içtihadlar da ortadayken; bunlarla ilgili ivedilikle AİHM ve AİHS kriterleri ve ‘Şahsileştirme’ ilkesinin gereği durumları gözden geçirilip somut duruma göre tahliyelerine imkan tanınmalıdır.

 

Unutmamak gerekir ki, daha fazla mağduriyet daha fazla kriminalizasyon ve düşmanlık üretir. Islah olmak isteyenlerin de bu çabalarına engel oluşturur. Normalleşmeyi geciktirdiği gibi, toplumsal barış aleyhine de onulmaz yaralar açmaya, o yaraları kangrenleştirmeye hizmet eder.”

 

“Suç” ve “Suçlular” üreten siyasi kriterlerin sorgulanması, ayrımcı ve dışlayıcı değil, kuşatıcı ve merhametli yeni bir infaz siyaseti üretilmesi gerektiği talebiyle devam eden raporun dikkat çekici bölümlerinden biri de, infaz yasasından yararlanan kesimlerin kategorik olarak ötekileştirilip-genelleştirilip “suçlular salındı” eleştirisine muhatap kılınmalarının da insan onuru ve mahkum aileleri açısından vicdani ve adil olmadığını içeren pasajlardır. İktidarın infaz yasası kapsamında yaptığı hataların maliyetinin bu insanlara yüklenmemesi gerektiği, bunların içinde de mükerrer olmayan suçlardan, pişmanlık duydukları eylemlerden, sorunlu delillerle hükümler almış insanların da bulunduğunun ve hem hukuki açıdan hem de salgın gerçeğiyle birlikte durumlarının gözetilmesinin önemine dikkat çekilmektedir.

 

‘Tutuklu-Hükümlü Ayrımı’ndaki Hukuksuzluk, Adaleti Bir Kez Daha Yaralamıştır;

 

‘Özel Af’ Bir “Çifte Cezalandırma” Sonucu Doğurmuştur;

 

“Yağma, Rüşvet, İrtikap, Zimmet, Gasp” Gibi Suçlar Adeta Cezasız Kılınmış, ‘Kişiye Özel İstisna’ İntibaını Güçlendirmiştir;

 

Çeteler ve Bazı Çete Liderleri İçin ‘Özel Af’ Görüntüsü Ortaya Çıkmıştır;

 

İnfaz Yasası Anayasaya Karşı Hiledir;

 

Anayasaya Aykırılıklar, Yasanın Anayasa Mahkemesi’nden Dönme İhtimalini Güçlendirmiştir;

 

başlıkları altında sadece hukuki değil, Cumhur ittifakının hedeflerini de masaya yatıran çarpıcı ve kapsamlı tespitlerin yapıldığı rapor, gereksiz yere suç ve suçlu üreten ceza yasalarının elden geçirilmesi ve basit, sade yeni bir infaz kanunu yapılmasına ilişkin tespitlerle nihayete ermekte:

 

“İnsan Onur ve İhtiyaçlarını Gözeten Yeni Ceza İnfaz Kanunu Yapılmalıdır!

 

  • Uzmanlaşmış hukukçular dışında kimsenin anlayamadığı,
  • Tutarlılığı kalmayan, insicamı bozulmuş,
  • Tahliye tarihi baştan öngörülmesi ve uygulanması kolay olmayan, kişilerin ve cezaevleri yönetimlerinin kişisel inisiyatifine açık,
  • Her suç tipi için ayrı, ondan farklı infaz sistemi içeren bir kanun haline gelmiştir. 

 

Türkiye’nin;

 

  • Açık, sade, kolay anlaşılır ve uygulanabilir, denetlenebilir ve mahkumlar tarafından da öngörülebilir bir infaz ve tahliye sistemi öngören,
  • Çağdaş, mağdurun hakkını korurken mahkumun da ıslahına odaklı, tutuklu ve mahkumların başta sağlık ve can güvenlikleri olmak üzere insan onur ve ihtiyaçlarını kamilen temin edebilecek yeni bir CEZA İNFAZ KANUNU yapması zorunludur.
  • Gereksiz yere suç ve suçlu üreten ceza yasaları elden geçirilmelidir.”

 

 

Bazı hukuk mahfillerinde ve çok kısa özetler mahiyetinde bazı partilerin teknik-hukuki yönlerden infaz yasasına eleştiriler sunan çalışmaları kamuoyuyla paylaşıldı. Ancak Gelecek Partisi’nin ciddi manada kapsamlı raporunu ayrı bir yere koymak gerektiğini söylersek abartılı bir yaklaşım serdetmiş olmayız. Nitekim kamuoyunda da bu minvalde geri dönüşlere mazhar olan emek mahsulü bir çalışma bu.

 

Rapor sadece hukuki-teknik analiz ve önerilere yer vermekle kalmıyor, aynı zamanda infaz yasasının yapıldığı sosyo-politik iklimin yeni ve biricik olmadığı, Türkiye gibi sürekli olağanüstü hal rejimleriyle yönetilmeye alışılmış bir ülkede, maalesef onyıllardır mahpus hayatı yaşayan hiçbir kesimden insanın dışarıda bırakılmadığı, her kimlikten mağdurların hatırlanması gerektiğine ilişkin hem iktidar hem de muhalefet kesimlerinin istifade edebileceği insani, vicdani, hukuki ve sosyo-politik bir çerçeve sunuyor.

 

--

 

*Raporun tam metni için bkz. https://gelecekpartisi.net/haberler/infaz-kanunuyla-ilgili-hukuki-ve-sosyo-politik-degerlendirme-raporumuz/

Yorumlar