Despotizmin yazgısına/yasalarına teslim olan despotlar, gücün ve hikmetli güç yasalarının ne olduğunun bilincinde değillerdir. İktidarı/Emaneti ellerinden hiç kayıp gitmeyecek güç gibi algılarlar. Bu yüzden emanete kendi mülkü muamelesi yaparlar. Bazen çatışan yatay güçlerin onayı ve anlaşmasıyla, bazen de onların bir bölümüyle çatışarak iktidara gelirken, mezkur güçlerin bir bölümüne yaslanır, onlara payeler verir, bilahare çatışmalarını sağlayıp zaafa uğratır ve onlardan kurtulurlar. Despotun buradaki amacı, minnet altında olduğu güç odaklarından kurtulup yerlerine kendisine sadık odakları geçirmektir. Böylelikle, onun gücü sayesinde palazlanan yeni güç odaklarının tek dayanağı o olur. Onlar, despotsuz bir hiç olduklarını düşünürler. Böylelikle oligarşik bir yapı oluşur. Kaynak liderliktir, despottur. Kamu teşekkülleri, bürokrasi, yargı, siyaset, medya, iş adamları sınıfı piramit misali despota bağlı olurlar. Bütün bu tablo, ortak ideoloji sayesinde korunur. Yoksa ideolojiler dayanışması yaratılır ve resmi ideoloji haline getirilir.
Demokratik yapılardaki gücün yatay dağılımı ve kuvvetler ayrılığının bu sistemde gerçekleşmesi mümkün değildir. Çünkü kuvvetler ayrılığı despotik yapıya zaaf oluşturur. Sistem kendinden başka rakip bir gücün palazlanmaması üzerine oturduğu için muhalefet istenmez. Muhalif potansiyel seslerin imkanları engellenir, susturulur. Mümkün olanlar satın alınıp sisteme katılır.
Sistem, toplumun yaratıcılığını ve enerjisini emmek zorundadır. Özgürlükçü sistemlerde oluşan sinerji, üretim, yaratıcı güç ve bunların toplamının tüm toplumun faydasına olmak kaydıyla sağlayacağı gelişime bu sistemde yer olmaz!
Despotizm, Verimsiz Bir Sistem Yaratmaya Mecburdur!
Örneğin bu tür devletlerin büyüme endeksi sadece despot ve yandaşlarının kendilerini geliştirme potansiyeline bağlıdır. Yani ülkenin gelişimi değil, oligarşik yapının gelişimi ve büyümesine odaklanılır. Despotizm, verimsiz bir sistem yaratmaya ve ülke potansiyelinin tümünü harekete geçirmemeye, kendi istikbali açısından mecburdur. Ne rekabetçi ortam ister, ne de sistemin işleyişini eleştirip toplumun yeteneklerine alan açacak ehliyet ve liyakat sahiplerinin siyaset ve bürokraside yer almasına imkan tanır.
Despotun yegane motivasyonu, kurulu düzeni kendi konumunu/iktidarını tehlikeye atmayacak tarzda korumaktır. Bu durum üç şeye sebebiyet verir ve bu bir maliyet, ödenen bir bedel değil, bile isteye izlenen bir stratejidir:
1) Toplum zayıflar (Yandaş olanların da yaratıcılığı törpülenir)
2) Yolsuzluk sistemi yaratılır (Nepotizm kaçınılmazdır. Seçenek, tercih değil, mecburiyettir)
3) Sadakat ehli güçlü ekonomik aktörler oluşturulur ve bağlılıkları sağlanır. (Bunların dışındakilere tanınan fırsatlar göstermelik, dolayısıyla minimumdur)
Bu sistem dışındaki aktörler, sistemin izin verdiği yere kadar ve normalin üstünde maksimum performans ile kendilerine alan açabilirler ki palazlanma ortak olmaya zorlanma, sürekli gözlem altında tutma ya da satın alınma anlamı taşır. Bu yüzden bir süre sonra bu alanda herhangi bir çaba görülmez. Bu tarz yapılar yatırımlarını ve mülklerini ülke dışına taşırlar. Nitekim despotik ortamlarda mülk emniyeti de söz konusu değildir.
