Ana içeriğe atla

Siyaseti normalleştirmeksizin reform mümkün mü? 01.12.2020




Reform sözü ağızlara alındığından bu yana herkes kendi anladığı düzlemde buna yorumlar getirmeye çalıştı. Ama hiç şüphesiz hepsinden önemlisi Erdoğan’ın bundan ne anladığı idi. Damadına yol vermesi ve ardından “hukuk, ekonomi, öngörülebilirlik…” demesi sistemsel bir dönüşüme yol verilmek istendiğine yoruldu; temkinlilik de elden bırakılmadan.

 

İktidar medyasının nedameti zayıflık olarak addedip kuyruğu dik tutmaya çalışacağı zaten belliydi. Albayrak ailesinin üzerinde etkili olduğu medyanın derdi ise medya gücünün ne kadar etkili olduğunu ispat sadedinde iktidar içerisinde rakip gördükleriyle ilgili görece muhalif haberler yapmak oldu. Oldukça ironik bir durumdu bu. Bir tür güç gösterisiydi. Kendi dertlerine düşmüş halde olduklarının resmini ortaya koymaktaydı. Bunlar sadece ağlanacak hale kamuoyunu güldürmenin örnekleriydi. Dolayısıyla ne bu medyanın ne de AK Parti ve siyaset kurmaylarının bu gelişmelerden ne anladığı kamuoyunun umurundaydı. Zira onlar, her gelişmede Erdoğan’ın tutum alışına odaklanmaktan başka bir işlev ortaya koymamışlardı. Tamamen yok hükmünde değildiler elbette. Ekonomi, yargı, Kürt sorunu gibi başlıklardaki alanlarda kocaman bir propaganda makinasına dönüşmüşlerdi. İçinde istihdam edilenlerin hiçbir ehemmiyeti kalmamıştı. Mezkur alanlarda herşeyin iyi gittiğini pompalama ve “felaket tellalları”na hücum etmek dışında bir işlev görmemekteydiler. Dolayısıyla artık herhangi bir gelişmede bunların ne diyeceği, nasıl yorumlayacağı kimsenin umurunda değildi. Öyle ya; Erdoğan bugün çıksa ve mesela “Memleket İttifakı”ndan bahsedip Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere -bugüne dek görüşmeyi reddettiği- diğer muhalefet partileriyle de siyaseti normalleştirme adına ilişkiler geliştirilmesinin gerekliliğinden bahsetse, tüm medya tornistan edip Erdoğan’ın memleketin nereye doğru gittiğini farkedip ne kadar da basiretli ve zekice bir hamleye başvurduğuna dair yazıp çizmezler mi? Peki bu durumda oldukları bilinenleri adam yerine koyup kim ciddiye alır ki? Doğal olarak yandaş ya da muhalif herkes Erdoğan’ın çizeceği rotaya odaklanmıştı!

 

Umutlandırıcı gelişme, düne kadar gerçeklerden koptuğu ifade edilen Erdoğan’ın gerçekler dünyasıyla ilişki kurmaya çalışması ve buna uygun atamalar yapması idi. Bunları, ondan bağımsız olmadığı bilinen Adalet Bakanı Gül’ün açıklamaları izledi; bilahare de TÜSİAD ve TOBB gibi kuruluşlarla görüşmeler.

 

Erdoğan’ın gerek Arınç’ın açıklamalarına ilişkin sert itirazları, gerekse Anayasanın 138. Maddesi üzerinden muhalefete yüklenip son konuşmasında da -her zaman yaptığı gibi- ana muhalefeti sert eleştirmesi, reforma dönük bir açılım siyaseti izlemekle birlikte bunun temelinde yer alması beklenen “siyasetin normalleştirilmesi”ne yol verilmeyeceğinin nişaneleri oldular. Bunda elbette ki Bahçeli’nin katkıları da büyük. Verdiği sinyaller “ortaklığı zedelemeden, verili pozisyonları bozmadan, muhalefete karşı konumlanma biçimine halel getirmeden, siyasetin normalleşmesine izin vermeden” izlenecek bir reform siyasetine olabildiğince özürlü bir destek anlamı taşımaktaydı!

 

Dün, muhalefetin, ülke dışı güçlere sırtını dayayan, beka siyaseti karşısında işbirlikçi ve hain, “felaket tellalı” olarak da addedilip doğruları çarpıttığından dem vurulmakta idi; bugün de belli ki, “reforma start verildiği halde eski defterleri karıştıran, bir türlü ‘dün’den çıkamayan, reform umutlarını baltalayan” pozisyonunda gösterilip ‘eski konumlanma’ bozulmayacak.

