Ana içeriğe atla

Cezaevleri SOS Veriyor! 25.03.2020





İnfaz yasası koronaya karşı tedbirlerle birleşti ve kafaları karıştırdı.

 

Cezaevleri zaten haddinden fazla dolu idi. Devletin bunları boşaltmak istediği konuşuluyordu. Boşaltmak ama nasıl? Kimler içeride kalacak, kimler dışarıda?

 

“Devlete karşı işlenen terör suçları…” baştan beri tavizsiz şekilde kapsam dışı bırakıldı. Başta, uyuşturucu suçları da öyleydi. Şimdi ise kapsam içi olacağı medyaya yansıdı. Bunda MHP’nin etkisi olduğuna ilişkin söylentileri bir kenara bırakalım şimdi. Derdimiz daha büyük. Büyük dengesizlikler, haksızlıkları beraberinde getirebilir düzenlemenin böyle geçmesi.

 

Nitekim “uyuşturucu suçlarının kapsama alınıp gazetecilerin ve adil yargılanma hakkından mahrum kalmış birçok vatandaşın terör suçundan kapsam dışında kalması hiç adil değil.  

 

Dahası “Terör suçu” kavramı süreç içerisinde sadece siyasi açıdan değil, hukuki açıdan da genişletilmiş, zamanında legal olan işlerden ötürü onbinlerce insan “terör örgütü mensubu olmamakla birlikte yardım ve…” denilerek alan genişletilmiştir. Yarın AİHM’den dönmesine kesin gözüyle bakılan bu “terör suçu” konusuna, halk diliyle söylersek; “Zorunlu Korona Tahliyeleri” yüzüsuyu hürmetine de farklı bir açıdan bakmak gerekmekte.

 

Yani artık iki konu içiçe ele alınmak zorunda. Hem de vakit kaybetmeden, ivedilikle.

 

Tabii bunlara ek olarak yaşlı, hasta, hamile, lohusa, 60 yaş üstü tutuklu hükümlülerle alakalı düzenlemelerin sadece adli mahkumları kapsaması da bu soruna ek olarak zikredilmesi gerekir. Nitekim koronavirüs sizi evrensel hukuk ve anayasadaki eşitlik ilkesine göre davranmaya zorluyor. Siz hala ayak sürseniz de koronanın adaleti infaz ve yargı sistemimize ayna tutuyor!

 

***    

 

Cezaevleri ne durumda olduğuna ilişkin sağlıklı bir bilgi akışı yok. Bakanın “Karantina önlemlerimiz sağlıklı bir şekilde işliyor” demesi kimseyi tatmin etmiyor. Cezaevleriyle yakından ilgilenenlerin gayrı resmi verdikleri bilgiler ise, alınan tedbirlerin yeterli olmadığını ortaya koyuyor.

 

Böyle bir dönemde onbeş bine yakın KHK’lı sağlık çalışanının atıl durumda olması ise başka bir can yakıcı husus.

 

Geçmişte, yani koronadan da önce insan haklarını öteleyen uygulamalardan ötürü ölen mahpuslar, hastalığı geç tespit edilenler, lohusalık dönemini hapishanelerde geçirenler oldu. Şimdi bunlara, geometrik artışla ilerleyen salgında tahliyelerin gecikmesi, korona tedbirlerindeki sorunlar eklenmemeli. “Tedbir”, “karantina” adı altında insan hayatı yetersiz alınan tedbirler yüzünden bir tehditle daha cebelleşir hale sokulmamalı.

 

Cezaevlerinde vaka olup olmadığına ilişkin sağlıklı bilgilere sahip değiliz. Hatalı ve gecikmiş uygulamalardan ötürü yarın vakalar görülüp sayıları da önü alınamaz hale dönüşürse, bunun vebali de büyük olacak.

 

Bazı bilgiler paylaşılmakta gayrı resmi olarak. Mesela cezaevlerinde mahpuslara temizlik malzemesi, maske verilmediği, kantinlerde de fahiş fiyatlarla satıldığına ilişkin iddialar var. Hakeza ‘Karantina’ uygulamasının sağlıklı çalışmadığına dair de.

 

Mesela Edirne’de karantina uygulaması var ama Silivri’dekinin ciddiyeti sorgulanmakta. Karantina altına alınanların yemekhaneye çıkıp diğer mahkumlarla birlikte yiyip içtikleri yine medyaya yansıyanlar arasında.

 

Konuyla yakından ilgilenen şahsiyetlerden biri olan HDP’li milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, geçenlerde ulaştığı bilgileri yana yakıla internet televizyonculuğu yoluyla kamuoyuyla paylaşmaktaydı. Şunların altını çizdi;

 

“Kolonya yangın çıkarma bahanesiyle verilmiyor. Dezenfektanlar pahalı. Balıkesir Ayvalık cezaevinde yeterli yıkanma alanı yok. İnsanlar günlerce tuvalette yıkanıyor. Trabzon E-Tipinde sıcak su uygulamaları düşük. İnfaz koruma memurları diyor ki, virüsün bu şartlarda oralara bulaşmaması mümkün değil. 2 haftalık açık kapalı görüş yasağı getirildi. Peki 2 haftadan sonra ne olacak? Silivri cezaevinde 7 kişilik koğuşlarda 35 kişi kalırken şimdi karantina adı altında 45 kişi kalınıyor. Güya karantina ama istifleniyorlar, diğer koğuşlarla karışıyorlar ve hastalık haberleri titizlikle saklanıyor. Sağlık ve Adalet bakanlığı gecikti. 100 vakada test istemişsek 2-3 tane yapılıyor. Şu anda cezaevleri patlamaya hazır bomba gibi. Mahpus ve yakınları tedirginlik altında.”

 

Durumun vahametini ortaya koyan çok ciddi iddialar bunlar.

 

Dahası da var. Mahpuslar, kapasite fazlalığından dönüşümlü uyuyorlar. Havalandırmalar zaten yetersiz. Bazı yerlerde su dahi sınırlı verilemiyor. Cezaevi çalışanlarının kolaylıkla taşıyıcı olabilecekleri de cabası.

 

Cezaevinde zaten revire çıkmak hastaneye gitmek hep sorundu. Sevk işlemleri  günlerce sürüyordu ki, şimdi sıkıntılar daha da artacak. Götürüldükleri rink araçları da kışın soğuk, yazın sıcak olan sorunlu vasıtalar. Hasta olmayanı da hasta edecek cinsten. İçeride ağır hastaların olduğu, bunların daha fazla gözetilmesi, bunlara yenilerinin ekleneceği düşünüldüğünde, cezaevlerinin sağlık merkezlerine dönüştürülmesi teklifimizin ne anlam içerdiği anlaşılır.

 

Bilindiği gibi İran, Bahreyn, ABD’nin bazı eyaletleri başta olmak üzere bazı ülkelerde tahliyeler oldu.

 

Bizde de tahliyeler bir an evvel başlamalı. Hatta cezaevleri doktoru, hemşiresi, sağlık çalışanlarıyla ciddi bir karantina ve sağlık merkezi üssüne çevrilmeli. Dile kolay, üçyüz bine yakın insandan bahsediyoruz.

 

“Ekiplerimiz yetersiz” demeyelim. Binlerce KHK’lı doktor, hemşire, sağlık çalışanı göreve talip.  

 

***

 

Korona tüm dünyayı olduğu gibi bizi de daha adil ve eşit olmaya zorluyor. “Olmazsanız siz de zarar göreceksiniz” dercesine. İnfaz yasası eşitlik ilkesine uygun bir şekilde yeniden gözden geçirilmeli. Korona yüzü suyu hürmetine aklı selimle, ortak akılla vicdanlarımızı sahaya sürme vaktidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEHMET ŞİMŞEK İLE HASBİHAL

  Sayın Şimşek sözlerimiz size, tekil olarak şahsınıza. Geleceğinizi duyduğumuzda tüm ümit kırıklıklarımıza, tüm birikmiş öfkelerimize rağmen nasıl da umutlanmıştık. İşinin ehli, rasyonel politikalara yol verecek, gelirken kimbilir ne pazarlıklar etmiş, birilerine rağmen göğsünü entrikalara siper etmiş, mevcut sistemin tüm olumsuzluklarının sürdüğünü bildiğimiz halde, doğru bildiklerinden asla taviz vermeyecek idolümüz olmaya adaydınız! Yalnızca biraz zamana ihtiyacınız vardı ki ondan da bizde bolca vardı. Son yedi yılı yara berelerle atlatmış gaziler olarak, ümitlerimizin kırıntılarını tane tane toplayıp soframıza koyacağınızı dört gözle beklemekteydik! Bizi seraptan uyandıran şey Meclis konuşmanız oldu. Tüm “acabalar”a rağmen artırmaya çalıştığımız umutların bir kez daha törpülenmesine sebebiyet verdi. Onca yaşadığımız kabustan sonra zihinlerde “Rasyonel politikalar gütmeye çalışan bir teknokrat” olarak kalmanız iyi olurdu. Selefleriniz kötü yönetime beceriksiz siyasetlerini ...

Hoca derslere devam ediyor (2) 05.06.2020

“Bugün, Türkiye’de bir ekonomik kriz yaşadığımız için siyasal kriz yaşamıyoruz. Tam tersine,  bir siyasal kriz, hukuk krizi, adalet krizi ve en önemlisi yönetim krizi yaşadığımız için ekonomik kriz yaşıyoruz.”   Hocanın 1 Haziran konuşmasındaki bu sözleri hukukun keyfileşmesi, adaletin erimesi, özgürlüklerin baskı altına alınmasının ülkelerin ekonomik ve sosyal krizlere kapılmasındaki sebep-sonuç ilişkileri yasasını özetliyor. Sebepler zincirinin sonucu olan siyasal krizler ekonomik yönetimindeki çelişkileri de, krizleri de tetikleyip derinleştiriyor.   Bu meyanda virüs salgınıyla literatüre girip kullanılan “normalleşme” olgusunun, sadece berberlerin, AVM’lerin açılmasına atfen değil, memleketin diğer sorunlarıyla bağlantılı sadra şifa yönelimler için vesile kılınması niyazıyla ilkesel boyutta irdeliyor hoca:   “Bu nedenle, normalleşme kavramını ülkenin nefes borularının açılması, dinamizminin önündeki engellerinin kaldırılması ve gençlerimizin yaratıcılığını körelt...

'Koronavirüs ve Göçmenler' raporu 05.04.2020

Korona günlerinin mağdur kesimlerinden biri de hiç şüphesiz ki göçmenler. Hele ki evlerinde ol(a)mayan, sınırlarda, göç merkezlerinde, kamplarda bulunanlar açısından olduğu kadar, evlerinde oldukları halde çalışma imkanları olmayan, hastaları bulunan, geçim imkanı bulunmayıp muhtaç halde olanların durumu daha da zor. Dile kolay, dört milyon civarı insandan söz ediyoruz ve bunların önemli bir kısmı toplumun dezavantajlılar katmanında.   Bugünlerde özellikle irili ufaklı sivil yardım kuruluşlarının -kendi canlarını da riske ederek- ortaya koydukları çabalar gerçekten takdir edilesi. Ancak bazen onların da yetersiz kaldıkları çok fazla örnekle muhatabız. Geçenlerde partimiz kurucularından Fatma Aydın Ataş hanımefendinin haber alıp yanlarına koştuğu down sendromlu çocuklarının da olduğu bir ailenin durumu içler acısıydı. Öylesine ki, yanan evlerinden kalan hiçbir eşyaları da olmadığı halde, Suriyeli komşularının verdikleri ödünç eşyalarla durumlarını idame etmekteydiler. Sağolsun Fatma...