Halk Radyo’da Gelecek Partili avukat Hasan Seymen ile Türkiye’de her kesimden ve her alandan OHAL KHK mağdurunun yakından tanıdığı KHK’lı hukukçu Levent Mazılıgüney’in programını takip edebildiniz mi bilmiyorum. Değilse mutlaka izlemelisiniz.
(https://www.youtube.com/watch?v=oL__kWsdi_Y&feature=youtu.be&ab_channel=HalkRadyo)
Programda Türkiye’nin son yıllarda içine girdiği yargı ve hukuk girdabının MR’ı çekilirken, aslında reform denilen şeyin de bugüne dek çiğnenegelen normların, yasaların uygulanmasının gerekliliğinden daha fazla bir şey olmadığı anlatılmaya çalışıldı.
Mazılıgüney, üzerinden dört buçuk yıl geçmesine rağmen halen devam eden operasyonlardan duyduğu endişeleri belirterek başladı analizlerine. Haksız değildi, içlerinde beraat eden ve soruşturmaları halen devam eden insanların da bulunduğu bu operasyonlara duyulan ihtiyaç gerçekten de devletin hala kendisi için yeterli güven ortamını sağlayamayışından mı kaynaklanmaktaydı yoksa toplumu yönetmede işe yarayan ve içinden bir türlü çıkılması istenmeyen bir siyaset türüne mi dönüşmüştü. Bu siyasetin bir takım vesayet odaklarının işine geldiği kesindi ama iktidara yarayıp yaramadığı üzerine yeter derecede kafa yorulmuş muydu?
Türkiye yakında AB ve ABD nezdinde bir yaptırımlar zincirine maruz kalacağı bir sürecin içine giriyor. Temel konulardan biri de Türkiye’deki yargı sistemi. Mazılıgüney’in de belirttiği gibi gelişmiş ülkelerin HSK’larının çatı kuruluşu olarak görebileceğimiz Avrupa Yargı Kurulları Ağı Türkiye hakkında diplomasi dilini aşar tarzda değerlendirmelerde bulundu. “Türkiye yargısının bağımsız olmadığı”nı söylemekle kalmadı; üstüne “HSK sadece ismi itibariyle bir kuruldur” dedi. (Aralık 2016’da Türkiye’nin üyeliği zaten askıya alınmıştı. Raporda “Dört yılın ardından maalesef durum daha da kötüye gitti” ibaresi yer almakta, adil yargılanma hakkından istifade edemeyen hakim ve savcılarla dayanışmasının altını çizmekteydi.)
Batılı yargı odaklarının bu noktadaki ölçüleri evrensel yargı kriterleri. Yani en başta baktıkları şey meslekten çıkarılan hakim ve savcıların “adil yargılanma hakkı”ndan istifade edememiş olmaları. Dahası da var elbette. Türkiye’de uzunca bir süredir “tabii hakim ilkesi”, “yargılamasız infaz olmaz kuralı”, “suç ve cezanın kanuniliği ilkesi”, “masumiyet karinesi”, “cezanın şahsiliği” ilkeleri çiğnenmekte ve “keyfi tutukluluklar ile hürriyetten mahrum etme” konusu bir rutin haline sokulmuş durumda. (Maalesef Adalet Bakanı halen 2001’de yüzde 41 olan tutukluluk hallerinin 2020’de yüzde 16’ya düştüğüne ilişkin açıklamalar yapmakla meşgul. Türkiye’nin en kötü olduğu zamanların başka daha az kötü dönemlerle karşılaştırılmasının acaba sorunların çözümüne ne gibi bir faydası var? Neden mesela karşılaştırmalar vesayet odaklarının tüm çabalarına rağmen 2004’te OHAL’i kaldırmak için çırpınan iktidar dönemlerine ya da görece daha sağlıklı işleyen dönemlere atıfla yapılmaz.)
Dahası da var elbette. Mesela geçtiğimiz yıl Metin İyidil davasıyla ilgili ülkenin Cumhurbaşkanının yargıya nasıl talimat verip müdahale ettiğini izlemiştik bütün bir ülke olarak. Üzücü olan, artık kanıksanmış olan yargıya müdahale değil, bunun gayet “şeffaf” biçimde bu derece aleni kamuoyu ile paylaşılması olmuştu.
Programda, ‘Avrupa Yargı Kurulları Ağı’nın “HSK, adil yargılama ve adaleti sağlamaya çalışma noktasında çok az neden sunmaktadır” tespitini aktardıktan sonra esas bam teli olan noktaya parmak basmaktaydı ki o da HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz’ın “onların elinde kaynağı belirsiz evraklar var; biz onları utandıracağız” ifadesi idi. Bunun vatanperverlik olmadığının altını çizen Mazılıgüney, artık sayısal verilerin açık kaynaklardan herkesçe görülebildiği bir ortamda, bu tablonun inkarından ya da Batılıları utandırmaktan öte, kendi içimizde problemlerimizi gerçekçi biçimde halletmeye çalışmanın gerçek vatanperverlik olarak görülmesi gerektiğini belirtti.