 

Dün, muhalefetin tümü aynı sepete konup “Cumhur İttifakı karşısında tek cephe” olarak kodlanır, iktidar ağzıyla kuş tutsa hakkını teslim etmeyecek “gayrı milli” bir odak olarak kodlanırken, belli ki bu retoriğe de halel gelmemesi için aynı gayret sürdürülecek. Zira bütün bir sistem, 50+1 aritmetiği, gücü belli bir evsafta korumaya dönük politik tutum bu tablo üzerine bina edilmişti. Ekonomik, yargısal, sosyal vb.veriler hangi seyir içinde olursa olsun, siyaseti normalleştirmeye, işleyişini demokratikleştirmeye meyyal ettirecek herhangi bir gelişme bu konumlanmaya halel gelmesi anlamına gelecekti. Dolayısıyla, içine kendi içinden çıkmış iki partinin de dahil olduğu siyasetin bu sarmaldan çıkışına izin vermek aynı zamanda siyaseten intihar gibi algılanmaktadır Erdoğan tarafından. En azından bugüne dek serdettiği söylem ve tutumlar bunu belgelemektedir.

 

Enkazdan Çıkış İçin Siyaset Yap-Boz’u Çözüm Değil

 

Bu siyasi tabloyla olmaz ise, konforuna da alışılmış olan ortaklıklara halel getirmekten ve tabanı da şoka uğratmaktansa “İYİ Parti’ye şöyle müdahale, HDP’ye böyle nizamat, CHP’deki kıpranışları ateşleme, diğerlerini görünmez kılma ya da kriminzalize etme…” gibi niyetlerin arzu edilen çıtanın yakalanmasını sağlamayacağı açıktır. Siyasete her doğal olmayan vesayetçi müdahale ya da beklentinin geçmişte nasıl ters teptiği yeter derecede ispatlanmıştır. AK Parti’ye karşı savaş veren 2000’li yılların vesayet lordlarının Meclis içi ve dışındaki oluşumlara yönelik operasyonel tutumları hem geri tepmiş hem de sosyolojisi olmayan girişimler olarak siyasete daha fazla zarar vermekten başka bir işe de yaramamıştır.

 

Gerçekler “Acı Reçete”den Daha Acı!

 

Üstelik bu sahici olmayan “beklentiler”den daha gerçek sorunlarla yakın zamanda başbaşa kalabiliriz. Henüz bunlarla sınanmadık ve açık konuşmak gerekirse ‘beka’ kelimesini ayağa düşüren Cumhur İttifakı’nın izlediği siyasetlerle oluşturduğu “esas beka sorunumuz”a çarpan etkisi yapacak meselelerimiz de bunlar. Evet! 10-11 Aralık’tan başlamak üzere AB ülkeleri ve bilahare ABD’den muhtemel gelebilecek yaptırımlardan söz etmekteyiz. Fal iki yönde açılmakta: 

1) Yaptırımlar sert olursa… 2) Hangi tavizleri vereceğiz ki yaptırımlar yumuşak kalsın.

 

Türkiye ile ilgili önümüzdeki iki çeyreğe dair (bu yılın son demi ve 2021’nin ilk çeyreği) olumsuz ekonomi-politik senaryoların tümünde bu yaptırımlar meselesi ana konumda bulunmakta. Erdoğan’ın finans ve ekonomi alanında (buna hukuku da ekleyelim) -seçenekler sınırlı olsa da- hangi adımları atacağına dair tam emin olamayan piyasalar, “acı reçete”nin içilmesine verilecek toplumsal tepkilere göre, seçimi kazanma şartı dayattığında mesela Erdoğan’ın yeniden bir kredi musluğu açmamasına dönük hiçbir garantinin olmadığı üzerine tahminler yürütmekteler ve haksız da değiller. Yani bir “yukarı türüksen bıyık aşağı tükürsen sakal” durumu devam etmekte ve artık ekonomi-politik açıdan tükenen sisteme nefes aldırmak için hakiki manada nelere ihtiyaç duyulduğu Erdoğan tarafından iyice bellenmek durumundadır!

 

Muhafazakar Kesimlerin Bir Türlü Anlayamadığı Gerçekler!

 

Erdoğan’ın tek tutamak noktası “İslam dünyasının umudu” imajını sürdürmesi ve dış politikada (Suriye, Libya, Azerbaycan, Doğu Akdeniz) atılan adımların tabanında ve görece desteği devam ettiren kesimlerde yaptığı olumlu etki.

