Ana içeriğe atla

Sivas’ı anmak… 02.07.2020

Bugün Sivas-Madımak trajedisinin 27. yıldönümünü idrak ediyoruz. Bu idrakın bilinçli bir hale getirilmesi ancak doğru sorgulamakla, doğru sorulara adil cevaplar aramakla mümkün olabilir. Sivas’ı, şuuraltımıza yerleştirilmek istenen kodlarla hatırlama zaafını sürdürürsek, farklı toplumsal kesimlerin birbirlerine nefretle bakmasını arzu eden, öfkenin bilenerek çoğalmasından çıkarları olan kesimlerin ekmeğine yağ sürmüş oluruz.

 

Nitekim bu kesimlerin başında, 90’lı yılların örtülü darbe süreçlerinde hedeflerine yürüyebilmek için toplumun belli kesimlerini kriminalize etme, farklılıklar arasına düşmanlık tohumlarını ekmeye çalışan devlet içindeki odaklar vardır. Bunlar 28 Şubat’ların da hazırlayıcıları, mimarlarıdırlar! 

 

Bu meyanda Sivas olaylarının ve Madımak trajedisinin iki sorumlusu, iki de mağduru vardır.

 

Sorumlulardan ilki, Salman Rüşdi’nin Hz.Peygamber ve pak zevcelerine, insanlık tarihinde görülmemiş hakaretlerde bulunan “Şeytan Ayetleri” kitabını, yasak olmasına rağmen yayınlama cüretini(!) gösterenlerdir. Nitekim İslam dünyasının dünyanın dört bir yanında, bu kitap ve yazarına dönük protestolarda yüzlerce insan hayatını kaybetmiştir. Buna rağmen Türkiye’nin mütedeyyin dindar insanlarının değerlerinin ayaklar altına alınması pahasına bu kitabın yayınlanması faaliyetini üstlenenler olmuştur. Bunların bir kısmı hem 28 Şubat’larda hem de günümüzde halen siyaset, hukuk ve toplum üzerinde tahakkümlerini sürdürmeye çalışan odaklardır.

 

İşte ikinci sorumlu da, devlet içindeki bu malum odakların bir operasyonu olarak, her sene kırsalda yapılan Pir Sultan Abdal şenliklerini Sivas merkezine ve Madımak Oteline taşıyan, kitabın yayıncılarını da buraya davet eden akıldır!

 

Aynı akıl, yine insanlık tarihinde görülmemiş tarzda, Cuma namazı kılan insanları davul ve zurnalarla provoke ederek Madımak otelinin önünde toplanmaya teşvik eden ve bilahare otelin perdelerinin yakılması ve olayların bir trajediye dönüşüp büyümesinde başrolü oynayan sorumludur.

 

Müslüman halkın değerlerine hakaret eden bir kitabın yayıncısının bulunduğu oteli ve şehri terketmesi amacıyla otelin önüne gelen kitle, bu oyunun aktörü ve yaşanan trajedinin sorumlusu gibi gösterilmiş ve bir taşla birkaç kuş avlanmaya çalışılmıştır. Bunda da başarılı olunmuştur.

 

Oteli saran dumanlar, içeride kendileri için barikat kuran, barikatı da aşamadıkları için boğulan canlara sebebiyet vermiştir. 33 canın hayatına malolan bu menfur trajedi, yine bizzat malum akıl tarafından “insanların yakıldığı” yalanıyla süslenerek, travmanın katmerleşmesini, açılan fay hattının derinleşmesini, bir taraf kriminalize edilirken, diğer kesimin telafisi güç bir ruh haline itilip öfkeyle bilenmesini arzulamıştır.