Evet, en önemli sorunlarımızdan biri bu zihniyet meselesi. Ve maalesef bu konuda Mehmet Yılmaz yalnız değil. Kendi gerçeklerimizle kendimizin yüzleşmesi gerekiyor öncelikle. Ve tabii bunu “başkaları” değil, kendimiz için, kendi vatandaşlarımız için yapmamız gerektiği de. Nitekim eğer meselemiz istatistikler ise bugünlerde ülke genelinde yargıya güvenin yüzde 20’lere düştüğünü de hatırlatmak gerek. Ve yine maalesef “ihlal kararları” noktasında Rusya ile yarışan bir ülke haline gelmiş olmamız da istatistiksel olarak ispatlı bir durum.
“İnsanlığa Karşı Suç İşleyen Ülke”
İfade Türkiye ile ilgili ve “BM Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu”na ait. İçinde “uluslararası hukuka aykırı özgürlükten yoksun bırakma…” ifadelerinin de geçtiği ağır ithamlar içermekte. Yukarıda ifade ettiklerimiz burada da geçerli. Sizin, sizi bu halde kabul eden ve örtük ilişkilerle ülkeye giriş yapan şüpheli yatırımcılara değil, hukuk güvenliğini önemseyen uluslararası yatırımcılara ihtiyacınız varsa eğer, bunun sadece bu alanı içeren sözlü taahhütlerle değil, bu vakayı da kuşatan somut icraatlarla gerçekleşmesi gerekmektedir. Güven, sadece “mülkiyet hakkını koruyacağız” demekle oluşmaz. Mesela bir yeraltı örgütü liderinin anamuhalefet liderine tehditler savuramadığı bir habitatı savunmakla, onun tavrını kendince gerekçelerle sahiplenen ortağına siyaseten had bildirebilmekle, bu görüntülerin Türkiye’yi Batı nezdinde mahçup etmesinin ve ülkenin hukuki güvenilirlik karnesinin kötü görünmesinin de ötesinde, ülke ve ülke insanı için yarattığı kötülüğün münbitleşmesine sebebiyet verdiği için siyaseten lanetlemekle işe başlanabilir. Zira tersi, Mazılıgüney’in de programda isabetle buyurduğu, 90’lı yıllarda olduğu gibi “iktidarın Mafya’ya ihtiyaç duymaya başladığı görüntüsü” oluşmasına meydan vermekte. Bu tabloya rağmen, hukukun harekete geçemediği (ya da “mış” gibi yaptığı) bir görüntünün nasıl algılandığı meselesi de elbette bir o kadar önemli.
KHK’lar Beyin Kanaması, Durdurmaya Gayret Eden Kazanır
Mazılıgüney “KHK’ların beyin kanaması olduğu, suçu olan-olmayan ayrımına gidilmediği, 657 sayılı kanun varken bu ve diğer hukuki ihraç mekanizmalarının çalıştırılmadığı; kardeşi KHK’lı olan OHAL Komisyonu başkanvekili görevinde iken, başka insanlara aynı ‘suçun şahsiliği’ toleransının gösterilmediği; kovuşturma tamamlanmadan masumiyet karinesi ilkesinin çiğnendiği; OHAL komisyonunun bir oyalama komisyonuna dönüştüğü, insanlara bağımsız ve tarafsız mahkemelerde yargılanabilme hakkı tanınması gerektiği; KHK’lıların halen yüzde 49’unun işsiz olduğu, ortalama gelirlerinin 1400 TL’ye gerilediği, takipsizlik alsa dahi vergi dairelerinde ve SGK’da sorunlar yaşadığı, yapılan araştırmalarda KHK’lıların çocuklarının psikolojik destek ihtiyacının yüzde 80’lere çıktığı” gibi bugüne dek dile getirilen ortak eleştirilere vurgu yaptıktan sonra son dönem anket verileriyle de bağlantılı olmak kaydıyla yeni partileri de yakından ilgilendiren analizler paylaştı.
3500 kişiyle bütün illerde yapılan bir araştırma göstermektedir ki artık KHK’lılarla ilgilenmek siyaseten prim yapmaktadır. Kararsızların da büyük çoğunluğunun aileleriyle birlikte çarpan etkisine başvurduğumuzda KHK’lılar arasından çıktığıdır. Bunlara genel mağdurlar kategorisini de eklediğimizde ve yine çarpan etkisine başvurduğumuzda elde ettiğimiz rakam 10 milyon civarına ulaşmaktadır ki bu da yüzde 20-25 bir seçmen kitlesine tekabül etmektedir. Mağdurların zaten yüzde 94’ü muhafazakar kesimdendir. Yüzde 76’sı AK Parti’ye en az bir kez oy vermişlerdir. İnfaz yasasına kadar da “Çözerse iktidar çözer” umudunu diri tutmuşlar ama bu süreçten itibaren hayal kırıklıklarına düçar olup bu umutlarını kaybetmeye başlamışlardır.
