Ana içeriğe atla

Nasıl bir muhalefet tarzı ve dili? 16.01.2020

Vizyon, misyon, çevre analizi gibi kavram ve terkipler şirket de kursanız parti de en başta zikredilen ve sizi tanımlayıp altı doldurulması gereken, temel farklılığınızı da ortaya koyan hususlardandır. Ardından dil meselesi gelir. Nasıl bir dil ile yol alınacaktır? Bu soru kendiliğinden tutum/tarzı da içrektir. Dil ve tutum iki ayrılmaz unsurdur.

 

Bu teorik çerçeveyi Gelecek Partisi için konuştuğunuzda, partinin, bir de yola çıktığı andan itibaren sorumluluk alanına giren üç boyuttan biri var ki, o önemli: Güncel, gelecek ve özellikle “geçmiş”.

 

Özeleştiri/muhasebe

 

Özellikle geçmiş boyutu farklı niyet ve sebeplerle daha şimdiden -hatta yola çıkmazdan evvel de- başta Genel Başkan Ahmet Davutoğlu’na yönelik olmak üzere, ülkeyi ilgilendiren iç-dış sorunlarla alakalı sorgulama cihetine gidilmekte. Konvansiyonel medyada kendilerine zaten yer bulamayan parti mensupları sosyal medya üzerinden katıldıkları program ve röportajlarda bu tarz sorulara ziyadesiyle muhatap oldular.  

 

Elbette bazı konuları kamuoyu merak etmekte. Hatta bir takım konuların bizatihi konuşulması da algı olarak eksik fazla, yalan yanlış hususlarda biriktirilmiş meselelerin vuzuha kavuşturulması açısından da elzemiyet içermekte.

 

Ama bir dakika!

 

Yeni kurulmuş bir partinin vizyonunu kitlelere duyurma, onlarla buluşma çabaları, toplumun bugününe ve geleceğine dair umutlarını yeşertecek sahici çözümler ve projelerle ilgili kendini anlatma ve bunu da zamanı iyi kullanarak yapma zorunluluğu orta yerde dururken, “birilerinin” bizatihi arzuladığı bir sarmalın içine de parti kurmayları ve emekçilerinin hapsolmayacağı, kendilerinin bunun farkında olduklarını da bilmeleri gerekir.

 

Bunu yapan/yapmaya çalışanların hangi motivasyonlara sahip oldukları, gerçekte neyi amaçladıkları da konuların kendisinden bağımsız olmamak kaydıyla tartışılmak ve kamuoyuna da açıkça deklare edilmek durumundadır.

 

Nitekim “Şu şu olay olduğunda siz de oradaydınız, hatta sorumluluk mevkiindeydiniz, neden istifa etmediniz?” gibi üzüm yemek değil bağcı döğmek anlamına gelebilecek yöntemlerin de birer gazetecilik faaliyeti olmadığı, hatta kendisini acemice açık ettiği de yine farkında olunan konular arasındadır.  

 

Gelecek Partisi’nin çıkışından hem AK Parti’nin aleyhine istifade çabası güdüp, hem de halihazırda önü açılıp parlatılmak istenen muhafazakar kesime hitap etmesi muhal seküler figürlerin ayağına basmayacak, yeni seçmenlerin, gençlerin ve kitlelerinin aklını çelmeyecek bir çıtada kalmasını arzulama çabası o kadar bariz sırıtıyor ki, bu planların kısa vadeli bile tutmayacağını da şimdiden deklare etmek gerekiyor.

 

Bu formülasyona en veciz müdahalelerden birini geçenlerde Şirin Payzın’a verdiği röportajda Etyen Mahçupyan yaptı. Bu tür soruları (örneğin Emevi Camii’nde namaz kılmak gibi) bizatihi sorana ya da mevcut süreçte propagandif bir tarzda kitlelerin zihnini bulandırma amaçlı kullanana öncelikle kendi pozisyonunu sorgulayıp kendi özeleştirisini yapma zorunluluğunu hatırlattı! İnsanlar bombalar ve işkenceler altındayken sıcak evlerinde koltuklarına uzanıp uzaktan seyredenler ile haftalarca, aylarca gece gündüz bu sorunların çözülmesi için gayret sarfedenler arasındaki farkın derinliğinden bahisle!

 

“Hepinizin günahı ortak!” öyle mi?! Yok öyle yağma! Geçmişleri özellikle bireysel yaşamları üzerinden tertemiz, hakkaniyet ve erdemliliklerle dolu insanlara, buradan bir eleştiri sunamayınca “başkalarının günah yükünü paylaşma” arsızlığıyla yaklaşmak -hatta Pelikan zihniyetiyle tüm yükü onların omuzlarına yüklemek- ya da Perinçek tayfası başta olmak üzere seküler ulusalcı kesimlerin pervasızlığıyla bir projelendirme içine girmek ancak yatsıya kadar sürer!

