Ana içeriğe atla

‘Kişi kültü’ ve evrensel ilkeler 26.08.2020





Konu ilk açıldığında Türkiye şartlarında akla ilk gelen kişi M.Kemal ve Atatürk kültü üzerine oluşturulan resmi ideoloji olduğu için, yazının sonuna konuyla ilgili birkaç makale* iliştirdim. Meraklısı buradaki detaylara bakıp kendisini bir tartışmanın içine dahil edebilir. Bu yazı tarihsel olayları değil, “kişi kültü” meselesinin dün ve bugüne ilişkin evrensel değerler bağlamındaki yerini konu etmeye çalışacak. Nelerin üzerini örttüğü, ne tür zararlara sebep olduğu, neden terk edilmesi gerektiği üzerine odaklanacak. Dolayısıyla panzehiri olan hususların neler olduğuna ilişkin de bir deneme.

 

***

 

Sadece karizmatik liderliğin yeterli olmadığı, ona eşlik etmesi ve halka kadar inmesi gereken bir organizasyonel ağa ihtiyaç duyan ‘kişi kültü’, toplumların hayatında ciddi zararlara sebebiyet vermiş, birey ve kitlelerin evrensel değerler bağlamında gelişimlerini geciktirmiş, üretilmek istenenin aksine “karşılıklı güvene dayalı toplum olma” hedefini bizatihi engellemiş, sinerji oluşumunu ötelemiş, evrensel insanlık değerlerine doğal yollarla ulaşımın önüne setler çekmiştir. Zira bu değerlerle kişi kültüne dayalı resmi ideoloji arasında hep bir zıtlık ilişkisi söz konusu olmuştur. En temelde toplumun özgür bırakılmayışı, üst yapıdaki tüm unsurları etkilemiş; gelişimine dönük sıçramalar, ancak kişi kültünden menfaat devşiren resmi ideolojiye dayalı vesayet yapılarının geriletilebildiği dönemlerde gerçekleşmiştir.

 

Lakin, toplumların hukuk devleti normlarına, çağdaş siyasi ilkelerin postulat olarak görüldüğü seviyelere evrilebilmesi çok da kolay değildir. Buradaki başat unsur başkalarına tevdi edilmemesi gereken ‘irade’ ve ‘sorumluluk’tur. Sorumluluk almaktan her kaçış, ya o sorumluluğu “tek adam”lara ya da farklı vesayet türlerine devretme şeklinde tezahür etmektedir. Korkular ve soyutlanıp yalnızlaşmama güdüsü; evrensel ilkelere dayanmayan, onların önünde engel teşkil eden güçler ya da kitleselliklere teslim olmayı beraberinde getirmektedir.

 

***  

 

Bugün yaşayageldiğimiz, kişi kültüne karşı bir diğerine sarılma güdüsünde de ilkelerin farkındalığı ve ikamesi yolundaki sorumluluktan kaçış hali söz konusudur. Bir yanlışı diğeriyle bastırma hali, toplumun olumsuz bir halden olumlu başka bir hale geçişte kendisine güvenmemesi, yarattığı sanal güvenlik kalelerinden çıkmak istemeyişiyle alakalıdır. Oysa ilkelerle özdeşleşme ve özgürleşmenin başat adımı her türlü kişi kültünü reddetme sorumluluğunu kuşanmaktır. Acziyetten, özgüvensizlikten silkinmektir. Bu, kişi kültünün oluşumuna giden yolda yanlış ya da doğru yapılan icraatlarla ilgili bir durum değildir. Kategorik olarak bu durumdan/zihniyetten sıyrılma, kurtulma meselesidir. İnsanın böylesi bir limana ihtiyacı yoktur. Sorumluluk almak, özgüven sahibi olmak, kendini ilkeler mucibince eğitip o normları sahiplenerek bir hayatı inşaya çaba göstermek ve bunu toplumsal olarak da yüklenebilmek; hakiki manada özsel ve olumlu değişime, bu değişim eliyle oluşturulacak mekanizmalara yol vermek demektir.

