Kanser hastasıydı Ahmet.
Tedavi için Almanya’ya gidecekti. Baba içeride mahkum, anne yurt dışı yasağından mustaripti.
Ülkenin vicdan sahibi insanları onun için çırpındı.
Ankara Ekspresi’nde küçük Ahmet ile ilgili 3 Mart’ta yazdığımız “Zekiye Ataç kaçabilir, tutun kapıları!”( https://ankaraekspresi.com/makale-zekiye-atac-kacabilir-tutun-kapilari-332 ) başlıklı
yazımızda dillendirmiştik feryatları.
Yurt dışı yasaklarının birinin kalkıp diğerinin konduğu, yılan hikayesine dönen mahkeme kararları kalktı.
Gittiler Almanya’ya, lakin geç kalmışlardı.
Son günlerinde babasını görmeyi çok istedi. Kötüleşti.
Gece üç kez kalbi durdu.
Vicdan sahipleri çok uğraştılar baba ile oğulu son kez buluşturmaya.
Ama savcı, babaya gerekli izni ancak sabah verebileceğini söyledi.
Ufacık bir mazeret izni, ayak sürülüp geç kalındığı için cenaze iznine dönüştü.
Ahmet aramızdan ayrıldı.
Kardeşinden, babasından, annesinden.
Hikayenin başı da sonu da ibretlerle dolu
DEVLETİN DİNİ EMANETTİR
Devleti ve toplumun önemli bir kısmını sarıp sarmalamış olan, psiko-politik kavramların yetersiz kaldığı süreçlerden geçmekteyiz uzun bir süredir.
“Biz kimiz?”, “Bize ne oldu?” sorularına cevap bulabilecek, kendimizi konuşabileceğimiz normal şartlardan geçmiyoruz.
Böyle bir trajik hikayede bile, hadisenin mahiyeti ne olursa olsun daha baştan kuracağımız cümleler vardı, hala var. Ezber şablonlar içine yerleştirdiğimiz ve vicdanlarımızı susturan, bizleri “itminana erdiren”. Bu bir “düşünme biçimi”. Daha doğrusu “düşüneMEme”
Şablonlar düşünmeyi engeller. Şablonlar sayesinde düşünmenize gerek kalmaz. Düşünce engellendiğinde vicdana da susturucu takmak kolaylaşır.
“Ya aile Fetö’cü ise”; “Ya anne yurtdışına kaçacaksa”; “Terörist oldukları için ceremesini çocukları çekiyor.”
Velev ki “terörist” olsunlar, “o başka bu başka” demeye kalmadan toza dumana katılır ortalık.
İnsanları “terörist” yapan hukuku(!) konuşalım teklifi, başkalarının günahlarını bu insanların üzerine yıkmak gibi başka bir şablonu devreye sokar. “Ama onlar da…” diye başlar. Münferit bir ibretlik hadisenin aktörleri olan insanlar birden “Onlar” diye bir grubun üyesi kılınırlar. Suçlamanız gerekir vicdan azap çekmesin diye. Suçlamak için de tanıma ihtiyacınız vardır. “Birileri” siz yorulmayın diye o tanımları ekmiştir şuur altınıza ince ince. Yanında bir de kendi “adalet terazilerini” eşantiyon vermişlerdir. “Böyle bakarsan huzur bulur, çelişki yaşamazsın” dercesine. Toplumun önemli bir kısmı hala maalesef siyasetin, bürokrasinin, medyanın yürüttüğü kampanyaları “hikmet-i devlet” diye sahipleniyor.
Bu işin topluma bakan yüzü. Lakin toplumun bu seviyeye gelmesinde siyasetin ve medyanın günahı büyük.
Bir hukukçu, küçük Ahmet’e yaşatılanlarda yargı bürokrasisini sorumlu tutup bu durumu “Vicdanlarıyla korkuları arasına sıkışanlar” diye tanımlamıştı.
Sebebini anlamak zor değil. Otoriterleşme dönemlerinde hiç kimse sorumluluk almak istemiyor. “Ya yaptığım ictihad beni de onların yanına gönderirse” diye korkuyor. İftiralara maruz kalmamak için her önüne geleni tutuklamak zorunda kalanlar gibi.