 

Başta Ahmet hoca tarafından olmak üzere, bu konularla ilgili tek tek, kamuoyunun sahih bir bilgilenme sürecine dahil edilmesi bizzat partinin bilinçli ve sürece yayılan insiyatifiyle zaten gerçekleştirilecektir. Birileri paşaçayırında güreşe davet ettiği için değil, Türkiye toplumunun tüm kesimlerinin bu konularda bilgilenme hakkı olduğu için.

 

Lakin tüm enerjinin buraya teksif edilmesi beklentisi içinde olanlara şimdiden duyurmuş olalım ki, böyle olmayacak.

 

Acil gündemler ve toplumun dezavantajlı kesimlerinin beklentileri   

 

Sistemik çarpıklıktan ve ekonomik gidişattan olumsuz etkilenen enflasyon mağdurları, genç işsizler, EYT’liler, kamyoncu esnafı vs. bir tarafta; yargı sorunlarından mustarip olmuş KHK’lılar, mülakat mağdurları vb. diğer tarafta; çevre, sağlık, kadın, devletin aileye müdahalesindeki çarpıklıklar bir diğer uçta sahici ve sağlıklı çözüm teklifleri beklerken, elbette geçmişin pranga misali ayağımıza vurulmasına müsaade edilmeyecek.

 

Hepsiyle birlikte başta Suriyeli mülteciler olmak üzere, “geri dönüş senaryoları”nın ötesinde “ülkeden defetme siyaseti”ni körüklemeye çalışanların aksine, ülkenin hali hazırda dört milyona yakın nüfusunu oluşturan insanlar için sadra şifa entegrasyon politikaları önerileri de partinin gündemleri içerisinde olacak.

 

İlkesel, nitelikli, samimi, yapıcı, akılcı, vicdani, ahlaki siyaset şiar edinilecek

 

Parti programı zaten bu konularda gayet detaylı, açık, net, şeffaf ve nitelikli bir içerik sunmakta. Buna ek olarak toplumsal sorunların insana dokunarak, endişelerini, beklentilerini sahici bir şekilde sahiplenen kadrolar ve konuların uzmanlarıyla saha pratikleriyle ortaya konmaya gayret sarfedilecek.

 

Tehditkâr dil ile cesaret dilinin birbirinden ayrılması yanında, yapıcı uyarılar hikmetli bir uslup ile ortaya konacak. “Dolandırıcılık” gibi şirazesini yitirmiş, aklın, hakikatin ve vicdanın imbiğinden geçmemiş saldırılar karşısında elbette gereken cevaplar üslubunca ortaya konacak; kondu da! Lakin böylesi haksızlıklar sadır olmadıkça, iktidarın doğru yaptığına “doğru”, eğrisine de elbette “eğri” denecek.

 

Sadece AK Parti kitlesi değil, tüm diğer kesimler de iyi kavramalılar ki uyarılarımız “dost acı söyler!” kıvamında olacak.

 

Hiç kimsenin ittifak adayı olmamakla birlikte, ülkenin ve ülke insanının maslahatı adına olan çözümlerde de, bu çözümlerde anlaşan kesimlerle de işbirliğinden kaçınılmayacak.

 

Topluma korkular aşılayan beka söylemi çeperinden ülkenin çıkarılıp sağlıklı bir siyaset atmosferine kapı aralanmaya çalışılacak, bu minvalde “Gayr-ı ahlaki olanın stratejik açıdan da kaybettireceği” gerçeği sadece partimiz menfaati adına değil, ahlaki-ilkesel bir gerçeklik olarak tüm partilere ve tabanlarına, ülke insanını eğitme ve sağlıklı dönüşümüne katkı sağlama amacıyla tebliğ edilip örnekliği ortaya konacak. Sırf oy alma adına belaltı magazin siyasetine, trollüğe asla geçit verilmeyecek. Ahlak sınırlarını aşıp müfterilikle, itibarsızlaştırmayla yol almaya çalışanlara bile, bu tutumun sadece kendilerine değil, ülke insanının zihin ve ahlak sağlığına zarar verdiği üslubumuzca anlatılacak, kendilerine ve sempatizanlarına ayna tutulmaya çalışılacak!

 

Toplum olarak hep birlikte kazan-kazan konuları ve üslubu, tarzımızın/tutumumuzun değişmez ilkeleri arasında yer alacak: “Güzel öğüt ver, umulur ki öğüt alırlar” şiarı siyasete kazandırılmaya gayret edilecek.

 

Ahlakiliği bir yana, stratejik açıdan bile “tehdit dili”nin, sadece siyasiler açısından değil, takipçi kitlelerin kendi gelecekleri açısından da ürkütücü olduğu, sağlıklı düşünme ve karar vermeyi törpülediği, hatta yanlışlar içinde olanlara daha fazla tutunmayı beraberinde getirdiği gerçeğinden hareketle toplumu sağlıksız iklimlere itici tavır, tutum, üslupta niteliksel bir gayret içinde olunacak.

 

Hep sorulan soruyla bitirelim şimdilik. “Kimliksel olarak kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?” sorusu sürekli karşımıza çıkmakta ve kendimize bir alan biçmemiz adeta salık verilmekte ya da samimi olarak merak edilmekte.