 

Öncelikle diktatörler, hanedanlar, darbeler, hukuksuzluk çemberinde debelenen İslam dünyasının Erdoğan’a bakışındaki duygusal beklentiler bizleri aldatmamalı. Onlar bu -sahiciliği sorunlu- beklentilere sahip olmakta haksız değiller. Ama gerçeklik onların beklentilerini karşılayacak düzlemde ilerlemiyor. Üstelik bu başlıkların herbiri kendi içinde gerçekçi beklentileri karşılama noktasında da tartışmalar içermekte. Ama hiç olmazsa bu alanda moralleri yüksek tutma adına ve Türkiye’nin küresel aktörler karşısındaki görece gücünün yetersiz kalacağı bilinciyle bu detaylar tartışma konusu edilmiyor. Erdoğan’a zaten karşıt olan muhalif güruhlar ise artık bir devlet politikası olarak da işleyen dış politika konusuna zaten -bugün değil- yıllar öncesinden ideolojik perspektiften karşı çıkmaktaydılar. Onlar zımnen, Türkiye yeter güce bile sahip olsa atılan adımları tahfif etme noktasında bir konumlanmaya sahiptiler. Bu konumlanma sadace muhaliflik değil, sanki jeopolitik hiç değişmiyormuşcasına, jeokültür anlam ifade etmiyormuşcasına, bölgesel ilişkilere daraltılmış ulusalcı perspektiften bakan, ‘güç dengeleri’ adı altında o güç dengelerinin de verdiği avantajla Türkiye’nin gerçek konjonktürel gücünü hesaplamaya hiç yanaşmayan bir tutum alış içindeydiler. Dolayısıyla onların bu pozisyonu tersinde hamasi bir yaklaşımla muhafazakar-dindar kesimleri aldatmamalı.  

 

Yani; dış politikanın kendisi de, onun tutarlılığı, kayıpların telafisi ya da kazanımların sürekliliği de bir yönüyle küresel ilişkilerdeki becerinize baktığı gibi, ondan da önemlisi içeride izlediğiniz siyasetlerle bütünüyle yakın ilgilidir! Kötü, rasyonaliteden uzak ve içinde bolca suistimalin olduğu bir ekonomi yönetimi; evrensel normlardan uzak işleyen bir yargı sistemi; gayrı hukuki, siyaseti örseleyen örnekler üzerinden milliyetçiliğin hastalıkları hallerini azdıran, kitleleri yozlaştıran, “korku(tma)”lar üzerinden güvenlik iklimini sarsan politik tercihlere dayalı siyasetler içeride ahlaki meşruiyet zemininizi örselediği gibi, dış politikada da elinizi zayıflatan, bir ileri adımın ardından metazorik üç geri adım atmanıza sebebiyet verecek gelişmeleri körükler. Yani içeride işler hemen her yönden kötüye giderken, dışarıda meyveler toplayacağımızı zannetmek gerçekçi ve mantıklı olmadığı gibi, sadece hamasi söylemler de hayatiyetini sürdürebilecek bir zemin sağlamaz. Orada güçlü ve etkin olmak, öncelikle içeride sağlam bir zemine sahip olmayı gerektirir. Üstelik sizin bu halinizin resmini iyi çeken sadece muarızınız olan dış güçler değil, belli meselelerde ortak zeminde hareket ediyor gibi görünenler de buradan istifadeyle sizden bu ortaklığın bedeli olarak daha fazlasını talep edebilirler.

 

“Onlara gerçekler dünyasında bu tavizleri vermek, görece kazanımlardan geriye düşmek, sükutu hayallere bahaneler üretmek mi yoksa içeride bir şekilde siyasetin, hukukun, ekonominin seçimlere odaklı değil, ülkeyi gerçekten düzlüğe çıkaracak şekilde yapılandırılması mı?” sorusu öncelikli olmalıdır.

 

Nasıl ki hukuku öngörülebilir kılmadan, piyasalara ve üretime nefes vermek mümkün değilse, içerideki yanlışlarda ısrar edip dış politika kazanımlarını sürdürülebilir kılmak da mümkün değildir.

 

Hep vurgulayageldiğimiz gibi öncelikle zihniyetsel bir dönüşümü temel almalıyız! Nasıl ki içeride gerçek, sahici bir sinerji yaratmadan, sorunlarımıza palyatif olmayan kalıcı çözümler üretemezsek; dışarıya da verdiğimiz mesajların tümü “halimizi gören” odaklar tarafından maliyeti oldukça yüksek olarak satın alınacaktır!

 

İçeriye hamasetle ve “eski retorikleri” sürdürerek umut vermek nasıl mümkün olmazsa; dışarıya hiç olmaz! Hakikate gözlerimizi-zihinlerimizi açmak durumundayız. Bugünlerin geleceğini ve enkazın altında hepbirlikte kalacağımızı hep söyledik. Umursanmadık, ötelendik, görmezden gelindik, “hain” addedildik ama uyarmaya devam ettik. Artık gerçeklere uyanmak zorundayız: Dışarıdan ihtiyacımız olanı alabilmek için ciddi tavizler dönemine girmiş bulunmaktayız. O halde iktidar öncelikle içeriye dönük “tavizlere”(!) odaklanmalı. Yani kuyruğu içeriye dik tutma inadından, bunları “taviz” olarak görmekten vazgeçmeli. Bu ülkenin halihazırda gerçek bir beka sorunuyla yüzyüze olduğunu görmeli. Bunu görmeyenlerle, bekayı sadece kendi konumlarını koruma hesabı üzerinden tanımlayanlarla ilişkilerini tekrar gözden geçirmeli.