 

Sözün özü;     

 

'Kişi kültü'nün hiçbirine müsamaha ile bakmamak, hoşgörü adı altında meşrulaştırmamak gerekir. Eğer adil ve özgürlükçü özsel bir tutumu benimseyerek tutarlılık arıyor ve kitlelerin de bu minval üzere ıslahını arzuluyorsak böyle olmalı.

 

Mesele sadece kişiler ve geçmişte yaptıkları icraatlar değil. Kişi kültüne ve oradan mülhem ideolojik yaklaşımlara göz yummak, baştan, ortak aklın tüm ilkelerini çiğnenebilir kabul etmek anlamına geliyor. İnsanlık, gerek tarihte gerekse modern zamanlarda bundan yeter derecede zararlar gördü.

 

O yüzden her türlü despotizm ve kişi kültü hikayesinden beri durmak gerek. İnsanlar genelde farklı mahallelere karşı üretilmiş olan kültlere sığınır ya da yenilerini üretirler.

 

Tekrar altını çizmek gerekirse kişi kültü üretimini körükleyen ve devamını sağlayan unsurların başında 1) Buna ihtiyaç duyan ve devamından çıkar sağlayan pragmatistlerin ellerindekini kaybetmemek adına sarıldıkları kutsallaştırma 2) Üretilene inançla bağlananların, başkalarına karşı kaybetme korkusunun getirdiği ve evrensel değerlerle buluşma noktasında akim kalmalarına sebebiyet veren ruh halleri söz konusudur.

 

Unutmamak gerekir ki darbeciler de hep bu üretilmiş olana yaslandılar. Evrensel değerleri de çiğneyen darbeleri bununla meşrulaştırdılar. “Makbul vatandaş” olmaya bununla zorladılar. Şimdi üretilen yenilerinin de sebepler halkasında benzer hususlar var.

 

Bu tablonun panzehirinin evrensel insanlık ilkelerine bağlı bireysel ve toplumsal sorumluluk/irade, bunun beslediği ve ortak iyiyi ortaya çıkaran ‘ortak akıl’; bunların olmazsa olmaz dayattığı ‘denetlenebilirlik’ ve ‘şeffaflık’ olduğu unutulmamalıdır.

 

***

 

"Herşeyi tartışabiliriz, özgürüz ama şu konu tartışma dışı" dedikten sonra, 'ama'dan sonraki şart/koşul hepsini silip süpürür. Sonraki cümlelerin samimiyetini sorgulatır. Konu tarih, tarihsel icraatlar, bunların eğriliği-doğruluğu, sevgi ya da nefret gibi duygu durumlarının ötesindedir. İlkesel olarak hiçbir (iradeyi baskılayan) "dayatma"yı kabul etmemek meselesidir!

 

Zorla, yukarıdan aşağıya hiç kimse kimseye iradesini, seçimini, tercihini yok sayarak "Allah bir" dahi dedirtemez; dedirtememelidir! Bu, insanın doğuştan sahip olduğu ve korunması gereken İSMET'lerden biridir. Can, mal, inanç-yaşam şekli ve neslin korunmasında olduğu gibi AKIL'ın korunmasıdır söz konusu olan.

 

“Kişi Kültü” ve buna dayalı normların dayatılması, evrensel normlar ve ilkeler üzerine çıkarılan bir dogmatizme tekabül etmektedir. Bunlara göre; ‘olan olmuş ve en iyisi olmuştur’ (geleneksel ‘olanda hayır vardır’ anlayışıyla pişti olma durumu da manidar bir ironiye tekabül etmektedir). Basın özgürlüğü, muhalefet/alternatif partiler, seçilmişlerden oluşan meclis ve insan haklarına dayalı özgürlükler; o tarih diliminde dondurulması normal görülenler arasındadır. Mottosu da şudur:

 

“O zaman öyle gerekiyordu!”