Mazılıgüney, bu meyanda mağdurlara da seslenerek, bu umutsuzluk çeperinin onları “sandığa gitmeme” gibi bir seçeneğe maruz bırakmaması gerektiğinin, çünkü bunun da iktidara yarayacağının altını çizdi. KHK’lılara ve mağdurlara ilk defa parti programında yer veren partinin Gelecek Partisi olduğunu da belirten Mazılıgüney, bundan sonra kriterin partilerin bünyelerinde kaç tane KHK’lıya yer verecekleri olacağı uyarısında da bulundu. Bu insanların parti tabanında ya da yönetiminde olmasının halkın yerelde bilinçlendirilmesiyle ilgili olarak da oldukça faydalı olacağı ve bu konularda en iyi performansı gösteren partilerin kaaznçlı çıkacağını belirtti.
Hasan Seymen'in, ‘KHK'lılarda sadece takipsizlik beraat değil, hüküm giymiş olanların da yargılamalarının sorunlu olduğu ve adil yargılanma başta olmak üzere haklarının iade edilmesi gerektiğine ilişkin’ sorusu ve Mazılıgüney'in buna cevabı da ayrıca önem arzetmekteydi. Adil yargılanma olmadan ülkede normalleşme olamayacağı, bunun için bir kanuni düzenleme yapmak değil hukuk devleti normları içinde adil yargılanma prosedürleri işleterek beraatların sağlanması gerektiğini belirtti. Halihazırda adil yargılanmanın gerekçelerinin ortada olmadığı, sendika, okul, banka gibi yanlış kriterle yapıldığı, devletin buna yeşil ışık yakıp devlet olmanın alamet-i farikası olan devletin mührünü değersizleştirdiği; hukuksuzluğun da eşit uygulanmadığı, banka yöneticileri halen görevde iken bankaya para yatırmış olanların hüküm giymelerinin bu vahameti açıkça ortaya koyduğundan bahisle, adil yargılama usulleri yerine geldiğinde zaten suçsuz olanların haklarına toplu halde kavuşacaklarını, ancak halihazırda hukuken zaten hak elde etmiş takipsizlik beraat almış olanların haklarının ivedilikle iadesinin zorunlu olduğunu belirtti.
Buradan EXİT Vesayet ile Değil Ortak Akılla Mümkün
Tablo ortada. Ve biz bu anatomi analizlerini kamuoyu yoklamalarında halen birinci parti çıkan AK Parti ve lideri sayın Erdoğan’ın denklemin merkezinde olduğu bir vasatta yapmaktayız. Merhamet, vicdan ve selim akıl sahibi birileri kendisini “OHAL Toplumsal Maliyetler Raporları”nın varlığından haberdar etmeli ve bu raporları kendisine özetlenmeli. Tıpkı ekonomi karnemiz meselesinde olduğu gibi. Beyin göçümüzün 26,5 kat arttığı araştırmaları da önüne konmalı. Bu sistem yüzünden insiyatif alamayan bürokrasi ve akademinin ne halde olduğunun haritası da masasının üzerinde yerini almalı. Akademik yayında Tayland seviyesine düştüğümüzü, yıllarca oldukça gerimizde yer alan İran’ın bile bizi geçtiği, AK Parti tabanında gençlerin yüzde 50’sinin, genel oranda yüzde 76’sının yurt dışını düşlemesinin (SODEV araştırması) ülke için alarm anlamına geldiği konusunda kendisini daha ciddi olarak uyarmalı.
Sayın Erdoğan’ın akıl süzgecinden geçen konularda yer alıyor mudur bilinmez ama inadı ve gururu bırakıp öncelikle kendi içinden çıkan partilerle ve ardından bu yaklaşıma sıcak bakacak olan diğer siyasi oluşumlarla yepyeni bir inşai sürece ve bir “Memleket İttifakı”na kapı aralamalıdır. Vakit o vakit midir, Erdoğan kafa karışıklarından çıkabilecek midir, zamanını mı kollamaktadır bilinmez ama merhamet ve selim akıl sahipleri bu çağrıyı karşılıksız bırakmayacaktır!
Vakit çok geç olmadan…
Enkaz daha fazla büyümeden…
Ülke vesayetin kucağına daha fazla savrulup daha fazla teslim olmadan köprüden önceki son çıkış kaçırılmamalı…
Hamiş: Özellike Batılı kuruluşların bize karne vermesine gönül koyan ve “Sisi’ye bu kadar yükleniyorlar mı?” falan diye sorular sorup cendereden çıktığını zanneden muhafazakar-dindar kesimlerin meselenin onlar ya da ikiyüzlülükleri olmadığını, biz ve ülke, biz ve ülke insanı, biz ve kendi ellerimizle büyüttüğümüz cürümler olduğunu anlamaları gerekiyor. Bu kadar büyük bir günah galerisi ortadayken sürekli “yansıtma”ya başvurmanın hiç kimseye faydası yok; hele çözüme ve bekaya hiç! Beka bizim bekamız ve “adalet ve hukuk yoksa beka da yoktur” (Ali Şükrü Bey ve ikinci gruptaki tüm arkadaşlarının ortak uyarısı)
Yorumlar
Yorum Gönder