 

Erdoğan Mart ayındaki kongrelere kadar kararını çok geç olmadan vermeli. Sonradan, seçimlere dönük almak zorunda kalacağı kararların bedelini de bu ülkeye ödetmeden kesin kararını almalı!

 

Bunu öncelikle, hala kendisinden medet ummaya devam eden kendi tabanının ıslahı için yapmalı. Sonra da, ülkenin “adalet, aş, iş” diye haykıran mağdurları ve ardından da 83 milyon için, Suriye, Libya halkı için, Doğu Akdeniz’de daha kavi bir duruş sergileyebilmemiz, oturduğumuz masalarda elimizi daha güçlü kılabilmemiz için!

 

Önce içeride sağlam, adil ve gerçekçi bir “Ortak Masa”. Sonrası kolay olanı! 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

MEHMET ŞİMŞEK İLE HASBİHAL

  Sayın Şimşek sözlerimiz size, tekil olarak şahsınıza. Geleceğinizi duyduğumuzda tüm ümit kırıklıklarımıza, tüm birikmiş öfkelerimize rağmen nasıl da umutlanmıştık. İşinin ehli, rasyonel politikalara yol verecek, gelirken kimbilir ne pazarlıklar etmiş, birilerine rağmen göğsünü entrikalara siper etmiş, mevcut sistemin tüm olumsuzluklarının sürdüğünü bildiğimiz halde, doğru bildiklerinden asla taviz vermeyecek idolümüz olmaya adaydınız! Yalnızca biraz zamana ihtiyacınız vardı ki ondan da bizde bolca vardı. Son yedi yılı yara berelerle atlatmış gaziler olarak, ümitlerimizin kırıntılarını tane tane toplayıp soframıza koyacağınızı dört gözle beklemekteydik! Bizi seraptan uyandıran şey Meclis konuşmanız oldu. Tüm “acabalar”a rağmen artırmaya çalıştığımız umutların bir kez daha törpülenmesine sebebiyet verdi. Onca yaşadığımız kabustan sonra zihinlerde “Rasyonel politikalar gütmeye çalışan bir teknokrat” olarak kalmanız iyi olurdu. Selefleriniz kötü yönetime beceriksiz siyasetlerini ...

Aliya! - Acilen anlaşılmayı bekleyen tecrübe ve bilgelik 19.10.2020

Onun, yarım asırdan fazlası bir yana, özellikle otuz yıl önce yaşadığı tecrübelerin ona kattıklarından damıtılmış sözleri, uyarıları, teklifleri hala anlaşılmayı bekliyor. Hangi siyasal süreci yaşarsanız yaşayın, bir evresinde karşınıza o çıkıp size çağdaş dünyada nasıl, hangi ölçütlerle düşünmeniz ve davranmanız gerektiğini hatırlatıyor. Savaş ya da barış şartları farketmiyor. Coğrafyalar anlamsızlaşıyor. İyi ve güzel olan herşeyin adını İslam koyuşu mesajını da evrenselleştiriyor. İki kaynağa dayanıyor: Biri vahiy ve kültürü, diğer insanlık tecrübesi. Tümünü tevhid akidesinin çağdaş yorumlarında mezcederek Müslümanlara ve insanlığa sunuyor. Ontoloji, epistemoloji, ahlak, siyaset, hukuk, felsefe; tümü birden onun yaşam alanından süzülerek gelen erdemlerin işe yarar, dişe dokunur şekilde harmanlandığı bir gerçeklik alanı olarak neşvünema buluyor. Boşa konuşmadığını, “felsefe” yapmadığını, “reel siyaset”in nefsine hoş gelene taviz vermediğini hayatı ispat ediyor. Yaşamadığını önermediği...

İktidarın Son Hamlesi ve Muhalefet 20.11.2020

Normalde bir ülkede beklenen, -bu gerçek bir seferberlik ise eğer- siyaseti ve medyasıyla öncelikle iktidarın bunu yukarıdan aşağıya bir strateji içerisinde gerçekleştirmesiydi. Böyle olmadığı, olamayacağı açık. O halde muhalefetin burada ciddi bir rol üstlenmesi gerekiyor. 20 KASIM 2020 Devamı: https://www.perspektif.online/iktidarin-son-hamlesi-ve-muhalefet/