Ahlaklı Despotizm Olmaz, Despotizm Ahlaklı Olamaz
İdeal bir sistem kişiler/despotlar değil, kurumlar ve mekanizmalar üzerine oturur. İşleyiş kurallar, kurumların tecrübesi ve o tecrübeyi taşıyan bürokrasiyle iş görür. Bu aynı zamanda bir kültürleşme ve zihniyet üretimini beraberinde getirir. Yani ülkenin insan potansiyeli bu güven duyduğu ortamın özgürlükçü şartlarına göre düşünür, üretir, riske girer, yatırım yapar. Kurallar bellidir. Haklar, tepe yöneticiler dahil herkesin üstündeki yasalar ve kurumlarca korunur. Hepbirlikte win-win/kazan-kazan arzulanır ve sistem sayesinde de gerçeğe dönüşür. Kamusal ahlaki gelişim de bu kurallı, mekanizmaların işlediği sistem sayesinde korunur. Kuralsızlık aynı zamanda ahlaksızlık demektir. Despotik sistemin ise bu ortama izin vermesi intiharı anlamına gelir. Ne iktidarını koruyabilir, ne elindeki imkanları. Despotizm, kurumlarla ilgili kuralsızlık, görüntüdeki kuralların sürekli değişimi, yasaların belli grupların çıkarları doğrultusunda eğip bükülmesi, yetmediği yerde değiştirlmesini içeren bir sistemdir. Dolayısıyla despotizm ile ahlakı yanyana anmak mümkün değildir.
Şeffaflık, Despotizmi Çürütür
Bu sistemde şeffaflığa yer verilmez. Kamu malının nereye kullanıldığı, kimleri palazlandırmak amacıyla aktarıldığı bilinsin istenmez. Hareketlerin denetlenmesine de müsaade edilmez. Sistemin doğası yasadışılığın teşvikini beraberinde getirir. Her katmanda hem rüşvet ve yolsuzluğa göz yumulur, hem de şeffaf olmayan, denetlenemeyen, denetlenmesi istenmeyen sistemde nepotik ilişkiler yukarıdan aşağı ağ gibi her yanı sarar. Yasadışılığın teşviki de herkesi sistemin günahlarına katmak için bazen strateji olarak geliştirilir, bazen de sistemin doğası gereği kendiliğinden devreye girer. Herkes günahkar ve suçlu olunca kimse kimseden hesap soramaz, bal tutan parmağını yalar ama aynı zamanda da suçlarından ötürü tehdit altında olduğu için sisteme zarar veremez.
Despotizm, Suç ve Günahta Ortaklarını Artırmak İster
90’lı yıllarda Türkiye’nin tanınmış holdinglerinden birinde mühendis olarak çalışan bir aile dostumuz, amirlerinin şirketi zarara sokan yolsuzluğunu ortaya çıkardığında takdir beklerken, on yıldır çalıştığı firmadan atılmış; şikayetçi olduğu ve haklarında dosya hazırladığı amirlerine ise dokunulmamıştı. Önceleri bunun nedenini anlamakta zorlanmıştık. Lakin olan şu idi: Holding aslında müdürlerinin çevirdikleri dolaplardan haberdar olmakla birlikte bu şekilde davranmalarını sistemin işleyişi açısından faydalı görmekteydi. Zira şirketin de sırları vardı ve hepbirlikte ortak olunan günahlar sayesinde kimse kimseyi tehdit edemiyor, sırları koz olarak kullanamıyordu. İşleyişe çomak sokan ise aile dostumuz olmuştu. Yani asıl zararı o vermek üzereydi, o halde bileti kesilmeliydi.
Nitekim 90’lar Türkiyesi’nde herkes işini biliyor, kamuda da en alt tabakalardan üste doğru bir rüşvet ve suiistimal çarkı sistemin işleyişini sağlıyordu. Tabii bu durum aynı zamanda kamu kaynaklarının heba edilmesini, bunun hesabının sorulamamasını, zincirleme bir yozlaşma ve kamuda ısraf iklimini beraberinde getiriyordu.
Despotizm, Liyakat Ehlini Düşmanlaştırmak Zorundadır
Despotik yapılar mutlaka düşmana da ihtiyaç duyar. Mesele sadece Resmi ideolojinin topluma deli gömleği gibi dayatılması değildir; resmi ideoloji dışı resmi görüş oluşturulur. Resmi görüşün safça, sorgulanmaksızın mutlak bir itaatla savunulması istenir. Resmi görüş içi olup da sorgulama yapanlara müsamaha gösterilmez. Onlar da düşmanlaştırılır. Hatta despotizmin hakiki yüzünü içeriden deşifre ettikleri, büyü bozumuna sebebiyet verdikleri için, daha da tehlikeli görülürler.
Yargı çarkı sisteme itiraz kabiliyeti olan-olmayan adli-siyasi dışlanmış kesimler üzerinde işler hale gelir. Bu da sistem karşıtı olmakla beraber toplumun maddi emek ve beyin gücünü oluşturan insan potansiyelinin heder edilmesini, topluma verebilecekleri faydanın engellenmesini beraberinde getirir. Dolayısıyla despotik sistem, kendi güvenliği ve menfaati adına ülkenin yüzdesi geniş bir kesimini de cendereye almak zorunda kalır. Bunları tarımdan sağlığa, teknolojik alanlardan sanayiye kullanabilmek ve sayelerinde sinerji oluşturma imkanı varken, tırpanlanmış bir toplum yapısı ortaya çıkar.