 

Oysa, “o zaman öyle gerekiyordu” denerek herşeyi, her türlü gelişmeyi, icraatı meşrulaştırmak mümkündür. Firavunlar dönemini, Moğol istilalarını, Stalin’in icraatlarını, Hitler’in yaptıklarını, İsrail kurulurken işlenen cürümleri, vs. …

 

Dolayısıyla, tarihteki her türlü gelişme evrensel ilkeler terazisine vurulmalıdır. Ebu Hanife’nin “İsmet ademiyyetledir” hikmetli vurgusunda olduğu gibi, “Ademoğlunun doğuştan sahip olduğu hangi dokunulmazlarına dokunulmuştur?” basit sorusu aradığımız cevabı bizlere sunmaktadır. “Bir devlet kuruluyordu ya gerisi teferruattır” mantığı insanlık ve adalet terazisine vurulduğunda nereden baksanız tutarsız, adaletsiz ve elde kalan bir duruma tekabül eder. “Olan oldu biz önümüze bakalım” deniyorsa eğer, o halde, her fırsatta önümüze konan kişi kültü formlarına ve resmi ideoloji ritüellerine karşı evrensel insanlık değerlerini hatırlatma ve ötesini kenara bırakma cesareti ortaya konabilmelidir. Bu durumdan halen “cesaret” olarak bahsetme hali de aslında hal-i pür melalimizi ortaya sermektedir. Vakıamızı, önyargılarımızı, ezberlerimizi, “mecburiyetlerimizi” daha doğrusu ne türden bir dayatma ile halen karşı karşıya olduğumuzu ortaya koymaktadır: “Her türlü dayatmaya hayır ama bu mesele tartışma dışı!” öyle mi?  

 

Halbuki -dozajı farklı olmakla birlikte- benzer bir hikaye muhafazakarlık üzerinden bugün de üretilmekte ve yukarıdaki tabloya tahammül tavsiye edenler yeni duruma isyan etmektedirler. Peki nerede tutarlılık?

 

Bugün de lider ne yapıyorsa takipçileri nezdinde zamanın şartları gereği, gerektiği için yapmaktadır. Yaptıklarına muhalefet etmek ancak kötü niyetli habis ruhların işidir. Milli değillerdir, haindirler! Zaaflarımız var ama bunlar yine liderin yüksek öngörüsüyle aşılıp halledilecek ve ona zaman tanımayan öngörüsüzler, Büyük Türkiye ufkunu göremeyenler var; vs. vs. …

 

Temelde, -yapılanların iyiliğinden kötülüğünden bağımsız- düşünüş biçimi ve zihniyette hiçbir fark yok. “Evrensel ilkeler” denen şeyler güç zayıflatıcı ham hayallerdir. Bizim “kendimize özgü değerlerimiz” bize yeter. “Başkaları” sanki bu iddialı hususlarda çok mu tutarlılar? Dünya da zaten güçlü liderliklere doğru gidiyor. İşte örnekler…

 

Üstelik, bugün üretilen iddialı ve abartılı sıfatlara her gün yenileri eklenirken, dün Kurtaran (Halaskâr); Koruyan (Hami); Kuran (Bâni); Yetiştiren (Mürebbi); Yol Gösteren (Mürşit); Denetleyen (Vâsi); Layık Olan (Liyakatli); Şaşmaz Olan (Layetezelzel); gibi ilahi sıfatlarla yapılan anmalar, yazılan şiirler, edebi eserler bugün hafiflemiş ya da terkedilmiş değildir. Lideri olmadığı/olamayacağı insanüstü konuma oturtma gayreti bir yana; bugünkü “kötü” addedilen gidişata bakıp yine kurtarıcı olarak “O’nun” çağrılması da aslında hiçbir şeyin tarihte bırakılmadığının da bir göstergesidir. Oysa çağrılması gereken “O” ya da “O’nun tarihte sahaya sürdüğü icraatlar” değil, evrensel değerler, ilkeler, normlar olmalıdır. Çağrı hukuk devletine, adalete, haksızlık ve yolsuzluklarla mücadeleye, bunların kurumsallaşmasına olması gerekirken; “mahallelerden çıkalım” diyenler bile bu “kimlikçi haykırış”tan kendilerini alamamaktadırlar.