Otoriterleşme ve popüler “beka siyaseti korku atmosferi” önce devlette vicdanı ortadan kaldırıyor. Oysa DEVLETİN DİNİ EMANETTİR. Hem de her alanda. Devlet ve hükümet edenlerin çıkarları örtüşünce, neyi, kim, kimin için savunuyor tümü birbirine girer. Hükümet-devlette kalkan vicdan, yani hukuk, yani adalet, yani basiret, yani hikmet kendisini hızla topluma da aynıyla vaki kabul ettirmek ister. Kendini korurken, toplumu koruduğunu iddiasını tekrarlayadururken, toplumun hatırı sayılır bir kesimi de bu otoriterleşme gösterisinden nasibini alır. Otoriterleşme korkuları daha da artırır, korkular bürokratik katmanlarda sorumsuzluğu besler ve sorumsuzluk da vicdansızlığı.
OTORİTERLEŞME-KORKU-SORUMSUZLUK-VİCDANSIZLIK
Topluma da bu vicdansızlığı nefsinde meşrulaştırmak kalır. Eğer tersi olsaydı, -olur a- yani Ahmet ve ailesi devlet-hükümet tarafından sahiplenilmiş olsaydı emin olabiliriz ki “Devletim ne kadar da merhametli, teröriste bile adaletle yaklaşıyor” diyecek ama bu da vicdandan sadır olan adil bir hissiyat olmayacaktı.
Devlet-hükümet bu hissiyata hiç oynamıyor da değil. İşte Korona sürecinde -yüze göze bulaşan boyutları bir yana- İsveç’ten babası için seslenen “Leyla’ya uzatılan ‘el’ Ahmet için neden hiç harekete geçmedi?” sorusunun cevabı da burada gizli. Mesele sadece birinin popüler olup diğerinin olmaması, birinde dünyaya gösterilmek istenen sürece hakim ‘güçlü devlet’ imajı falan değil. Ahmet meselesinde kamuoyu ayaklandığı halde, hükümetin sırf bu popülerleşme adına rol dahi yapmamasının sebeplerini yukarıda sıraladık. Bu konuda rol dahi yap(a)mamak, elinin, kolunun, basiretinin kilitlenmesi, ailenin kimliğinden ötürü tüm sorumluluk mekanizmalarının sorumluluğu yukarıya atmaları ve o ses hasbelkader yukarıya ulaşmışsa, onun da süzgeçten geçme denen bir sınava daha tabi kılınması idi.
Polisin göğsünden vurduğu Suriyeli Ali Hemdani hikayesinde olduğu gibi. Örtülebilse örtülecekti. Valiliğin yaptığı açıklamanın klasik resmiyet çerçevesini aşması mümkün değildi. Sorumluluk savma yönünde örtülen süreç bir anda gündemin merkezine oturduktan sonra çok şey değişti. Ses yukarı ulaştı. Ali’nin ailesi sahiplenildi. Vicdanlar yatıştı. Bu sistemde başka türlü olamaması, hukuk devleti yöntemleriyle, hukuk adamlarının vicdan ve merhamet ölçülerini rahatlıkla kullanabildikleri kıvamda bir sisteme ulaşamamanın kaynağı Otoriterleşme ile başlayan zincirin halkaları.
Ahmet’i sahiplenmekten alıkoyan zincir de aynı zincir. Eğer Ahmet sahiplenilse idi, bugüne dek topluma propaganda edilen mekanizma zarar görecekti. Madem ki aile malum sürecin bir ürünü idi, o halde kaderine razı olmak zorundaydı. Kaderi çizenlere rağmen, o kader değiştirilmeye kalkılırsa bunun hesabı birilerinden mutlaka sorulurdu. Cumhurbaşkanı hariç!
Sizce Ahmet meselesi kendisine ulaşmış mıdır? Bunu öğrenmemiz zor. Bu saatten sonra da imkansız. Ulaşsaydı bile nasıl bir tepkiyle karşılanacağı üzerine öngörümüzü sistem ve işleyişi üzerinden anlatmaya gayret ettik.
Ahmet’lerin, Ali’lerin, Leyla’ların meselelerinin, devlet-hükümetin konjonktürel istemlerine göre değil samimi, sahici, güven verici bir hukuk devleti işleyişi, adalet ve merhamet normları üzerinden işleyegeleceği günlerin niyazıyla bitirelim ki;
Ali’ye kolaylıkla sıkılabilen silahı kınından çıkaran “eski rüzgarlar” esemesin;
Leyla’ya ses verirken riyakaraneliğe gerek bırakmayan devlet ciddiyetini kuşanalım;
Ve Ahmet’i sahipsiz kılan siyasi süreçler asla hukuka galebe çalamasın!
Yorumlar
Yorum Gönder