Duyulduğunda Perinçek’ten başkasını memnun etmeyecek bir terkip bu.
Bakan Albayrak’ın yatırım-demokrasi korelasyonuna itiraz için sarfettiği “o ülkede demokrasi yok” sözlerinin ima ettiği şey, demokrasi olmadan da yatırımların çekilebileceği, kalkınmanın gerçekleştirilebileceğine dair idi.
Kendisine en yüksek perdeden ve şümullü eleştiri Gelecek Partisi ekonomi kurmaylarından geldi. Davutoğlu 1 Haziran tarihli halka hitabında bu konuya değindi:
“Hazine ve Maliye Bakanı…yaptığı açıklamada Çin’i işaret ederek ‘dünyada en çok yatırım çeken ülke ve demokrasi, aynı cümlede kullanabiliyor muyuz?’ gibi niyetini açıkça ortaya koyan çok tehlikeli bir yaklaşıma sahip olduğunu göstermiştir.
Halbuki Bakan’ın zannettiği gibi uluslararası yatırımcı Çin’e doğrudan yatırım yapmamaktadır.
Yatırımcı demokrasinin, hukukun, açıklığın ve serbest kambiyo rejiminin olduğu, kurumsal kapasitesine güvendiği Hong Kong’u, Çin’e yatırım yapmak için bir ‘aracı’ olarak kullanmaktadır.
…Dünyada en fazla doğrudan yabancı yatırım yapan ülkeler sırasıyla Japonya, ABD ve AB ülkeleri iken Çin’e gelen yatırımların %72,1’i Hong Kong’dan gelmektedir. Çünkü yatırımcılar Çin’in demokrasisine, hukuk sistemine ve kurumsal kapasitesine güvenmezken, Hong Kong’u bir tür ‘finansal güvenlik duvarı’ biçiminde kullanmaktadır.
Türkiye’nin 71., Çin’in ise 103. olduğu ekonomik özgürlük endeksinde Hong Kong -dünyanın ekonomik olarak en özgür- 2. ülkesi konumundadır. Detaylı bir biçimde incelendiğinde Hong Kong; hukukun üstünlüğü, mülkiyet hakkı, yargı etkinliği ve dürüst devlet kriterleri bakımından dünyanın en güçlü ülkeleri arasındadır…”
Partinin ekonomi kurmaylarından, Merkez Bankası eski başkan yardımcısı ve Borsa İstanbul A.Ş. eski başkanı İbrahim Turhan ise, KararTV’deki programda Çin sisteminin işleyişine ilişkin manidar bilgiler sundu. Aktardığı tablo, ekonomi-sistem-insan onuru ve özgürlükler ilişkisine de karineler sunmaktaydı.
Buna göre Çin, Türkiye’nin istihdam rakamına tekabül eden sayıda insanı (22 milyon) yukarıdan yapılan bir planlamayla tarım işçiliğinden sanayiye aktarıyor, maaşlarını ellerine vermeyip bankada bloke ediyor, kümes gibi mekanlarda iskanlarını gerçekleştiriyordu.
Nitekim, Çin’e yatırım gerçekleştiren firmaların neredeyse dörtte üçünün Hong Kong’u aracı kılması da Çin sistemine olan güvensizlikten kaynaklanmakta iken, bunun da ispatını Çin’in 3 trilyon dolar karşılığı parasının Batılı finans merkezlerinde bu şirketlerin “garanti parası” olarak bulundurulması olarak ifade ediyordu.
Üstelik Turhan, Doğu Türkistan/Uygur politikasının da bu eko-politik sistemle alakalı olduğundan bahisle, hem ekonomimizin hem de hayatlarımızın bu şekilde rehin alınmasını kabul ediyorsak Çin modelinin ideal(!) olduğunun altını çiziyordu.
Hukuk devleti ilkelerinden uzak, insan onuru ve özgürlüklerinin devletin inhisarında yer aldığı, mühendislik projeleriyle insanların modern köleler haline getirildiği bir sistem.
Halbuki büyük ekonomiler kadar, bunlara hangi bedeller yoluyla ulaşıldığı da bir o kadar önemli. Sanayi devrimi ve öncesinde sadece üçüncü dünya değil, Batılı ülkelerin çocuk-kadın demeden kendi vatandaşlarına reva gördükleri muamelelerin hangi sebeplerden kaynaklandığı üzerine de düşündürten bir tablo bu!
İster kapitalistik, isterse komünistik olsun, olumlu-olumsuz evrensel tecrübelerin bizi bugün ulaştırdığı nokta, çok büyük dış sebepler, savaşlar, sosyal depremler olmadan artık toplumların geriye dönmeyi arzu etmeyecekleri bir seviyeyi işaret etmekte. İçinde üst normlar olarak sıralayacağımız hukuk devleti, insan hakları, özgürlükler, şeffaflık, denge-denetim, kurallar ve kurumların sağlıklı işlediği mekanizmaların sağladığı/sağlayacağı bir çıta bu.
Bu çıta bize, alt yapıda yaşam, din, ifade özgürlüğü, mülkiyet hakkının korunması gibi temel hakların garanti altına alındığı bir güvenlik ortamı olmadan üstyapısal işleyişin sağlıklı bir şekilde gelişimini beklememiz gerektiğini öğretti. Hem de salt teorik olarak değil, yaşanmışlıklar üzerinden. Özgürlükler, kurallar ve kurumlar üzerinden sağlama alınan ortamın her alanda sinerji yarattığına Türkiye tarihinde de nasıl şahitlik ettiysek, tersi vaki olduğunda insanların düşünmekten de, üretmekten de çekindikleri, ülke dışındaki potansiyelin de ülkeye akmaktan imtina ettiği, varolanların da kaçmak için fırsat kolladıklarını gözlemledik. Ne kadar manidardır ki İbrahim Turhan bir ara programda, Türkiye’yi terketmek isteyen iki yatırımcıyı bir hafta önce kalmaya ikna ettiği, program çıkışında da başka birini aynı şekilde ikna edebilmek için bir toplantısı olduğundan bahsetti.
Kaderin cilvesine bakın ki, bürokratik oligarşiyle Cumhuriyet Mitingleri döneminde de FETÖ’lü yıllarda da senelerce mücadele verirken bir yandan da ülkenin doğru yönetilmesi ve gelişimi için çaba gösteren bir bürokrat ve siyasetçi kendi deyimiyle “bugünkü iktidar adına değil, ülkesi ve bu topraklar adına” bir çabanın içinde olmayı sürdürüyordu. Üstelik partisine dönük tüm engelleme çabalarına rağmen.
Zaten bu ülkede ne olduysa, tüm baskı ve engellemelere rağmen, ülkesini, ümmeti ve insanlığın hayrını önceleyen hak ve adalet ehli liyakatlı insanlar sayesinde oldu.
Bu yüzden asla ye’se kapılmadan ümidimizi diri tutarak mücadeleye devam…
Yorumlar
Yorum Gönder