 

Madem ki “Tek Adam Kültü” farklı muhafazakar ideolojik argümanlarla yeniden üretilmektedir, bundan şikayet edilmektedir, o halde kültün kendisine kategorik olarak karşı çıkmak gerekmez mi! Hadi diyelim ki toplumun bir kısmı bu saydıklarımızı anlamamakta ısrarcılar; onlar bildiklerini okumaya, “Tek Adam Tarihçiliği” üzerinden inandıklarında ısrarcı olmaya devam etmekteler. Bunda hiçbir sakınca yok, diledikleri gibi inanmaya devam edebilirler; mesele, bu inancın milyonlara dönük dayatma içeren taleplerle bir baskılama unsuru olarak devam etmesinde.

 

Eğer evrensel ilkeler mucibince yol almaya çalışanlar bile bu inanca selam çakmadan yollarına devam etmekte güçlük çekiyorlarsa, bu durumda halihazırdaki “Tek Adam”dan ziyade projeksiyonu bu anlayışa/ideolojiye çevirmek gerekmez mi?

 

***    

 

“Olmasa olmazdık” diyenlere karşı “olmasa da olurduk” diye düşünenlerin; “ortak değerimiz” diyenlere karşı “kişilerden değer oluşmaz”, “kişilere postulat muamelesi yapılamaz” diyenlerin baskılanması söz konusu ise, bazı sözde özgürlükçü zihinler bile zinhar bu konuların tartışılmasına müsamaha göstermekte zorlanıyorsa burada bir tuhaflık yok mudur? (Tuhaflık ayrıca odur ki, “o oku sen atmadın Allah attı” inancına sahip olanlar bile her yapıp edilenin altına İslam dünyasının liderinin imzasını atmakta mahzur görmemektedirler! Mahzur görmeyenleri mazur görmeyenler aynaya bir daha bakmalı!)  

 

Aslında, bir tarihsel kişiliğin tüm değerlerin üzerine çıkarılmasıdır söz konusu olan. Birileri “ortak harç”, “birlikteliğin yegane tutkalı” gibi göstermeye gayret ederken, buna katılmayanların görünür olmaktan çekinmesi; takiye yapmak zorunda kalması, öznel görüşünü ifade etmekten çekinmesi, sürekli resmi görüş beyan etmeye zorlanması kişiliksiz toplumların ortaya çıkması anlamına gelmekte değil midir? (Hatta darbe yapmaya kalkanların bile onyıllarca Kemalist maske takmaları, konseylerine ‘Yurtta Sulh’ adını verip darbeler geleneğinin kimliğinden kopuk olmadıklarını ispata çalışmaları da manidar değil midir?)

 

Bu durumda toplum, evrensel değerleri sahiplenebilir, sorumluluk alabilir mi? Aksine şunu yapar: Dayatılan ‘Tek Adam Kültü’ne karşı kendi “Tek Adam Kültü”ne sığınır. Bahsettiğimiz yalnızlaşma ve soyutlanma korkuları mucibince halihazırda elinde olana yaslanır. Tüm sorumluluk alanını da ona bahşeder. “Karşıtı” olarak kodladığının terk etmediği “değerler”e bakıp aynı limanı kendisi için üretir. Böyle bir toplumdan da değişmesini, otoriterleşme sarmalını terketmesini beklemek beyhudedir! Anladık mı şimdi toplum katmanları olarak neden bu kutuplaşma ve otoriterleşme sarmalından çıkamadığımızı! 