 

“Alevi canların, sünni kitleler tarafından yakılarak öldürüldüğü” senaryosu, onların hedefleri açısından da biçilmez kaftandır. Yıllarca süren davalarda olaylarla ilgisi olmadığı halde suçlanan insanların mağduriyetleri de bu propagandalar vesilesiyle pekiştirilmiş ve hiçbir günahı olmayan insanlar da sürecin kurbanları kılınarak en üst düzeyden cezalara çarptırılmış, 27 yıldır da kesintisiz bir şekilde cezaevlerinde bu senaryonun kurbanları olarak ömürleri tüketilmiştir. Yetmemiş, aynı derin odaklar, -sözde Madımak’ın intikamını almak adına- Başbağlar’da camide ibadet halindeyken 33 insanımızı katletmişlerdir!

 

Hakiki Manada Anmak, Adalet Talebi ve Empatiyi Yükseltmekle Mümkün!

 

Dolayısıyla sürecin iki kurbanı olmuştur. Canlarını yitiren ve aileleriyle birlikte yıllarca perişanlık içine itilen insanlar ve olağanüstü halin verdiği pervasızlıkla, delilsizce, iftiralarla, yalan ifadelerle, hukuksuzca yargılanıp önce idama, ardından müebbet hapse mahkum edilenler.

 

Bu trajedinin hakkıyla sorgulanabilmesi için sorulması gereken adilane sorular şunlardır:

 

Sivas’ın tertipçileri, devlet içindeki gizli odaklar kimlerdir?

 

Olaylarda sorumluluğu olanların kaydını içeren video ve resimler neden ve nasıl sümenaltı edilmiştir?

 

Bu senaryodan haberdar olduklarını ima ve izhar eden siyasetçi, emniyetçi, asker, gazeteciler neden gereken şekillerde sorgulanmamıştır? Özcesi gerçek sorumlular, operasyonu işletenler ve gerçek katiller kimlerdir?

 

Gerçek katilleri merak etmeyenlerin de vicdanlarına bu soruları sormaları gerekir!

 

27 yıldır parmaklıklar ardından ömürleri tükenen insanların sürecin kurbanları olarak seçilmiş olmaları vicdanları soğutmuş mudur?

 

Hem canlarını yitirmiş kurbanlar, hem de o insanların kurban edilmelerinde hiçbir dahli olmayan, hatta olay mahallinde bile olmadıkları halde, lehlerindeki hiçbir delil dosyalarına giremeyen mağdurlar adına, bu olağanüstü dönemin yargılamaları yeniden gerçekleştirilmeli ve bu süreçte bu insanlar tahliye edilmelidirler!

 

Geleceğimizi, birilerinin bizim adımıza, bizlerin arasına duvarlar örerek oluşturdukları fitne iklimleriyle inşa edemeyiz. Toplumun tüm kesimlerinin acılarıyla gerçek manada yüzleşmeye, o acılara fitne ve fesadı sokan çetelerin sorumluluklarına odaklanma zorunluluğu söz konusudur.

 

Gerçek adalet, tarih boyunca da varolduğu gibi, birarada yaşamın hakiki menşei olan empatiyle, merhamet ve avf duygularının gerçeklerle yüzleşerek geliştirilmesiyle, adaleti ihya edecek gerçeklerin ortaya çıkarılmasına vesile olacak değerlerin yüceltilmesiyle mümkün olabilir ancak.

 

Kutuplaştırma ve düşmanlaştırmadan medet umarak insanları ümitsizlikler içinde mağaralara hapsetmeye çalışan, böylelikle çıkarlarının devamını sağlayan zihniyet sahipleriyle de ancak bu şekilde hesaplaşabiliriz. Cehalet, hepimizin en büyük düşmanıdır. Empati için merhamet, merhamet için anlamak, anlamak için tanışmak yegane hedefimiz olmalı.

 

Örgütlü kötülüklere karşı birlikte dayanışmak ve karşı koymak bizim ellerimizde. Yeter ki tarihi zindan, travmaları engel ve acziyet olmaktan çıkarmaya azmedelim!

 

Canları, hayatları, gelecekleri, nesilleri yakıp kül etmek istenenlere inat, insanlığın ortak değerlerine yaslanarak geleceği birlikte inşa edelim!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEHMET ŞİMŞEK İLE HASBİHAL

  Sayın Şimşek sözlerimiz size, tekil olarak şahsınıza. Geleceğinizi duyduğumuzda tüm ümit kırıklıklarımıza, tüm birikmiş öfkelerimize rağmen nasıl da umutlanmıştık. İşinin ehli, rasyonel politikalara yol verecek, gelirken kimbilir ne pazarlıklar etmiş, birilerine rağmen göğsünü entrikalara siper etmiş, mevcut sistemin tüm olumsuzluklarının sürdüğünü bildiğimiz halde, doğru bildiklerinden asla taviz vermeyecek idolümüz olmaya adaydınız! Yalnızca biraz zamana ihtiyacınız vardı ki ondan da bizde bolca vardı. Son yedi yılı yara berelerle atlatmış gaziler olarak, ümitlerimizin kırıntılarını tane tane toplayıp soframıza koyacağınızı dört gözle beklemekteydik! Bizi seraptan uyandıran şey Meclis konuşmanız oldu. Tüm “acabalar”a rağmen artırmaya çalıştığımız umutların bir kez daha törpülenmesine sebebiyet verdi. Onca yaşadığımız kabustan sonra zihinlerde “Rasyonel politikalar gütmeye çalışan bir teknokrat” olarak kalmanız iyi olurdu. Selefleriniz kötü yönetime beceriksiz siyasetlerini ...

Hoca derslere devam ediyor (2) 05.06.2020

“Bugün, Türkiye’de bir ekonomik kriz yaşadığımız için siyasal kriz yaşamıyoruz. Tam tersine,  bir siyasal kriz, hukuk krizi, adalet krizi ve en önemlisi yönetim krizi yaşadığımız için ekonomik kriz yaşıyoruz.”   Hocanın 1 Haziran konuşmasındaki bu sözleri hukukun keyfileşmesi, adaletin erimesi, özgürlüklerin baskı altına alınmasının ülkelerin ekonomik ve sosyal krizlere kapılmasındaki sebep-sonuç ilişkileri yasasını özetliyor. Sebepler zincirinin sonucu olan siyasal krizler ekonomik yönetimindeki çelişkileri de, krizleri de tetikleyip derinleştiriyor.   Bu meyanda virüs salgınıyla literatüre girip kullanılan “normalleşme” olgusunun, sadece berberlerin, AVM’lerin açılmasına atfen değil, memleketin diğer sorunlarıyla bağlantılı sadra şifa yönelimler için vesile kılınması niyazıyla ilkesel boyutta irdeliyor hoca:   “Bu nedenle, normalleşme kavramını ülkenin nefes borularının açılması, dinamizminin önündeki engellerinin kaldırılması ve gençlerimizin yaratıcılığını körelt...

'Koronavirüs ve Göçmenler' raporu 05.04.2020

Korona günlerinin mağdur kesimlerinden biri de hiç şüphesiz ki göçmenler. Hele ki evlerinde ol(a)mayan, sınırlarda, göç merkezlerinde, kamplarda bulunanlar açısından olduğu kadar, evlerinde oldukları halde çalışma imkanları olmayan, hastaları bulunan, geçim imkanı bulunmayıp muhtaç halde olanların durumu daha da zor. Dile kolay, dört milyon civarı insandan söz ediyoruz ve bunların önemli bir kısmı toplumun dezavantajlılar katmanında.   Bugünlerde özellikle irili ufaklı sivil yardım kuruluşlarının -kendi canlarını da riske ederek- ortaya koydukları çabalar gerçekten takdir edilesi. Ancak bazen onların da yetersiz kaldıkları çok fazla örnekle muhatabız. Geçenlerde partimiz kurucularından Fatma Aydın Ataş hanımefendinin haber alıp yanlarına koştuğu down sendromlu çocuklarının da olduğu bir ailenin durumu içler acısıydı. Öylesine ki, yanan evlerinden kalan hiçbir eşyaları da olmadığı halde, Suriyeli komşularının verdikleri ödünç eşyalarla durumlarını idame etmekteydiler. Sağolsun Fatma...