Despotik yapıların ehliyet ve liyakata karşı sadakati öne çıkarmaları sadece yanlış kararlar ve bunun iktisadi sonuçlarını doğurmaz. Onulmaz ve telafisi uzun zaman alacak yapısal sorunlar üretir. Ama tüm bu altını çizdiğimiz hususların hasılası, despotizmin hüküm sürdüğü ülkenin tüm güçlerini, ülkenin hayrına harekete geçirmek değil, aksine kendi çıkarına olmak kaydıyla engellemek, susturmak, yıpratmak, cezalandırmak, potansiyeli buharlaştırmak üzere hareket etmek zorunda oluşudur.
Despotizmin İdeolojik Kimliği Yoktur
Sonuçta mezkur tekelleşme ve güvensizlik ortamı rekabeti öldürür, yatırımları düşürür, yabancı yatırımcıyı korkutur, her alanda üretimi yavaşlatır ve durdurur. İstihdam ve işsizlik sorunları başgösterir. Ekonomik sıkıntılar, ülke kaynaklarının satılmasını, artan vergilendirmelerle birlikte halkın sırtına binilmesini, vergi yükünün artışı da üretimin daha da kısılmasını beraberinde getirir. Zaten kendisi gayrı ahlaki bir habitat oluşturmak zorunda olan sistem, yozlaşma ve ahlaksızlıkları da artırır. Kurumsal düzen, şeffaf mekanizmalar ve istikrarlı bir hukuk sisteminin olmadığı ortamda ahlakı korumak zaten mümkün olmaz. Gayrı meşru yollarla ticaret, kaçakçılık vb oligarşik yapı için resmi olan alanlar, toplumun alt tabakalarında da kazanç kapısı olma eğilimi gösterir. Bu tam bir çürüme halidir. Despotizm bir yandan yıllarca toplumun kaynaklarını sömürürken, diğer yandan iktidarının devamı adına aynı toplumdan daha fazla gelir sızdırma yoluna gitmek zorunda da kalır.
Zaten siyasal, sosyal, iktisadi karar alma mekanizmalarından dışlanan toplum hukuksuzlukların da dahil olduğu bu alanlardaki belirsizlik ve öngörülemezlikler yüzünden hem üretkenliğini yitirir, hem de suça teşvik edilir. Çark ancak bu şekilde döndürülebilirken, despotizmin determinist kurgusu herkesi dişlileri arasına alır. Bu tablonun dozajı her ülkede farklı farklı olabilir ama işleyiş yasaları aynıdır. Çiğnenen kurallar, insanlığın çağlar boyu tecrübelerle edindiği birikimin tarumar edilmesi ve aynı akıbetlere maruz kalmayı beraberinde getirir. Üstelik bu farklı ülkelerin ideolojilerinin de hiçbir önemi yoktur. Kendisini Monarşiyle, Baasizmle, İslamla, Laiklikle, Sosyalizmle, Cumhuriyetle niteleyebilir. Hatta seçimler yapmak gibi seçenekleri topluma sunduğu için demokratik bir hukuk devleti iddiası da taşıyabilir. Lakin tüm bu söylem ve görüntü farklılıklarına rağmen zihniyet ortaklıkları işleyişte kendisini gösterir. O yüzden, despotizmin içine girdiği bu metazorik çark sorgulanmadan toplumsal kültürün baskın özellikleri(dini-mezhebi-etnik vs), kişi ya da ideolojilere bağımlılık üzerinden yapılan tahlillerin kıymeti harbiyesi yoktur.
Ekonomilerinin büyüklükleri farketmeksizin insan onuruna ve topluma verdikleri zararın niteliği aynıdır.
Farklı seviyelerde ve dozajlarda da olsa, despotizmlerin işleyişleri ortaktır!
Ülkeleri değerlendirmeye tabi tutarken de, neden sistemik bir dönüşümü başaramadıkları, ekonomisi, medyası, yargısıyla neden şu değil de bu seviyede olduğuna, ancak bu kapsayıcı yapısal boyutlardan bakıldığında cevap bulabiliriz.
Bu hem insani hem de İslami açıdan yapılmalıdır.
İnsani ve İslami tecrübenin yasakladığı ve ihya edilmesi gerektiğini söylediği şeylere baktığımızda, despotizmin yozlaştırıcı-ahlaksızlaştırıcı iklimini de çözmüş oluruz. Nerede, hangi kültür ikliminde yaşıyorsak yaşayalım, tek çözüm yolu, tek çıkış budur. Bunu yapmadan ahlak ve adalet üzerine kalmak da, konuşmak da beyhudedir. Çünkü ikisi de ancak bu yoğun sistemsel emekle varlığını ortaya koyacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder