Ana içeriğe atla

“Doğu Akdeniz ve Libya politikası doğru ama…” 15.09.2020




2000’li yıllardan itibaren yıllarca, gerek danışmanlığı, gerek Dış İşleri Bakanlığı, gerekse Başbakanlığı döneminde Türkiye’nin dış politikasına yön vermiş aktörlerin başında gelen Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’yla görüşmelerinin ardından gerçekleşen basın toplantısında Doğu Akdeniz’de izlenen siyaset üzerinden Türkiye’nin dış politika yapımına ilişkin sistemsel ve pratik eleştiriler getirdi.

 

Başlıktaki vurgu kendisine ait. “Tam destek” ifadesi de yine Davutoğlu’nun sıklıkla vurguladığı cümleler arasında. Libya ile yapılan anlaşmalar ve izlenen Doğu Akdeniz siyasetine ilişkin hükümete tam destek verdiğini bir kez daha vurguladı ki iç dayanışma ve bunun getireceği moral motivasyon açısından bu oldukça önemli. Lakin hoca verdiği destekle doğru orantılı önemli ikazlarda bulunmayı da her fırsatta sürdürmekte. Bu toplantıda da öyle yaptı. Yıllara dayalı tecrübelerini başta Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanına hitap ederek seslendirdi.

 

Birbiriyle çelişen küresel güçleri aynı anda nasıl olup da karşımıza alabildik?

 

Öncelikle Akdeniz kıyılarının öneminden bahsetti. Antalya’da turizm, Mersin’de serbest ticaret ve dış ticaret, Ceyhan’da ise enerji; Türkiye ekonomisinin kalbi olan ve dünyaya entegre olduğu üç sektör alanını oluşturmaktaydı. Ve elbette 1850 km olan sahilimiz. Bu, Doğu Akdeniz’e sahildaşlık anlamında en avantajlı ülkenin Türkiye olduğu anlamına gelmekteydi.

 

Haklılığımızı entegre bir stratejiyle besleyemediğimizi vurgulayan Davutoğlu, Gelecek Partisi’nin iki hafta önce ilan ettiği 16 maddelik “Eylem Planı”na göndermelerde bulunarak hangi adımların atılması gerektiğine değindi.

 

En önemli vurguların başında AB, ABD, Rusya gibi küresel güçlerin aynı anda Türkiye’nin menfaatlerinin karşısında yer alması gelmekteydi. Bunun sebeplerinin başında da Cumhurbaşkanının Trump ve Putin gibi başkanlar nezdinde geliştirdiği şahsileştirilmiş dış politika eleştirisi gelmekteydi. Kişisel diplomasi kurumsal diplomasiyi bypass ederken, uluslararası kurumlar nezdinde gerçekleştirilecek çoklu diplomaside de esnekliği yitirmemize sebebiyet vermekteydi. Dış politikanın en büyük düşmanının hamaset ve popülizm olduğuna da vurgu yapan Davutoğlu, içeride hakaret mesajları yayınlayarak dış politikanın yönetilemeyeceğinin altını tekraren çizdi.

 

Fransa’nın 1960 antlaşmalarının ihlali ve uluslararası hukuku çiğneyerek BAF Üssü’ne savaş uçakları konuşlandırması; ABD’nin G.Kıbrıs’a dönük silah ambargosunu kaldırırken, Yunanistan ile askeri tatbikata başlaması; Rusya’nın aynı dönemde Moskova’da YPG ile anlaşma imzalaması ve tüm bu dış politika hamlelerinin aynı anda Türkiye’nin aleyhine ve önlenemez şekilde gelişiminin diplomasideki basiretsizliklere ilişkin rolüne değindi. Maalesef bu süreçte Türkiye’nin tek destekçisi Azerbaycan idi. Tüm bu birbirleriyle çeşitli çelişkilere sahip güçlerin aynı anda, aynı noktalarda buluşması ise açıkça diplomaside uzun bir dönemdir devam eden strateji yoksunluğuna hamledilmeliydi. Türkiye, tarihinde hiçbir zaman Akdeniz ve Ege’de böylesine bir yalnızlık tablosuyla karşı karşıya kalmamıştı.

 

Acilen atılması gereken adımlar

 

Hocaya göre, AB ülkeleriyle derhal stratejik görüşmeler yapılıp Türkiye’nin Antalya körfezine sıkıştırılamayacağına dair kararlılığın deklare edilmesi öncelikli adım olacaktır. Ardından Doğu Akdeniz’e ilişkin kimsenin hukuku çiğnenmeden neler yapılması gerektiğine ilişkin AB ülkeleriyle; kurumsal düzlemde ABD ile; Rusya’yla da askerlerimizin şehit edildiği dönemden bu yana edilgenleşen siyasetten çıkıp meselelerimizin açık bir şekilde masaya yatırılmasının gerekmekteydi. Diğer bölgesel aktörlerin herbiriyle de Doğu Akdeniz parantezinin ele alınması gerektiği açıktı. Yoksa bir gün Oruç Reis’i kızağa çekip ertesi gün Sakız Adası’nda Navtex ilan etmek, birbiriyle tutarlı eylemlilikler değil, salt taktik adımlardı. Stratejik perspektiften yoksun taktik adımlar, bunları uygulayana zarar verirdi. Yeni bir dış politika perspektifi oluşturma vakti gelip de geçmekteydi, hocaya göre.

 

ABD-Yunanistan tatbikatı varsa, Beştepe’den sert ama etkisiz açıklamalar yerine aynı gün ABD Büyükelçisi çağrılıp tatbikatın kime karşı olduğu sorulması gerekmekteydi. Düşman Güç-Dost Güç ayrımı varsa bunların kimler olduğu sorulmalıydı. Yunanistan Rusya’nın ezeli dostu olduğuna göre tatbikat ona karşı yapılmamaktaydı. Hocaya göre eğer bu tatbikat Türkiye’ye karşı yapılıyorsa, buna rağmen Ankara’daki Amerikan büyükelçisi Dış İşlerine çağrılmıyorsa, NATO’daki daimi temsilcimiz “bu tatbikat kime karşı yapılıyor?” diye sormuyorsa diplomasinin “d”sinden bile bahsedilemezdi.  

 

Davutoğlu, uluslararası hukuk alanında Doğu Akdeniz politikasındaki tüm haklılığımıza rağmen yalnızlık ve sıkışmışlık halinin yanlış diplomasi ve askeri güç ile diplomasi dengesinin doğru kurulmamış olmasından kaynaklandığını ifade etti.

 

Libya ile bugün atılan adımların ilk ön mutabakat antlaşmalarının 2011’de kendi döneminde gerçekleştirildiğini ve Mısır ile de münhasır bölge anlaşmasının geliştirildiğinin altını çizdi. Bugün de darbelere ve darbecilere karşı tutumumuzu korumamıza karşın, dolaylı direkt görüşmelerle bu antlaşmanın yapılıp nihayete erdirilmesi gerektiğinden söz etti.

 

Uluslararası sistem içerisinde çoklu diplomasi ve atraksiyonlarla yapılabilecekler olduğunu ifade eden Davutoğlu, Doğu Akdeniz konusunun AB ile değil NATO ile gerçekleştirilecek bir denkleme taşınması gerektiğini ifade etti:

 

“Böyle bir tatbikat varsa aynı gün ABD Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığı’na çağrılıp tatbikatın Brüksel’deki NATO daimi sözcümüz de resmi bir yazıyla kime karşı yapıldığını sorması gerekir.”

 

ABD’nin Mesajı: “Biz artı sizi denklemin tarafı olarak bile görmüyoruz”

 

Soğuk Savaş döneminde ABD Dış İşleri Bakanları nezdinde yapılan bölge gezilerinde eğer Yunanistan ziyareti ediliyorsa mutlaka Türkiye’nin de ziyaret edildiğini, 2000’lerde bu denklemin Türkiye’nin aktif politikalarından ötürü Türkiye lehine pozitif anlamda kırıldığını, bugün ise negatife döndüğüne işaret ettiği vurguları Doğu Akdeniz politikası açısından önemliydi.

 

ABD Dış İşleri Bakanı Kıbrıs Rum kesimine gelip Ankara’ya uğramıyorsa bunun bir mesajı vardı: “Biz artık sizi denklemin tarafı olarak bile görmüyoruz”. Davutoğlu, bu mesaja karşı “O zaman stratejik ortaklığın anlamı nedir?” diye sormamız gerektiğinin altını çizdi ve şu çelişkileri hem yetkililerin hem de kamuoyunun dikkatine sundu:

 

“Eğer S-400’e bu kadar yatırım yapılmışsa niye devreye sokulmuyor, eğer  devreye sokulmuyorsa aynı anda kaybettiğimiz F-35 projesindeki proje haklarımız niye geriye alınamıyor? Türkiye tam kaybet-kaybet pozisyonunda. Hem S-400’ü devreye sokamıyor, hem de kendi ortağı olduğu projeden dışlanıyor. Bunu ABD yaptı. S-400 meselesindeki engeller de Rusya ile olan ilişkilerden kaynaklanıyor.”

 

“Diplomasi, Ankara’dan içeriye mesaj vererek değil, dünyanın önemli başkentlerinde dünyaya mesaj vererek yapılır.”

 

“Yapılması gerekenin ABD elçisini çağırıp hem ABD Dışişleri Bakanı’nın Kıbrıs’taki mesajlarınin hem de tatbikat konusunun sorulmasıdır.” vurgularının ardından hocanın yetkililere yol gösterici çağrısı şu hususlar oldu:

 

  • NATO da derhal acil toplantıya çağrılmalı.
  • Türkiye’nin Doğu Akdeniz meselesi Türkiye-AB denklemi olmaktan çıkarılıp Türkiye-NATO denklemine çekilmelidir.
  • NATO’nun ortak komşuluk politikaları itibariyle Doğu Akdeniz’de nasıl bir stratejisi olduğu sorusu NATO’nun Dışişleri Bakanları’nın gözlerinin içine baka baka sorulmalıdır!

 

Hocanın mesajları çok açık ve net. Uyarıları önemli. Hem strateji ufku, hem de anın gereklilikleriyle ilgili olarak yapılabilecekler daha fazla şeyler var.

 

Hükümet, iş işten geçmeden, daha fazla gecikmeden, hem dışarıda hem de içeride çoklu diplomasiyi çalıştırması lazım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gelecek Partisi’nin tarihi ekonomi toplantısı 17.06.2020

Gelecek Partisi ekonomi kurmaylarının Genel Başkan Ahmet Davutoğlu eşliğinde Sheraton Otel’de 15 Haziran tarihinde düzenledikleri basın toplantısı ("Ekonomide GelecekModeli") tarihi önemi haiz idi.   Davutoğlu’nun giriş konuşması, her ne kadar korona sonrası dünya öngörüleri, kriz dönemleri karşılaştırmaları içerse de öncelikli olarak bir bütüncül zihniyet dönüşümü teklifi içermekteydi. Zihniyet dönüşümü, bunu sağlayacak siyasi ilkeler, buna dayalı yapısal reformlar, bunları gerçekleştirecek liyakatli kadrolar ve yeniden kurulması elzem sistemin hem bugünün arızalarını tamir edici, hem de gelecek inşa edici yönünün birlikte yürütülmesi.   Zihniyet-ekonomi-kurumsallaşma-kurallılık-hukuk devleti-güvenlik hepsi içiçe ve metazorik olarak birbirine bağlı. Biri olmadan diğerine el atamadığınız, atsanız da aksamasına engel olamayacağınız, neyi niçin yaptığınızı önceden resmetmeniz, planlamanız gereken bir yürüyüş. “Ben yaptım oldu” kolaycılığı, fevriliği, sözde “hızı”na alternatif b...