Ana içeriğe atla

Karıncalar ile eşek arıları 01.03.2020

İdlib’te yaşadığımız yürekleri dağlayan menfur hadise, adeta ölü toprağını üzerimizden atıp, sıkışmışlık halinden sıyrılıp farklı bir faza geçişe sebebiyet verdi.

 

Orta vadede süreç nereye evrilir şimdiden kestirmek zor ama Türkiye’nin kara ve hava imkanlarıyla sahaya müdahalesi en başta İdlib halkını sevince boğdu.

 

Dile kolay, Ğuta, Halep, Hama, Humus, son dönemde de İdlib, hep aynı dram yaşandı. Rejim başta İran, bilahare Rusya eliyle tahkim edilip Grozni siyaseti tüm bölgelerde hayata geçirildi.

 

Havadan hareket eden her canlıyı acımasız bombalayıp, hastane, ev, okul demeden taş üstünde taş bırakmama siyaseti! Evet siyaseti diyoruz, çünkü bu bir Rus stratejisi olarak daha önce Grozni’de uygulanmış, demografik yapı da bu sayede baştan aşağı değiştirilmişti.

 

Kalmakta ısrar edenleri katlediyor, yaşam alanlarını ortadan kaldırıyorsunuz. Kaçanların nereye nasıl göç ettikleri umurunuzda bile olmuyor. Halk adına savaşanları da ileride size zarar vermelerini engellemek amacıyla yerinde imha siyaseti. Sivil ya da savaşçı ayrımına gerek duymayan, içinde bol insanlık ve savaş suçlarının yer aldığı bir “siyaset” türü.

 

Üstelik milyona varan insanları katletseniz de uluslararası meşruiyetiniz bir türlü sorgulanamıyor. Hele ki, gücünüze güç katmak için davette bulunup dışarıdan ordular, askeri tahkimatlar yapmak uluslararası antlaşmalara göre meşru! Halkın böyle bir hakkı yok ama yüzbinlere evlerini mezar, işkencehaneleri ikametgah, milyonlarca insanı iç ve dış mülteci kılanların var.

 

Esed de öyle yaptı. İran ve Rusya’nın topraklarında bulunmasının meşruiyeti altına imzasını attı, zulüm katmerlendi.

 

Halk için savaşan gruplardan bir kısmını da “terörist” ilan ettiğinizde, savaşın adı “terörle mücadele” oldu; vesayet savaşları oldu ama halka yapılanlar bir türlü “gayrı meşru” olamadı.

 

İnsanlar topraklarından oldu, aileler parçalandı, aynı ailenin 15-20 ferdi aynı bombamdımanlarda yok edildi. Fiziki ve ruhi hastalıklar da cabası.

 

Hayata tutunmaya çalışanlar ise yollara düştü. Kimi Türkiye ve Lübnan gibi bölge ülkelerine, kimi de Avrupa’ya gitme umuduyla denizlere vurdu kendini.

 

SU TAŞIYAN KARINCALAR DEVREYE GİRDİ

 

Hadiselerin bu boyutlarını yakından takip eden ve vicdanlarının götürdüğü yere giden insanlar evlerini bahçelerini gönüllerini açtılar bu insanlara. Dertlerine ortak oldular, yardım faaliyetlerine katıldılar, ensar-muhacir dediler ve muhacirleri üzen her olaya üzüldüler, sevindikleriyle mutlu oldular.

 

İşte Türkiye’de sayıları kaç bindir, kaç yüzbindir, milyon var mıdır bilinmez ama insanların bir kısmı içlerinde taşıdıkları Allah korkusu-sevgisi ya da vicdanlarının buyruğu gereği Suriye halkının ve muhacirlerin dert ortağı oldu. Meseleye hep buradan baktı. Suriye halkının yarasını dindirene muhabbet, tuz basan öfke duydu. Çok bilinmeyenli falan değil, bu kadar basitti aslında.

 

Suriye’deki mezalimi bitirebilecek dengeleri kim kuracaksa ümitle gözünü onlara dikti bu insanlar.

 

Türkiye’nin ise başından bu yana meşru sebepleri vardı.

 

İlk sebebi insandı, Suriyelilerdi.

 

Esed’i ikna etme çabası, önce İran’ın hesaplarına, sonra İsrail’in güvenliğine takıldı. Esed gitmemeliydi!

 

ABD’nin kırmızı çizgi ilan ettiği kimyasal katliamlarına rağmen üstelik!

 

Alnı toprağa değenin ise konvansiyonel kimyasal diye bir derdi hiç olmadı; ölüm ölümdü işte nereden nasıl geldiği önemli miydi!

 

İşte bugün Türkiye’nin ortaya koyduğu tavra sevinenler bunun için seviniyor.

 

Türkiye’nin “sınırım var”, “terör tehdidi mevcut”, “mülteci akını tehlikesi” demesine inanmıyormuş gibi yapanlarla, bundan mütmain olanlar arası gelgitler, herkesin kendi durduğu yere göre değişiyor. 

 

AL MAZLUMUN DUASINI, O DA ÇIKAR AHESTE AHESTE

 

 

Devletin siyasetini açıklama biçimi bir yana, bu duruşun insani getirileri açısından baktı meseleye yukarıdaki insanlar. Garip gurebaya bir damla su taşıyana, bombalara şemsiye açanlara minnettar oldu.

 

Kimin hangi motivasyona sahip olduğundan ziyade, motivasyonunun insani ve ahlaki olana ne derece hizmet ettiğine baktılar hep.

 

“Jeopolitik, Jeostratejik” diye başlayan her cümleyi bu açıdan dinlediler. İçindeki kalbi tınıya baktılar. “Jeo...”su onemli değil “insani olan...” ne var diye...

 

Bu insani olana el uzatana selam durdu, duaya durdu, gözyaşı bunun için aktı. Bebelerin gözlerini fotolara bakıp bunun için öptü. Dedelerin ellerini de...

 

“Ensar-muhacir” lafta kalan bir hamaset değil, insan olanın insana uzattığı elin, kalbe yazdığı mesajın, hayata kazıdığı realitenin adı oldu. Yaşamayan yaşatamayanların asla anlayamayacağı türden yaşanmışlıklardı bunlar.

 

Nice hikayeler, nice imtihanların vesilesi oldu. Su taşıyan karıncalarla eşek arılarının mücadeleleri hep oldu, olacak.

 

O yüzdendir ki, şehidi sadece “devlet şehidi” değil, kendi şehidi olarak gördü.

 

İmdi; devlet ya da hükümet bu saatten sonra ne yapar, nasıl yapar bilinmez ama şu anda yaptıkları yaralara melhem, gönüllere sürur veriyor.

 

Mazlumların duasını alıyor.

 

Bu mesele kökünden çözülene kadar bu ısrarını sürdürürse ne ala, değilse kendi bilir ama bu insanlar su taşıyan karıncalar olmaya, su taşıyan karıncalarla ensar-muhacir olarak kaynaşmaya, o karıncaların ayağına taş değmesin diye gayret sarfetmeye devam edecekler.

 

Kimin ne motivasyonu olursa olsun, onların ahlaki duruşu bu olacak.

 

Gözyaşı dindirene desteğe, kan içici zalimlerin elini kesene duaya, Grozni siyasetçilerine bedduaya devam edecekler.

Yorumlar