 

***

 

Ataerkilliği rahatlıkla tefe koyarken “Atacılık Sendromu”nu hiç konu etmemek de ayrıca manidardır. Türbeleri ziyaret, hurafecilik vb. konular rasyonel aklın ve vicdanın önünde engel olarak görülürken, Anıtkabir gibi modern türbe ve “tek adam tarihçiliği” gibi yakın tarihsel hurafelerin tartışma dışı bırakılması da. Tabii dahası da var. Eleştiriye açık kabul edilen hiçbir konu, hiç kimseye yukarıdan dayatılmamakta; kabulü ya da reddi icbar edilmemektedir; mezkur konu dışında. Ona açıktan söz söylemek, evrensel değerler ışığında eleştiri getirmek, kabulü ya da reddinin kimseye icbar edilmemesi gerektiğini düşünce özgürlüğü ahlakı ve çerçevesinde gündeme getirmek; siyasi konjonktürün el verdiği ölçüde “dışlanma”, “kınanma”, “lanetlenme” konusu olabilmektedir. Bireysel tercihler konusunda insanlığın onca yol katettiği, her defasında her konuyla ilgili bir postulat olarak öne çıkarılmasına rağmen, söz konusu alan -zinhar- bu ölçülerin içinde kabul edilmemektedir. Konuyu bir vesileyle farklı bağlamda açmak, dokunulmaza dokunmak, “ortak değer”e halel getirmek, “birlik ve beraberlik”e dil-el uzatmak kabilinden muamele görmektedir.

 

Mesela AK Parti ve liderliğine dönük getirilen şu eleştirinin, yakın tarihsel versiyonları olmadığını söylemek mümkün müdür:

 

“Ataerkil oluşumlarda merkezileşen ve artan güç, seviyesizliğe neden olan bir çekim merkezi yaratır. Nitelikli insanlar dışlanırken, merkez ve lider etrafında örülen koza sayesinde biat üzerine kurulu bir milisleşme üretilir. Ortak aklı kullanmayan, kullanmak istemeyen, giderek istese dahi kullanamayacak bir karar mekanizmasına doğru gidilir.”

 

***

 

Tarih yaşanmış ve olup bitmiş, evet. Olup bitmiş olana hayranlık duyulması isteniyor. Oysa olan biten de pekala farklı olabilirdi. Daha rasyonel, ahlaki tercihler kullanılsa idi. Bir şey inşa ediyorsunuz ama arkada onlarca problem ve trajedi bırakıyor. İtiraz olduğunda, hikayenin büyüsünü bozmamak için “maruz kalanları” suçluyor ve herkesin bu narrative/anlatıya iman etmesini bekliyorsunuz. Oysa bu bir tür tarih tapıcılığıdır. İncelterek söylersek, “Tartışmayın ve saygı gösterin” demektir bu. Daha açık söylersek “Tartışan ya art niyetli ya da nankör ve haindir”. Ekte bulunan “…Tek Adam Tarihçiliği Ruhbanlıktır” başlıklı yazımızda bu konuyu detaylarıyla irdelemeye çalıştık, oradan bakılabilir.

 

***

 

“Tutarlıca ve anlatıya sadık toplum kesimlerine adaletsizlik yapmayacak şekilde bu meseleye nasıl yaklaşmak gerekir?” sorusunun cevabını vermeye çalıştık. Konu yatay bir toplum-toplum ilişkisi olsa bir derece ama “Tek Adamcılık”ın sürgit devamını sağlayan, evrensel değerlerin gelişimi ve sahiplenilmesinin aleyhine yukarıdan aşağıya, zora dayalı bir rıza ilişkisi formuyla işleyen bir itikad dayatması olduğu zaman bunun her türüne usul ve adabınca karşı çıkmak ahlaki bir sorumluluktur!

 

Kim, hikayeye hangi düzeyde inanmak istiyorsa inanabilir, özgürdür ama o hikayeyi başkalarına dayatmak kabulü mümkün değildir!