 

Bu konuda naçizane kendi adıma şöyle bir cevabım var: Yüzde 34’lük AK Parti 2007 seçimlerinde ülkenin her iki kişisinden birinden oy alarak Demokrat Parti sonrası Türkiye tarihinde bir ilki gerçekleştirmişti. O zaman yazdığımız uzunca bir değerlendirmenin özeti “ülkenin bütün renklerinden, her kesimden insan kendince oy verme sebepleri farklı olsa da, bütün bir topluma bolca seçenek sahici ve samimi biçimde sunulmuştu. Yani herkesin dönemin iktidarına teveccüh gösterecekleri hakiki sebepleri üretmişti.”

 

İşte kanımca Gelecek Partisi’nin de kimliğini samimiyet, indirgenmiş siyasal kimlik maddelerinden öte sahicilik, hakkaniyet, çözümlere odaklanmada sinerji, toplumun geniş kesimleriyle özdeşleşme kabiliyeti belirleyecektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEHMET ŞİMŞEK İLE HASBİHAL

  Sayın Şimşek sözlerimiz size, tekil olarak şahsınıza. Geleceğinizi duyduğumuzda tüm ümit kırıklıklarımıza, tüm birikmiş öfkelerimize rağmen nasıl da umutlanmıştık. İşinin ehli, rasyonel politikalara yol verecek, gelirken kimbilir ne pazarlıklar etmiş, birilerine rağmen göğsünü entrikalara siper etmiş, mevcut sistemin tüm olumsuzluklarının sürdüğünü bildiğimiz halde, doğru bildiklerinden asla taviz vermeyecek idolümüz olmaya adaydınız! Yalnızca biraz zamana ihtiyacınız vardı ki ondan da bizde bolca vardı. Son yedi yılı yara berelerle atlatmış gaziler olarak, ümitlerimizin kırıntılarını tane tane toplayıp soframıza koyacağınızı dört gözle beklemekteydik! Bizi seraptan uyandıran şey Meclis konuşmanız oldu. Tüm “acabalar”a rağmen artırmaya çalıştığımız umutların bir kez daha törpülenmesine sebebiyet verdi. Onca yaşadığımız kabustan sonra zihinlerde “Rasyonel politikalar gütmeye çalışan bir teknokrat” olarak kalmanız iyi olurdu. Selefleriniz kötü yönetime beceriksiz siyasetlerini ...

Hoca derslere devam ediyor (2) 05.06.2020

“Bugün, Türkiye’de bir ekonomik kriz yaşadığımız için siyasal kriz yaşamıyoruz. Tam tersine,  bir siyasal kriz, hukuk krizi, adalet krizi ve en önemlisi yönetim krizi yaşadığımız için ekonomik kriz yaşıyoruz.”   Hocanın 1 Haziran konuşmasındaki bu sözleri hukukun keyfileşmesi, adaletin erimesi, özgürlüklerin baskı altına alınmasının ülkelerin ekonomik ve sosyal krizlere kapılmasındaki sebep-sonuç ilişkileri yasasını özetliyor. Sebepler zincirinin sonucu olan siyasal krizler ekonomik yönetimindeki çelişkileri de, krizleri de tetikleyip derinleştiriyor.   Bu meyanda virüs salgınıyla literatüre girip kullanılan “normalleşme” olgusunun, sadece berberlerin, AVM’lerin açılmasına atfen değil, memleketin diğer sorunlarıyla bağlantılı sadra şifa yönelimler için vesile kılınması niyazıyla ilkesel boyutta irdeliyor hoca:   “Bu nedenle, normalleşme kavramını ülkenin nefes borularının açılması, dinamizminin önündeki engellerinin kaldırılması ve gençlerimizin yaratıcılığını körelt...

'Koronavirüs ve Göçmenler' raporu 05.04.2020

Korona günlerinin mağdur kesimlerinden biri de hiç şüphesiz ki göçmenler. Hele ki evlerinde ol(a)mayan, sınırlarda, göç merkezlerinde, kamplarda bulunanlar açısından olduğu kadar, evlerinde oldukları halde çalışma imkanları olmayan, hastaları bulunan, geçim imkanı bulunmayıp muhtaç halde olanların durumu daha da zor. Dile kolay, dört milyon civarı insandan söz ediyoruz ve bunların önemli bir kısmı toplumun dezavantajlılar katmanında.   Bugünlerde özellikle irili ufaklı sivil yardım kuruluşlarının -kendi canlarını da riske ederek- ortaya koydukları çabalar gerçekten takdir edilesi. Ancak bazen onların da yetersiz kaldıkları çok fazla örnekle muhatabız. Geçenlerde partimiz kurucularından Fatma Aydın Ataş hanımefendinin haber alıp yanlarına koştuğu down sendromlu çocuklarının da olduğu bir ailenin durumu içler acısıydı. Öylesine ki, yanan evlerinden kalan hiçbir eşyaları da olmadığı halde, Suriyeli komşularının verdikleri ödünç eşyalarla durumlarını idame etmekteydiler. Sağolsun Fatma...