 

Aynı durum bugün muhafazakar kodlarla üretilmek istenen için de geçerlidir. Dün yanlış olan, eksik olan, zaaflı olan -tekrar altını çizeyim ki ne yaşandığından bağımsız olarak- kategorik olarak bugün de yanlıştır! Çünkü Hz. Adem’den beri insanoğluna nimet olarak sunulan evrensel ilkeler bu vesileyle çiğnenmekte, çiğnenmesine göz yumulan bir “yalancı mütmainlik” hali üretilmektedir!

 

Hepsinden berî olunduğunun ilanı kaybettirmez, aksine kazandırır. Kitleler bu tutarlılığa -anlayamayıp da öfkelenenler dahil- saygı gösterirler. Tutarlılığın kaynağını merak ederler. Bu şekilde bir tutum/duruş serdedenlerin meselesinin kişiler ve yaşanmışlıklardan öte, ilkesel-ahlaki hakikatler olduğunu kavrarlar. Belki de bu vesileyle o hakikatleri temelden sorgulamaya doğru yolculuğa çıkarlar. Ve yönlendirilen olmaktan çıkıp, cesaretle sorumluluk üstlenip rehberlik edenlerden olurlar. Ölümlü, tekil şahısların “doğruları”na değil, düşünüp akleden, ortak hakikatlere doğru yolculuk yapan, iradelerini kuşanmış kitlelere ihtiyacımız olduğu unutulmamalı.         

 

--

 

*İlgili Makaleler

 

Bahadır Kurbanoğlu, “Kemalizm Din ‘Tek Adam Tarihçiliği’ Ruhbanlıktır!”, Haksöz Dergisi Haziran 2013, sayı 267.

https://www.haksozhaber.net/okul/kemalizm-din-tek-adam-tarihciligi-ruhbanliktir-6831yy.htm

 

Bahadır Kurbanoğlu, “Resmi İdeoloji ve Muhafazakar Muhayyile: İdeolojide Ayrı, Zihniyette Ortak Yönler” (Haksöz dergisi Aralık 2019, sayı 345 ve Ankara Ekspresi 12-13 Mayıs 2020)  https://ankaraekspresi.com/makale-resmi-ideoloji-ve-muhafazak-r-muhayyile-ideolojide-ayri-zihniyette-ortak-yonler-1-506

 

Kemal Görmez, F.Gökçen Çetin “1923-1938 Döneminin Popüler Mitolojisi: Atatürk Kültü”, pdf, internet kaynaklı

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/602188

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gelecek Partisi’nin tarihi ekonomi toplantısı 17.06.2020

Gelecek Partisi ekonomi kurmaylarının Genel Başkan Ahmet Davutoğlu eşliğinde Sheraton Otel’de 15 Haziran tarihinde düzenledikleri basın toplantısı ("Ekonomide GelecekModeli") tarihi önemi haiz idi.   Davutoğlu’nun giriş konuşması, her ne kadar korona sonrası dünya öngörüleri, kriz dönemleri karşılaştırmaları içerse de öncelikli olarak bir bütüncül zihniyet dönüşümü teklifi içermekteydi. Zihniyet dönüşümü, bunu sağlayacak siyasi ilkeler, buna dayalı yapısal reformlar, bunları gerçekleştirecek liyakatli kadrolar ve yeniden kurulması elzem sistemin hem bugünün arızalarını tamir edici, hem de gelecek inşa edici yönünün birlikte yürütülmesi.   Zihniyet-ekonomi-kurumsallaşma-kurallılık-hukuk devleti-güvenlik hepsi içiçe ve metazorik olarak birbirine bağlı. Biri olmadan diğerine el atamadığınız, atsanız da aksamasına engel olamayacağınız, neyi niçin yaptığınızı önceden resmetmeniz, planlamanız gereken bir yürüyüş. “Ben yaptım oldu” kolaycılığı, fevriliği, sözde “hızı”na alternatif b...